Yazarlar

Şaibeli bir davanın anatomisi: “Burada işler böyle yürüyor”

Hakan Çopur – Washington ABD’nin FETÖ elebaşı Gülen’e sığınak olması ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye hatırı sayılır destek vermesi, Türk-Amerikan ilişkilerinin son dönemde iyice gerginleşmesinin iki ana nedeniydi. Ancak Türkiye’nin “İran yaptırımlarını deldiği” iddiasıyla önce Rıza Sarraf’ın, daha sonra da Hakan Atilla’nın tutuklanması, ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuştu. Dava boyunca yaşananlar ve Ocak ayı […]

Hakan Çopur – Washington

ABD’nin FETÖ elebaşı Gülen’e sığınak olması ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye hatırı sayılır destek vermesi, Türk-Amerikan ilişkilerinin son dönemde iyice gerginleşmesinin iki ana nedeniydi. Ancak Türkiye’nin “İran yaptırımlarını deldiği” iddiasıyla önce Rıza Sarraf’ın, daha sonra da Hakan Atilla’nın tutuklanması, ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuştu. Dava boyunca yaşananlar ve Ocak ayı başında New York’ta açıklanan karar ise ABD yargısının Türkiye konusunda nerede durduğunu ve neden sınıfta kaldığını açık bir şekilde gözler önüne serdi. Ancak hem ABD’deki bazı çevrelerin hem de FETÖ’nün büyük umutlar bağladığı davanın sonucunda açıkçası “dağ fare doğurdu.”

“Sarraf” olarak başladı, “Atilla davasına” dönüştü

Rıza Sarraf davası olarak başlayan ve sonradan Hakan Atilla/Halkbank davasına dönüşen sürecin hukukiliği ve meşruiyeti uzun süre tartışılacaktır. Ancak davaya bakan Yargıç Richard Berman’ın İstanbul’daki bir FETÖ toplantısına katılmış olması, davanın en başında görev alan savcı Preet Bharara’nın 17-25 Aralık sürecine açıktan destek vermesi ve duruşmalarda FETÖ firarisi eski komiser yardımcısı Hüseyin Korkmaz’ın yurt dışına kaçırdığı sözde deliller ışığında tanık olarak ifade vermesi gibi hakikaten “absürd” gelişmeler, davanın hukuki değil siyasi motivasyonlarla yürütülmüş bir süreç olduğunu apaçık ortaya koydu.

Richard Berman

Her şey 19 Mart 2016’da Rıza Sarraf’ın Miami’de gözaltına alınması ve 21 Mart’ta tutuklanmasıyla başladı. Bu tarihten 3 ay önce New York Güney Bölge Savcılığının hazırladığı mühürlü iddianame o gün açıldı ve Sarraf 75 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Sarraf’tan yaklaşık 1 yıl sonra 27 Mart 2017’de Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, New York’ta havalimanında tutuklandı ve Sarraf ile aynı davaya eklendi. Ardından 6 Eylül’de açıklanan yeni iddianamede, Atilla’nın yanı sıra eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Arslan’ın isminin de davaya eklendiği görüldü. Ancak Ekim ayının son haftasında Sarraf, savcılıkla gizli bir anlaşma imzalayarak suçunu kabul etti ve sanık olduğu davada hükümetin tanığı haline geldi.

 

