Yazarlar

Sosyal Medyanın Esere ve Üreticisine Etkileri: İlham, İntihal ve Kolektif Bilinç

Sosyal medyada paylaştığımız her içeriğin bulaşıcı bir hızla yeni kopyalar oluşturdugu bir çağda özgün çıkarımlarımız -ki onların özgünlüğü de kolektif bilinç ve beslendiğimiz milyonlarca evrensel hikâyeden esinlenme içerebilir- özgün kalamıyorlar. 

Sosyal medyada fikir, deneyim, bilgi paylaşımı yaparken bunu popüler bir iceriğe dönüştüremiyor, bunun için çabalamıyor ya da popüler kitlenin geniş bir kısmına takipçi sayınızla hitap edemiyorsanız…

O fikir, çıkarım, bilgi, saptama…her neyse, dijital gereçlerle meta evrene salınır salınmaz nüfuzu çok olana ait kabul edilebiliyor.

Modern vecizelerin altlarına ilgili ilgisiz Mevlana yazılması gibi.

Baudrillard ve McLuhan gibi ileri görüşlü kuramcılar dahi bu kadarını öngörebilmişler miydi, emin değilim.

Sosyal medyada kendine özgü sandığın saptamalarını, teşbihlerini, fikir ve deneyimlerini başka ve muhtemeldir ki popüler içerik üreticilerden işitmek, okumak, artık şaşırtmıyor bile.

Kadim ilk metinlerden ve ilk eserlerden beslenmek, tabiatta zaman geçirmek, sosyal medyayla teması azaltmak, popüler kültürden uzak durmak gibi bazı önlemleri gerçekçi kabul etsek bile bu çağ için yeterli görünmüyor.

Hızla roller değişebilir ve bir gün senin zannettiğin o fikir ya da saptamayı kelimesi kelimesine bir başkasından işitirken diğer gün bir başkası senden kendininkini işitebilir.

Bu durumda bugünün edebi eserlerinde ortak metafor kullanımlarını ve hatta birbirine çok fazla benzeyen edebi eserleri anlamada da bir merhale kazanıyor olabiliriz pekala.

Metafor dediğiniz zaten “ortak” olmak için yaratılmış, onun işi bu. Ancak şu da bir gerçek ki sözlü kültürle, masallarla ve masalların evrensel tarihiyle birlikte hayatımıza giren evrensel benzerlikler de başka bir boyut kazanıyor. Ne demek istediğimi açıklayayım.

Tüm dünyanın, Baudrillard’ın deyimiyle “hipergerçek -yarı saydam-” mesajlar dünyasının tüketicileri olduğu bugün…

Dünyanın bir tarafında anlatılan masalların dünyanın bir başka tarafında da çok benzer biçimde bir başka isimle, başka masal kahramanlarının oyunculuğunda anlatılıyor olması bir başka anlam kazanıyor.

Etkileşimin seyyahlar, balad söyleyen ozanlar, masal anlatıcıları, sözcük avcıları, dilbilimciler aracılığıyla sınırlı da olsa mümkün olduğu dünün dünyasından bugünün etkileşimin sınır tanımadığı dünyasına geldiğimizde benzer eserlerin varlığını biraz daha anlıyoruz.

Kimsecikler çok sevdiği görselleri gugıl sörç sonrası bilgisayarındaki klasöre kaydederken eserin sahibini not alma gereği duymuyor.

Ve yine kimsecikler eli istemsizce kaydet butonuna giderken ne okuduğunu birkaç dakikadan fazla düşünme fırsatı bulamıyor.

Kaydet, kaydet, kaydet diyor içimizdeki açlığın çok sesli korosu.

Malum, artık doyum bu yolla sağlanıyor. (…)

Öyleyse sahiden eser üretirken, yazarken, okurken, değerlendirirken zihnimizin ne kadarının kontrolüne sahibiz?

Peki böyle diye her şeyi kopyalayarak çoğaltmamız “caiz midir?”

Öte yandan bir yazar yazacağı metnin özgünlüğünü kontrol için yazılmış tüm metinleri taramalı mıdır? Yooo, tabii ki hayır. Latife yapıyorum. Peki ya metnin editörü? Birbirine benzer deneyimlerin birbirine benzer çıktıları olması kaçınılmaz olsa da burada aslolanın kendi özgünlük tutkumuzda ve dürüstlüğümüzde olduğunu söyleyebiliriz.

Fotoğraftaki bitki, Caleana Majör.

Namı diğer, Uçan Ördek Orkidesi. Dünyanın en ilginç ve güzel canlılarından biri çünkü uçan bir ördeğe benzeyen eşsiz renkte tasarımıyla o biricik.

Hepimizin biricik olduğu gibi…

Ve elbette bu devasa hortum önüne geleni içine katıp savuruyor olsa da elimizdeki bu modern oyuncaklardan vazgeçmek yerine onu dönüstürmek, içimizdeki uçan kazlar için üretmeye devam etmek seçimini yapmaya devam ediyoruz. Dönüştürebiliyor muyuz, onu bilmem tabii.

Bir seyir önerisiyle bitireyim.

“Big Eyes” Tim Burton.