Yazarlar

Sadece yazar değil, bir destan!

Ayhan Demir / Saraybosna

Bu yazının iki başlığı olsun. Diğeri şu: Abdulah Sidran’ın Gayreti. 

Bir gayrete, çabaya şahitlik etmek insana huzur verir. Bosna Hersek kültür, sanat ve edebiyat sahnesinin efsane isimlerinden Abdulah Sidran, bize huzur veren isimlerdendir. 

Sidran, bu özelliğinin yanı sıra; yeteneği ve çalışkanlığıyla, sadece tanınmayı / tanıtılmayı değil, bilinmeyi de hak eden bir isimdir. 

Demiryolu işçisi dört çocuklu bir ailenin ikinci evladı olarak, 2 Ekim 1944’de Saraybosna’da dünyaya gelmiştir. İlk ve orta eğitimi ile yükseköğrenimini Saraybosna’da tamamlamıştır. İsmini, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında hayatını kaybeden ve dönemin işçi entelektüellerinden birisi olan, amcası Abdullah’tan almıştır. 

Bu isim sizi aldatmasın. Ateist bir çevrede büyümüştür. Kendi tabiriyle, ilerleyen yıllarda, Allah’a yönelmesi bireysel bir yolculukla olmuştur. Bu yolculuğun sonunda geldiği noktayı şöyle ifade etmektedir: “Bugün geldiğim noktada, bir insanın ateist olabilmesi için akılsız olması gerektiğini düşünüyorum.”

“Avdo” lakabıyla bilinen Sidran, dil ve edebiyat öğrenimi gördü. Saraybosna Üniversitesi Yugoslav Edebiyatı Tarihi Bölümü’nden mezun olduktan sonra, bir dönem, Bizim Günler (Nasi Dani) isimli öğrenci dergisinin editörlüğünü üstlenmiştir. Çeşitli gazetelerde çalıştıktan sonra, uzun yıllar, lisede edebiyat öğretmenliği yapmıştır. İlk evliliğini yaptığı Şahbaza hanımdan Miranda isminde bir kız evladı dünyaya geldi.

Eski Yugoslavya’nın çok renkli yapısı içerisinde yetiştiği için kültürel anlamda zengin bir kültürel altyapıya sahipti. Toplumu iyi okuyor, kapsayıcılığı geniş metinler kaleme alıyordu. Bosna Hersek Bilim ve Sanatlar Akademisi üyesiydi. Profesyonel yazarlığın yanı sıra Saraybosna Radyo ve Televizyonu film bölümünde baş dramaturg olarak görev yapmıştı.

Rahmetli Aliya İzetbegoviç ile yolu gençlik yıllarında kesişmiştir. Aliya’yı ilk kez, lise öğrencisiyken, annesinin çalıştığı şirkette görmüştür. Aliya kendisini “Behiya’nın küçüğü” olarak hitap ederek, başını okşuyordu. 

Sidran, 1983 yılındaki Saraybosna Süreci olarak isimlendirilen dönemde, aynı dünyanın insanları olmasalar da destek amacıyla, Aliya ve yol arkadaşlarının mahkemelerdeki tüm yargılamalarına katılmıştır. Sidran, Aliya’nın, Doğu ve Batı Arasında İslam isimli kitabını doğru anlayan kişilerden olduğunu dile getirdikten sonra şunu söylemektedir: “Aliya’nın ‘orta yol’ fikri teolojik argümanlar üzerinden değerlendirmiyordu. Aliya, argümanlarını gerçekleştirirken sanattan ilham alıyordu. Örneğin Sistina kilisesinin hiçbir zaman bir Darwin sanatkârı tarafından inşa edilemeyeceğini söylerdi. Aynı zamanda hiçbir zaman ‘Savaş ve Barış’ kitabını da Darwinist bir yazar kaleme alamazdı.”

