Yazarlar

Sonsuza kadar süren kültür savaşı

Metnin Orjinali : THE FOREVER CULTURE WAR

Cumhuriyetçiler ekonomide sola doğru kayarak  kendilerini işçi sınıfının koruyucuları olarak yeniden konumlandırdıkça, ABD siyasetindeki her anlaşmazlık bir kimlik meselesi haline geliyor.

– Shadi Hamid

ABD siyasetinin geleceği korkunç bir şekilde yeniden düzenleniyor.

Diğer pek çok ABD vatandaşı gibi ben de, Joe Biden’ın Beyaz Saray’daki görev süresi boyunca Amerikalıların kendilerini günlük öfke ve kıyamet düşüncelerinden kurtaracağını umuyordum. Biden kampanyalar sırasında, siyasi selefi Donald Trump döneminden daha ölçülü ve yumuşak bir politika izleyeceği sinyallerini veriyordu.

Politikalar şuan daha varoluşsal görünüyor. Artık uzmanlar ve parti taraftarları, ideolojik olmayan ya da çok az ilgisi olan toplumsal olayları bile, bir kültür savaşı olarak görüyorlar.  Eskiden sıkıcı olan politika tartışmaları bile örneğin, Kovid-19 test protokolleri veya Build Back Better faturasının maliyeti dahi iyi ve kötü güçler arasındaki kıyamet savaşının bir parçası haline geldi.

Muhafazakar yazar Jack Butler, artan huzursuzluğu şu şekilde ifade ediyor: “Geldiğimiz noktada savaştayız. Karanlığın prensi zaten kapıda ve tüm dünya şimdi sol aktivistler ile sağ aktivistler arasında bir yarışta. ”

Geriye dönüp bakıldığında, son zamanlardaki siyasi tartışmaların yoğunluğunun olağandışı ya da geçici olduğunu düşünmek bir hataydı. Nispeten uysal ve sıkıcı olan on yılların ardından, değişim, Trump yıllarında kendini gösterdi. 2012’de Amerikalıların yüzde 45’i ekonomiyi ülkenin karşı karşıya olduğu “en önemli sorun” olarak nitelendirdi. 2017 yılına kadar bu sayı yüzde 10’a düştü. Avrupa ve ABD’deki vatandaşlar kendilerinin bu durumda istisna olmadıklarını anladılar.

2018’de mülteci göçü, Avrupa’da seçmenler için en büyük endişe haline geldi ve bunu terörizm tehdidi yakından takip etti. Pandeminin başlaması ile ABD ve Batı’nın en büyük endişesi tekrar ekonomik kriz oldu. Yine de ekonomik tartışmaların kendilerini diğer meselelere nazaran daha az kutuplaştırdığını söylediler.  

İdeolojik yelpazede geniş bir anlaşma ve hatta fikir birliği vardır. Avrupa’nın çoğunda sağcı popülist partiler, kendilerini ülkenin refahını düşünen ve işçi sınıfının gerçek savunucuları olarak konumlandırarak sola keskin bir dönüş yaptı.

Amerikan sağı bu hamleler sırasında geride kaldı. Meksika ve Kanada ile sınır sorunları, yenilenmeye muhtaç ekonomi gelenekleri, eski alışkanlıkların değişmesini zorlaştırdı. Ancak bu da Cumhuriyetçilerin bütçe açığı harcamalarına karşı artan kayıtsızlığının yardımıyla değişti.

Trump’ın aşırı sağ milliyetçi tavırları benimsemesi, Cumhuriyetçi Parti’nin ekonomik meselelerde sola doğru kaymasını engelledi. ABD’li yazar Matthew Yglesias’ın tabiriyle “serbest ılımlı” bir kayma yaşanmadı.

Trump’ın sağcı kimlik siyaseti ve ekonomik popülizm, yakın zamanda Sam Adler-Bell’in The New Republic’te ve David Brooks’un The Atlantic’te profilini çıkardığı “yeni sağ”daki genç nesil muhafazakarlara ilham verdiği aşikar.

Trump tarz olarak radikaldi. ve bazen politika konusunda en azından muhafazakar standartlara göre. Sosyal Güvenlik’i özelleştirmek ve Medicare’i kesmek için daha önceki Cumhuriyetçi çabalarından vazgeçti.