Şaibeli davanın yargıcı, savcısı, tanığı da şaibeli

Kamuoyu, 27 Kasım’daki jüri seçimi günü Yargıç Berman’ın “Bu davada sadece Hakan Atilla yargılanmaktadır” sözleriyle resmi ağızdan Sarraf’ın tanık olduğunu öğrenmiş oldu. 28 Kasım’da sadece Atilla ile başlayan jürili duruşma sürecinde ifade veren Sarraf, kendinden emin bir edayla hem “yaptırımları nasıl deldiği” hem de “bazı Türk yetkililere nasıl rüşvet verdiği” iddialarını uzun uzadıya anlattı; tam da ABD’li yetkililere söz verdiği ve kendisinden beklendiği gibi. Çizdiği şemalarla mahkeme heyetini ve jüriyi ikna etmeye çalışan Sarraf, hapisteyken amcasıyla yaptığı bir telefon görüşmesinde ise şu ifadeleri kullanmıştı: “Ahad durum öyle değil, sana söylüyorum. Burada çıkıp ‘tamam bu haltı ben yaptım’ dersen rahat ediyorsun… Anlıyor musun? Ben zaten suçumu kısmen kabul ettim… Başka çarem yoktu, ne yapsaydım? Ömür boyu hapis cezası mı alsaydım? Burada kanun yok, yapmadığın bir şeyi kabul etmek zorundasın. Burada işler böyle yürüyor. Önemli olan suçunu kabul etmen. Bu baskı sadece Amerika’da var, diğer ülkelerde olmaz. Suçunu itiraf edersen serbest bırakılırsın, durum bundan ibaret.” Bu konuşma ile Sarraf’ın ifadeleri arasındaki bağlantıyı herkes dilediği gibi kurabilir.

Ancak davadaki en garip olayın Sarraf’ın sanıklıktan tanıklığa geçişi olduğunu düşünenler, FETÖ firarisi eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz’ı tanık sandalyesinde görünce yanıldıklarını anladılar. Savcı bıyık altından gülüp “İşte Türkiye’ye bir tokat daha atıyoruz” diye düşünürken aslında hukukun üstünlüğüyle övünen Amerikan yargı sistemindeki en büyük rezaletlerden birine imza atıyordu. Bir FETÖ firarisinin Türkiye’den kaçırdığı ve doğruluğuna ilişkin herhangi bir teyidin olmadığı sözde belgeleri mahkeme huzuruna getiren savcılık makamı, aslında davaya kocaman bir siyasi gölge düşürdüğünü ya görmedi ya da görmek istemedi. FETÖ firarisi Korkmaz’ın ABD’ye FBI’ın yardımıyla girmesi ve sonra dava kapsamında FBI’dan önemli maddi destek alması ise işin cabası.

Sarraf’ın veya Korkmaz’ın ağzından “Recep Tayyip Erdoğan” sözü döküldüğünde hemen heyecanlanan bazı Amerikalılar ve sonradan Amerikalı FETÖ’cüler zafer kazandıklarını düşünürken, aslında ellerindeki son malzemeyi de sönmekte olan mum ışığının dibine dökmüş oldular.

 

17-25 Aralık raporu deliller arasına girdi

Davada başka komedi unsuru arayanlara çok geçmeden bir malzeme daha geldi. Duruşmalar sürerken savcılık, (hem de orijinal deliller arasında yer almamasına rağmen) FETÖ firarisi eski Bankalar Yeminli Murakıbı Osman Zeki Canıtez’in 17-25 Aralık’tan sonra hazırladığı ve “Halkbank’ın İran yaptırımlarını deldiğini iddia ettiği” raporunu delil olarak mahkemeye sundu. Yani bir ABD mahkemesi, MİT tırları operasyonuyla “Türkiye DEAŞ’a silah veriyor” iddiasını uluslararası kamuoyuna yutturmaya çalışan bir örgütün hazırladığı “Halkbank İran yaptırımlarını deliyor” iddiasını alıp can simidi diye sarıldı. Atilla’nın avukatlarının “Canıtez’in raporunun geçerliliğine ve hukukiliğine ilişkin tüm karşı iddialarını” reddeden Yargıç Berman, mahkeme çıkışında soranlara “adaleti aradığını” söylüyordu. Ancak hem Korkmaz’ın yanında kaçırdığı sözde deliller, hem de Canıtez’in raporuyla ilgili itirazları defalarca reddeden mahkeme, “ben delillere bakarım, onların nasıl ve ne şekilde elde edildiği beni ilgilendirmez” diyerek müthiş bir “hukuk” örneği sergiledi!