Abdullah Sidran, “Aliya’nın direnişi her gün tekrarlanan bir propagandaya karşı nasıl mücadele edileceğinin örneğiydi. İyi bir liderdi” sözleriyle bir hakkı teslim etmektedir. Aliya’nın entelektüel kişiliği hakkında da şunları söylemektedir: “Beni en çok etkileyen Aliya’nın edebi kişiliğiydi. Kendisine siyasi soran bir edebiyatçıya, edebi eserlerden alıntılar yaparak cevap verebilen bir kişiydi. Savaş zamanında bir gün ona Czeslaw Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl kitabını hediye ettim. Kitabın bir bölümü ‘Ketman’ kavramına dayanıyordu. Ketman, dini veya entelektüel bir azınlığın tiranın zulmünden kurtulabilme adına baskın ve hâkim dini veya ideolojiyi konformistçe benimsemesi durumudur. Bu benimseme ve dönüşüm sahte de olabilir. Bu kitabı Aliya’ya uzattığımda şöyle bir baktı, kitabı alarak yanımızdaki bir komutana uzattı ve şöyle söyledi: “Bu kitap benim işime yaramaz, isterseniz siz bunu kütüphanenizde saklayın. Bu kitaptaki Ketman tabiri yalnızca azınlıklar için söz konusu. Biz ise burada çoğunluktayız.” Aliya’nın bu kitabı okuduğunu, Ketman kavramından haberdar olduğunu rüyamda bile göremezdim.”

Sidran, Bosna’nın bağımsızlık sürecinde Aliya ile birlikte saf tutmuş, Demokratik Eylem Partisi’nin 40 kişilik kurucuları arasında yer almıştır. Aliya’yı, Miloşeviç ve Tucman ile eşitlemeye çalışanları da “kara propaganda yapan ve savaştan önce olduğu gibi savaştan sonra da bağımsız bir Bosna Hersek’e karşı çıkan kişiler” olarak nitelendirmektedir. 

Abdullah Sidran, savaşı sonlandıran Dayton Anlaşması’na atfen kullandığı şu ifade oldukça dikkat çekicidir: “Aliya İzetbegoviç ya bir ulusun atası, ya da bir ülkenin son cumhurbaşkanı olacaktır. Bugün Boşnaklar olarak ülkemizin varlığını sürdürmesi hakkında geleceğe daha ümitsiz bakıyoruz. Çünkü bizi öldürenlerle birlikte bir devlet kurmaya ve onlarla yan yana çalışmaya zorlandık.”

Abdullah Sidran’ın bu tavrı Aliya tarafından kıymetli bulunduğundan, dostlukları ölüm ayırıncaya kadar devam etmiştir. Aliya İzetbegoviç, bazı hususlarda fikirleri uyuşmasa da kendisiyle istişarelerde bulunmuş, yazılarında onun eleştirilerini her daim dikkate almıştır. Sidran, Aliya ile aralarındaki fikri iletişimi şöyle ifade ediyor: “Aliya kendi yazılarını yayınlamadan önce bana gönderirdi. İlettiğim tavsiye ve eleştirileri genel olarak kabul etmiyordu. Ancak tüm eleştirilerimi kendi dipnotlarına yerleştiriyordu. Üstte küçük bir yıldız koyarak sayfanın en altında şair Abdullah Sidran bu konuda böyle düşünüyor diyerek görüşlerime yer verirdi.”

Her ne kadar ilerleyen yıllarda SDA’dan ayrılsa da kader, Aliya ve Sidran’ı hastanede bile bir araya getirdi. Aliya’nın ebedi âleme göçüşüne yakın bir dönemde, Sidran da aynı hastanenin farklı bir polikliniğinde tedavi görüyordu. O günleri şöyle anlatır: “Benim kollarımda birçok iğne izi vardı. Aliya’nın kollarında ise iğne batırılmamış yer kalmamıştı.”

Sidran, her ne kadar filmleşen senaryoları ve tiyatro oyunları ile tanınsa da önceliği şiirdir, öncelikle şairdir. Ardından yazar ve gazeteci. Her ne kadar beyaz perdenin güç ve imkânlarının farkında olsa da şiiri öncelemesini, şu şekilde ifade ediyor:  “Sinema ve film, öykü ve şiirden çok daha güçlü yapıdadır. Bu yüzden beni edebiyat eserlerimle değil, sinemacı olarak tanıyorsunuz, ama sinema serüvenim benim yaşamımda bir gezi safhası gibiydi. Ben her şeyden önce bir şairim.”

Sineme sektöründe geçen 15 yıl boyunca; edebiyattan uzak kaldığını ve bu süreçte edebi eserlerinin, maddi açıdan, sinemaya göre daha değersiz olduğunu gözlemlemiştir. Sinema sektöründe iyi kazanırken, zengin alışkanlıklarını edinmiştir. Ancak hayatının hiçbir döneminde zengin olmadığından, zengin alışkanlıklarına sahip bir fakir olarak, zor bir hayat geçirmiştir.