Trump’ın geleneksel sol-sağ siyasetini karıştırması, genç muhafazakarlara pek muhafazakar olmayan ekonomik popülizmini benimsemesine imkan verdi.

Başlangıçta yarı-Trumpist bir entelektüel organ olarak başlatılan American Affairs dergisi artık sıkı kapitalist olanlardan daha fazla sosyalist fikirlere yer veriyor (dergi için yeni bir sol popülizm formüle etme üzerine bir makale yazdım).

Çeşitli sağcı entelektüeller uzun zamandır ekonomik popülizm ve sosyal muhafazakarlığı kutsal bir seçim kasesi olarak sunmanın hayali kuruyorlar.  Muhafazakar yazar ve podcast yayıncısı Saagar Enjeti’nin 2020’de savunduğu gibi, “Cumhuriyetçilerin bu kadar uzun süredir rekabet edebilmesinin tek nedeni, korkunç ekonomilerine rağmen, Amerikan halkının çoğunu kültürel olarak elinde tutmasıdır. Ancak ekonomi politikaları nedeniyle kazandıklarını ve kültür politikalarıyla kaybettiklerini düşünmeye devam ediyorlar, oysa durum tam tersi.”

Demokratlar, yalnızca beyazlar arasında değil, aynı zamanda partinin güvendiği beyaz olmayan topluluklar arasında da işçi sınıfı desteğini heba ederek, yeni sağı fırsat olarak görüyorlar.

Glenn Youngkin’in Virginia valilik seçimlerindeki zaferi bu teorinin destekleyicisi olarak görüldü.

Örneğin bir Cumhuriyetçi olan Youngkin, eğitime daha fazla para harcama sözü vermekten mutluydu. Partisindeki pek az kişi bunu umursuyordu. Önemli olan kültürdü, yumuşak huylu yöneticinin kampanyanın son haftalarında tam olarak odaklandığı şey buydu.

Sözleşmeli okullar, sınıf mevcudu, öğretmen eğitimi, test puanları ve okul bütçeleri eski Bush dönemi tartışmaları değildi. Ancak pandemi ile birlikte evden verilmeye başlanan eğitimle birlikte  ebeveynler okulda çocuklarının gerçekte ne öğrendiğine veya öğrenmediğine daha fazla dikkat etmeye başladı.

Ayrışma, çocukların matematik problemlerini çözüp çözmedikleri ile ilgili değildi. Sorun daha çok tarih ve kültürle ilgili olarak ortaya çıktı. Devletin okulları aracılığıyla tarafsızlık iddiasını bir kenara bırakıp bunun yerine tartışmalı ideolojik önermeleri teşvik etmesi ebeveynlerin korkulu rüyası haline geldi.

Asıl soru, solun bu büyüyen kültürel aşırılık duygusunun nihayetinde Cumhuriyetçileri Ronald Reagan tarzı seçim zaferlerine itip itmeyeceği oldu.

Daha da ilginç bir soru, bu değişim eğer kalıcı hale gelirse ABD siyasetinin geleceği için ne anlama gelecek?

Aslında, GOP’un (Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi) sanayi ve ticaret politikasının yanı sıra tüketim üzerine yaptığı hamleler, ekonomiyi ülkedeki partilerin ayrışma nedeni olmaktan kurtardı.

Sol-sağ ayrımı hala anlamlı olduğu ölçüde, iş düzenlemeleri, piyasalar ve gelirin yeniden dağılımından çok ırk, kimlik ve ilerleme üzerinde konuşulmaya devam ediyor.

Her iki taraftaki elitler, ekonomik refahları gerilemesine rağmen kültürün ön plana gelmesine izin vererek, gelişmiş bir demokrasiye uygun olan belirli ayrıcalıklara sahip olduklarının görülmesini istemiyorlar.  Medeniyetle ilgili kaygılar, tam da uygarlığın çöküşüne ilişkin algılar hem sağda hem de solda yoğunlaştıkça daha fazla siyasi yankı buluyor.