FETÖ’cü polislerin hazırladığı fezleke ile ABD’de hazırlanan iddianamedeki yazı karakterleri, başlıklar ve renkler birebir aynı.
FETÖ’cü polislerin hazırladığı fezleke ile ABD’de hazırlanan iddianamedeki yazı karakterleri, başlıkları birebir aynı.

 

15 Temmuz’da tarihe geçen bir hainlik örneği gösteren FETÖ ile, aynı süreçte sessizce bekleyen ABD’deki bazı kesimler arasındaki yeni işbirliğinin Türkiye’ye ciddi zararlar vereceğini düşünenler, bir kez daha yanıldılar. Ne Sarraf’ın ifadeleri, ne Korkmaz’ın sözde delilleri, ne Canıtez’in raporu ve ne de Amerikan medyasının davayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkilendirme çabaları hakiki bir sonuç doğurdu. Bu dava, (Atilla’nın aldığı ve Halkbank’ın alacağı muhtemel ceza dışında) 17-25 Aralık’ın hukuki versiyonunu bir kez de ABD’de gündeme getirmeye çalışan bazı kesimlerin sakat bir girişimi olarak kalmaya mahkumdur.

 

Bu dava neyin davası?

Bu kadar yaygara koparıldıktan sonra 3 Ocak’ta açıklanan jüri kararında Atilla, kendisine atfedilen “ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmek”, “ABD’yi aldatma suçuna iştirak etmek”, “ABD bankalarını dolandırmak”, “ABD bankalarını dolandırmaya iştirak etmek” ve “Kara para aklama suçuna iştirak etmek” suçlamalarından suçlu bulundu. Atilla, “kara para aklamak” suçlamasından ise suçsuz bulundu.

Esasen bu karar şu anlama geliyordu: Atilla, uluslararası finans sistemine aykırı hiçbir fiil işlememişti, ancak jüriye göre “ABD’nin koymuş olduğu yaptırım sistemine” aykırı davranmıştı. Bunu bir an için kabul etsek bile ABD’nin “İran yaptırımlarının delinmesi” adını verdiği davadaki delillerin neredeyse tamamına yakınının, FETÖ tarafından yasa dışı şekilde elde edilmiş, doğruluğu ve otantikliği belli olmayan ve yurt dışına kaçırılmış “deliller” olması sizi de rahatsız etmiyor mu? FETÖ elebaşı Gülen’le ilgili hukuki süreçte Türkiye’ye “hukuk dersi” vermeye kalkan ABD’nin bu konuda biraz daha hukukun üstünlüğüne uygun davranmasını beklemek Türkiye’nin hakkı değil mi?

Jürinin kararının ardından Yargıç Berman, 11 Nisan’da ayrı bir duruşma yaparak Atilla’nın ne ceza alacağına karar verecek. Aynı tarihte Sarraf’ın da ne ceza alacağı belli olacak, ancak savcılıkla işbirliği yaptığı için Sarraf’ın çok düşük bir ceza alması ve hatta belli bir kefaletle serbest kalması mümkün. Bu sürecin ardından Halkbank’ın da ceza alması muhtemel. Bu gerçekleşirse Türkiye’nin nasıl bir adım atacağını zaman gösterecek. Daha önce İran yaptırımlarını deldiği gerekçesiyle ceza alan birçok finans kurumunun olduğunu biliyoruz. Ancak aynı iddiayla açıldığı söylenen Sarraf davasının neden Türkiye karşıtı bir Halkbank davasına dönüştüğünü ve nasıl FETÖ kaynaklı sözde delillerle doldurulduğunu birilerinin Türk halkına anlatması gerekiyor. Aksi halde hiçbir siyaset bilimci, Türkiye’deki anti-Amerikancılığın neden giderek arttığını açıklayamaz…