Sinema ile şiir arasındaki ilişkiye dair söylediği şu ifadeler, neden önceliği şairliğe verdiğini net bir şekilde ortaya koyuyor:  “Eğer bir film iyi oluyorsa, ancak edebiyatla ve şiirle ilişkisi iyi olduğu içindir.”

Son derece ince bir ruha sahip olan Sidran, lirik bir şairdir. Şiirlerinde duygunun her şeyden önde, her şeyden üstün geldiği söylenebilir. Bununla birlikte, bu duygusallığı, şiirinin düşünce yapısını zedelememiştir.

Şiirlerinde sezilen doğu duyarlılığı, Bosna edebiyatının önemli kalemleri Hamza HumoMeşa SelimoviçÇamil Siyariçve Mak Dizdar’ı anımsatmaktadır.

Yazdığı her şiirle, kopmaz bir parçası olduğu, gerçek dünyanın unsurlarına yer verdiği eşsiz arabeksler çizmektedir. Şiirlerindeki her dizesini okuru yakalaması, derinden etkilemesi de bundan ileri gelmektedir.

Kuşağının en dikkat çeken, en hareketli ve en güçlü şairlerinden biri olan Sidran, şiirlerinde empati kurar. İnsani değerlerin gücüne inanır. İyiliğin paylaşımına inanır. Şiirlerinde samimi bir dil kullanır. Şiirleri kolayca ezberlenebilir. 

Şiirlerinde, ana tema ölümdür: “Mezarlara iniyor / günahsız çocuklar gibi / Bosna Müslümanları / Sürgüne de gidiyor / inanan çocuklar gibi / Bosna Müslümanları / Sürgüne, mezarlara / dikkatsiz çocuklar gibi / gidiyor, iniyor / Bosna Müslümanları.” (Mezarlardan Kalkıyorlar)

Bir örnek daha verelim: Görmezler mi, duymazlar mı? / Bizim olduğumuzu bilmezler mi? / Bizden geriye kalan her şeyden daha ölü / Ölülerimizin ve bugün burada onların sesiyle / Ölülerimizin boğazlarından çıkan sesiyle / Çığlık atıyoruz ve onların çığlıklarıyla -konuşuyoruz?” (Srebrenitsa Analarının Gözyaşları)

Onun şiirlerindeki diğer motif ise Bosna ve Saraybosna’dır: “Başkaları da türkü yakmıştır bu kente: Mürekkepler yalamış / yabancı konuklar, kulaklarında hala silah sesleri / Yankılanan: Oh, mien liebe Gott, o Bosna / o barbarlar, o kargaşa ve kokuşmuşluk. – Onlar hiç şüphesiz / acı çekmiş ve ağlamış değildir ve bu arada.” (Başkaları Da Türkü Yakmıştır Bu Kente)

Sidran şiirlerinde baba, anne, aile, ev temaları da önemli bit yere sahiptir: “Ne yapıyorsun, oğlum?  / Düş görüyorum anne. Düşümde türkü söylediğimi görüyorum / Sense anne bana Düşümde soruyorsun: Ne yapıyorsun oğlum?” (Kâbus)

1992-95 Bosna Savaşı patlak verince, ülkesini terk etmemiş, vatanını savunmuştur. Savaşın en sıcak günlerde bile görevini devam ettirmiştir. Şiir ve yazılarıyla, saldırganlara karşı direnişi desteklemiştir. Şiirlerini, bu unsurlar aracılığıyla, değerlerin ve bunlara karşı çıkanların çarpıştığı bir savaş atmosferinde inşa etmiştir. Bölgeye büyük trajediler getiren Sırp hegemonyasını açığa çıkarma cesaretini göstermiştir. Bosna halkının çektiği acıları, şiir severlerin gündemine getirmiştir.

Şiirlerinde, her zaman, savaşın trajedilerini yaşayan ülkesinin insanlarının; ahlaki ve insani üstünlüğünü vurgulamaktadır. Savaşın dehşeti ile hayattaki güzellik hayali arasında büyük bir fark meydana getirmek için çabalamıştır. İyiliğin kazanacağına olan inanç, onun şiirlerinde öne çıkmaktadır.