The New York Times’tan Ross Douthat’a göre çocuk doğum oranının az olması, ekonomik durgunluk, siyasi statüko ve entelektüel tekrar ile karakterize edilen bu özel çöküş türü, tepki vermeye değer bir şey arayan genç muhafazakarlar için ideal bir rehber oldu.

Cumhuriyetçiler, hangi dinin doğru olup olmadığına bakmadan, toplumsal iyiliğin varlığını kabul ederek bunun kabulu için dindar olmak da gerekmez anlayışındadır. (?) Modern çağın en laik başkanı Trump gibi, özellikle yeni sağın en önde gelen isimlerinden birçoğu dindar değildi.

Potansiyel genç Cumhuriyetçi seçmenler de özellikle dindar değil. Bağımsız Cumhuriyetçilerin sayısı 1990’dan bu yana üç katına çıktı. Bunların bağımsızların çoğu genç ve nispeten genç olanlar arasında karşılık buldu.

Claremont Enstitüsü’nden Matthew Peterson’ın tabiriyle Uygarlık Sağlığı, bir dine inananları ve inanmayanları aynı şekilde birleştiren şeydir.  Batı medeniyetini desteklemede dinin rolünü ve faydasını takdir ederler, gelenek kadar üstünlüğü de onaylar. Dini ahlakın kaynağı olarak yüceltmek, buna özel değer verenler için iyi bir yoldur.

Ahlak, ABD’nin kuruluşunun anlamıdır. “Uygarlık” etrafındaki bu bölünme fazlalaşırsa endişelenmeye başlamamız gerekir.  Bu ayrışma belki de hayatımızın geri kalanında bir kültür savaşı göreceğimiz anlamına gelir. Bu durum çarpıcılığı kalıcı olarak değişmek için bize iyi bir sebep sunuyor.

Sınıf, yeniden dağıtım ve üretim araçları etrafında örgütlenmiş bir sol-sağ ayrımı her zaman olmadı. Seymour Martin Lipset ve Stein Rokkan, 1967’de yayınladıkları Parti Sistemleri ve Seçmen Sıralamaları isimli ufuk açıcı çalışmalarında, devlet oluşumunun, sanayi devriminin, kentleşmenin ve  ekonomik ayrımların dini ayrımların yerini almasına izin verdiğini savundular.

O zaman, ekonomik bölünmelerin Batı demokrasi içerisinde çok önemli olması bir tesadüf değil. Zamanla, Batı demokrasileri çatışmanın ekonomik boyutu ile kendilerini ekonomik çıkarlara göre tanımlayan partilerin arasında kaldı.

Sınıf bilinci partiler için önemli bir rol oynamaktadır. Kendilerini rakiplerinden farklı kılmak için hangi konulara öncelik vereceklerine bu şekilde karar verirler.

Siyaset bilimci Adam Przeworski ve John Sprague, “Sınıf bilinci, herhangi bir toplumda, işçileri harekete geçiren siyasi partiler için önemli olduğu ölçüde göze çarpar.”

Ancak ne Demokratlar ne de Cumhuriyetçiler yakın zamanda işçi partisi olamayacaklar. Muhafazakarların işçi sınıfına yönelik ilgisi, büyük ölçüde seçime dayalı ve fırsatçı olmaya devam ediyor.

Sol ise, dil polisi, seçkin tavırları ile aşırı eğitimli kültürel ilerlemecilikle meşgul beyaz liberallerden daha çok işçi sınıfı olan Latin, Siyah, Asyalı ve Arap Amerikalılar arasında daha popüler.

Cumhuriyetçiler ve Demokratların, belirsiz bir ekonomik popülizm etrafında birleşebilme ihtimali yüksek.

İki partili bir sistemde kendilerini ayrıştırmak için, onları benzer kılanın değil, farklı kılanı ön plana çıkarmaları gerekiyor. İki partiyi de farklı kılan tek şey kültürdür.  Bu farklılıkları ortaya koyarak kendi seçmenlerini konsolide edebilirler ve diğer partiden taraftar çekebilirler.

Bu savaşan iki kabiledeki politikacılar ve entelektüeller açıkça medeniyetin tehlikede olduğuna inanıyorlar.  ABD’nin sonu gerçekten yaklaşıyorsa, o zaman savaşmaya değer tek şey kültür savaşıdır.

Etiket /