Abdulah Sidran’a göre: “Sanat, acı ve gözyaşlarından gelir. Güzel şiir yazmak zor değildir, yazmanın nedenlerini yaşamak zordur.” Tam da bu doğrultuda; onun şiirleri, onun kanı ve ruhuyla akar. Her dizesi ikinci bir benliktir. Stilistik figürlerin her biri kendisine aittir. Onun şiirlerinin etkileyici tarafı belki de budur.

Bunu bir düşünelim.

İlk şiirlerini 1970 yılında Şahbaza adlı altında kitaplaştırdı. En bilinen diğer şiir kitapları: 1976 yılında yayınlanan Kemik ve Et (Kost i meso), 1979 yılında yayınlanan Saraybosna Derlemesi (Sarajevska Zbirka). Bir de 1988 yılında yayınlanan Ruhun Hastalığı (Bolest od duse), 1993 yılında yayınlanan Saraybosna Tabutu (sarajevski tabut) ve 2007 yılında yayınlanan Moriya (Morija).

Kendisini “Saraybosna şairi” olarak ifade eden Abdulah Sidran’ın, en değerli şiir yapıtının Saraybosna Derlemesiolduğunu söyleyebiliriz. Eleştirmenlerin genel kabulü, bu kitapta yer alan şiirlerin, bugüne kadar Saraybosna hakkında yazılan en iyi şiirler olduğu yönündedir. Önceden tasarlanmış şiirsel bir bütünlük içinde kaleme alınan bu kitap, Abdulah Sidran şiirini, çağdaş Bosna Hersek edebiyatının temel taşlarından biri durumuna getirmiştir.

1993 yılında, Bosna Savaşı esnasında yayınlanan Saraybosna Tabutu (sarajevski tabut)isimli şiir kitabında yer alan şiirlerde, keskin dizelere, açık yürekli ve derin düşünceli metinlere yer vermiştir. Bu kitapla Fransız Pen Merkezi’nden Özgürlük Ödülü almıştır.

1993 yılı Sidran’ın hayatında bir başka değişimin de başlangıcı oldu. İkinci eşi Sabiya, bu yıl, Gorajde’den Saraybosna’ya taşınarak, komşusu oldu. İki yıl sonra da evlendiler. Bu evlilikten, Tarık isminde bir oğlu ve Amra isimli bir kızı dünyaya geldi.

Abdulah Sidran’ın kreatifliği, şiirsel sanat ve gazetecilik dünyasının yanı sıra sinemaya da dokunmuştur. Senaryolarında genellikle yumuşak huylu ve duygusal kişiler karakterize etmiştir. 

Bosna Savaşı esnasında Sırp saldırganlar ile saf tutmayı tercih eden Emir Kusturitsa’yı meşhur eden Dolly Bell’i Hatırlıyor musun? (Sjecas li se Dolly Bell?) isimli filmin senaryo yazarıdır. Bu eseri, 1982 yılında roman olarak da yayınlanmıştır. 

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazanan Babam İş Gezisinde (Otac Na Sluzbenom Putu) filmi, Kusturitsa ismini meşhur eden, bir diğer Sidran senaryosudur. Bu film aynı zamanda En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü’ne aday gösterilmiştir.

Dolly Bell’i Hatırlıyor musun?, Babam İş Gezisinde ve Kusursuz Çember (Savrseni Krug)filmleri, Sidran’ın şiirsel sinemaya yakınlığının en belirgin örnekleridir. Andrei Tarkovsky’nin, bir izleyici olarak, kendisini en çok etkileyen Andrei Rublev filminin yönetmeni olması da aynı sebeptir. Öyle ki bu filmi sinema tarihinin en büyük eseri olarak nitelendirmektedir. 

Sidran, Tarkovsky’den sonra Bergman, Bertolucci, Fellini gibi isimlerin filmlerine de hayranlık duyuyor. Filmlerinde, demiryolu ve tren etrafında şekillenen hayatları merkeze alan Pietro Germi de onu kişisel olarak etkileyen bir başka İtalyan yönetmendir.

Boşnak şair ve senaryo yazarı Sidran, filmlerinde de Bosna hakkında konuşmaktan, vatan topraklarını savunmaktan geri durmadı. Günümüzde en Sırp milliyetçi seslerden biri olarak bilinen Emir Kusturitsa ile yakın dost iken; Sırp saldırganların Bosna Hersek’i yok etmeye çalışmaları sebebiyle, yollarını ayırmıştır. 

Sidran, “Bosna’nın ölü sermayesi” veya “hisli serseri” gibi kendisi hakkındaki hakaretamiz sözlerine rağmen eleştiri sınırları içerinde kalarak, Kusturitsa ile yollarını ayırma gerekçesini şöyle ifade ediyor: “Hakkımda çok çirkin sözler söyledi. Ben ise onunla ilgili hiçbir şey yazmadım. Kusturitsa’nın kariyeri düşüşe geçti. Bunu sadece ben söylemiyorum. Batılı eleştirmenler ve analistler de bu fikri savunur. Dünyadaki film eleştirmenlerine göre onun kariyerinde sadece iki film öne çıkar: Dolly Bell’i Hatırlıyor musun? ve Babam İş Gezisinde. Bu filmlerdeki ana karakterler, somut ve gerçek hayattan idi. İdeolojinin ve tarihin kurbanı olan insanlardı. Kaderlerinin örüldüğü düzlemde devleti, ideolojiyi, tarihi hissederdik. Bu ögeler, kesinlikle arka plan unsurlarıydı. Kusturica’nın sonraki filmlerine baktığımızda ise ana kahraman devletin, ideolojinin veya tarihin kendisi oldu. Ana karakterler, bu güçlerin kölesi olarak, bir sembolik anlatıma hizmet etti. Bu çok keskin bir ayrımdır.”

Ademir Kenoviç’in yönetmenliğini yaptığı ve kendisinin de babasının gerçek hayattaki mesleği olan demiryolu memurunu canlandırdığı Kuduz (Kuduz) filmi, onun, bir başka başarılı senaryo işçiliğidir. Sloven yönetmen Stefan Arsenijevic’in çektiği Burulma (Torzija) adlı kısa filmi de unutmayalım. 

Kusturitsa filmleri hariç, ülkemizde gösterime girme şansı bulan tek çalışması Kusursuz Çember filmi olmuştur.

Saraybosna’da Bayram (Praznik u Saraejevu)O Da Geçecek (I to ce proci), Katarina Kozul’un dönüşü (Povratak Katarine Kozul) diğer çalışmaları arasındadır.

Kendisini vatansever bir entelektüel olarak nitelendiren Sidran, savaşın kapıya dayandığı günlerde, sinema sektöründeki çevresi vasıtasıyla, Paris’te yaşaması için teklif almıştır. Emir Kusturitsa, ona özel uçak göndermeyi teklif etmiştir. Sidran, tüm bunları kabul etmemiş, elinin tersiyle itmiştir. Buna karşılık Miloşeviç, Emir ismini ve İslam dinini bırakan, Nemanya Kusturitsa’ya Karadağ sahilinde bir ev hediye etmişti. Kusturica’nın bu ‘hediyeyi’ kabul etmesine, Sidran’ın yorumu şu şekilde olmuştu: “Ne budala ama! Bir ev sahibi oldu ama koca bir şehri kaybetti.”

Bununla birlikte: Sidran ile Kusturitsa arasındaki ilişki, her zaman tartışma / eleştiri konusu olmayı sürdürdü. Özellikle savaştan sonra gözünde yaşadığı sağlık sorunu giderme konusunda Kusturitsa’dan maddi destek aldığı yönündeki rivayet, Sidran’a ağı eleştiriler yöneltilmesine sebep olmuştu. 

Bu dipnotun ardından, biz yeniden savaş yıllarına dönelim.

Sidran, elinde tüfekle cephede savaşmasa da cephedeki askerlere moral vermek için hep yanlarında olmuştur. Savaş yıllarında sıklıkla dile getirilen “Abdulah Sidran bile terk etmiyorsa, Saraybosna’da hala hayat var” cümlesi, onun halk üzerinde sağladığı motivasyonun bir neticesidir. Her türlü zorluk ve imkânsızlığa rağmen neden bu şehirde kalmaya devam ettiğini şöyle anlatır: “Saraybosna’yı terk etmeyi kendime ayıp sayarım. Kaleme aldığım bütün eserleri, Bosna’ya borçluyum. En zor zamanlarda ülkemi asla terk edemezdim.

Aynı duruşu, savaştan sonra, Srebrenitsa için çekeceği bir filmde de sürdürmüştür. Ülkesinin ekonomik durumunun sineme sektörünü desteklemeye elverişli olmaması sebebiyle, Hollandalı yapım şirketleriyle çalıştı. Hollandalı şirketin hakikatlerden uzak bir senaryo arzu etmesi üzerine ortak çalışmadan çekildi. 2019 yılında Anadolu Ajansı’na verdiği bir röportajda bu durumu şekilde anlatmaktadır: “Genellikle Batılı ülkeler, bizim senaryolarımızı kendi kurallarını koyarak değerlendirir film yaparlar. Hollandalı bir yapım şirketi, Srebrenitsa konusunu bizim gerçekliklerimiz dışında işlemek istedi. Özellikle suç bakımından simetrik bir suçlama tarzında bir yaklaşım söz konusuydu. Bunu kabul edemezdim.”

Aynı röportajdan öğrendiğimize göre; Sidran’ın, dört sağlam senaryosu daha var. Onları, çocuklarına miras olarak bırakmayı düşünüyordu. 

Abdullah Sidran, hiçbir zaman karamsar olmadı. Daha güzel zamanların geleceğine; filmlerin en güzel şekilde çekileceğine, dair umutlarını her zaman muhafaza etti.

Sidran, hayatı boyunca, Türk ve Türkiye dostu olmuştur. “Şunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, bizim bu gezegende Türkiye’den başka bir dostumuz yok” sözleriyle bu dostluğu dile getirmekten geri durmamıştır.

1992 yılında Zvornik şehrinde şehit düşen Boşnakların trajik hikâyelerini konu edinen Ben Kendi Kalbimi Zvornik’te Bıraktım (U Zvorniku ja sam ostavio svoje srce)isimli tiyatro oyunun Türkiye’de sahnelenmesinden büyük gurur duyarken, diğer eserlerinin de ülkemizde yayınlanmasını çok arzu ediyordu. 

Her ne kadar kendisi bunu göremeyecek olsa da bu arzusu çok yakında gerçekleşecek. Tenimin Bedelini Satın Almak (Otkup Sirove Koze) isimli babasının hatıralarını konu edinen eseri, çok yakında Ketebe Yayınevi tarafından, Türk okurları ile buluşturulacak. Kendisi bunu göremeyecek dedim. Çünkü Bosnalı ünlü şair ve senarist, 23 Mart’ta dünya yolculuğunu tamamlayarak, ebedi âleme göçtü. 

Savaştan sonra Gorajde’ye taşınan Sidran, ömrünün kalan yıllarını bu şehirde geçirdi. Ancak hiçbir zaman Saraybosna’dan tamamen kopamadı. Gorazjde – Saraybosna hattında sayısız yolculuklar yaptı. Bu yolculuklardan bir tanesi 2009 yılında, kitaplarını imzalatmak üzere, Boşnak EnstitüsüAdil Zülfikarpaşiç Vakfı‘ndaki buluşmamızla gerçekleşmiştir. Hırvat devlet televizyonu HRT’ye röportaj verdikten sonra kitaplarını imzalarken, hayretle, “Bu kitapları nereden buldun? Birkaçı bende bile yok” demişti. 

Her ne kadar 2008 yılında sigara ve alkol kullanmayı bıraksa da bu ikiliyle uzun yıllar devam eden dostluğu pandemi döneminde kendisine zor günler yaşattı. Dört yılı aşkın bir süre devam eden Saraybosna’daki Sırp ablukasının ardından, yoğun bakımda oldukça ağır ve uzun süren, korana virüsü imtihanını da atlattı.

Abdulah Sidran ile en son yüz yüze görüşmemiz 20 Aralık 2022 yılında, Saraybosna’daydı. Yunus Emre Kültür Merkezi’nin “Balkan Edebiyatından Türkçeye Tercüme Edilen Kitaplar” üst başlıklı programa Furkan Çalışkan ile birlikte katılmıştı. Ketebe Yayınevi’nin Balkan Kitaplığı çalışmasından övgüyle bahsedip, bu serinin bir parçası olmaktan büyük bir gurur duyduğunu ifade etmişti.

Yazımızı Nihat Genç’in Karanlığa Okunan Ezanlar isimli kitabında Abdulah Sidran için söyledikleri ile bitirelim: “Ben savaşa karşıyım gibi entel laflar ile başlayıp, vicdansız ve ruhsuz kelime oyunlarına başvurmadı. On binlerce aydınını savaşta kaybeden Boşnaklar için Sidran, sadece yazar değil, bir destan!”

Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun inşallah.

Etiket /