Yazarlar

Modernliğin Çocukları Olmak Ve/Ya Da Eşyaya Kutsallık Atfetmek

Bilindiği gibi “modernlik”, 17. yüzyılda Batı’da başlayıp, Aydınlanma ve Sanayi devrimiyle devam eden, önce zihni, daha sonra da buna bağlı olarak ortaya çıkan sosyal, kültürel, ekonomik alanlardaki büyük dönüşüme verilen isimdir. Batı’ya ait, Batı’nın yaşadığı bir süreç ve sonuçlarına verilen isim olan modernliğin, Weber’in ifadesiyle en ayırıcı vasfı rasyonalitedir. Yani modenlik; dini, vahyi, inancı ve […]

Bilindiği gibi “modernlik”, 17. yüzyılda Batı’da başlayıp, Aydınlanma ve Sanayi devrimiyle devam eden, önce zihni, daha sonra da buna bağlı olarak ortaya çıkan sosyal, kültürel, ekonomik alanlardaki büyük dönüşüme verilen isimdir. Batı’ya ait, Batı’nın yaşadığı bir süreç ve sonuçlarına verilen isim olan modernliğin, Weber’in ifadesiyle en ayırıcı vasfı rasyonalitedir. Yani modenlik; dini, vahyi, inancı ve metafiziği dışlayan, onların yerine yanılmaz olduğunu iddia ettiği aklı merkeze koyan, sadece akıl, gözlem ve deney sonucu elde edilen bilgiyi kabul edip, diğer bütün bilgi çeşitlerini dışlayan pozitivist bir anlayış üzerine kurulmuştur ki ; buna göre artık, modern dünya  dine ait olmayan, metafiziğin sözünün bile edilemeyeceği seküler bir dünyadır.

Modern Batı ve onun öykünücüleri nezdinde modernlik öyle yüce ve kapsayıcı bir olgu olarak görülüp, takdim edilmektedir ki, bu bakış açısından modernlik; ne salt bir eylem, ne zihinsel bir dönüşüm, ne de tarihin belli bir dönemi ile açıklanabilecek bir olgudur. O, tüm bunları da içkin ama aynı zamanda, zamana da ilişkin bir terimdir; yani günümüze ait bir dönemi, kendisinden kalkarak tanımlama çabasında olan bir bilinç durumudur. Böyle olunca da son dört yüz yıllık dönem ve dönemin karakteristikleri hep modern paradigma içinden ele alınmakta, sanki, son üç-dört asırdır gök kubbe altında olmuş bitmiş ne varsa modernliğin ürünü olarak lanse edilmekte, adeta dayatılmaktadır.

Şöyle bir gözden geçirelim; hayatımızda “modern” terimi ne kadar çok yer  almaktadır;  Modern zamanlar, modern dünya, modern şiir, modern felsefe, modern düşünce, modern sanat, modern yaşam, modern giyim, modern ideolojiler vs. Bakıyoruz da, modern kavramının hayatımızda meşgul etmediği hiçbir alan bırakılmamış gibidir, böyle olunca da tüm yapıp etmelerimiz ya modernliğin mihenk taşına konularak ya da modernliğin ürünü olduğu söylenerek değerlendirilmektedir ki, bu, hem büyük bir yanlış hem de modernliğin insanlığa armağan (!) ettiği onca sömürü, vahşet ve tatminsizliği -bilerek veya bilmeyerek-manipüle etmeye yönelik, zımnen insanlığa bu zulmü onların olmazsa olmaz kaderiymiş gibi sunan tahakkümcü bir yaklaşımdır. Tabii siz son dört asırdır gökkubbe altında olan biten her şey dolaylı veya dolaysız modernliğin ürünüdür safsatasına inanırsanız, o zaman şiirinizin de, giyiminizin de, mimarinizin de ve hatta inancınızın da “modern “ etiketiyle tanımlanmasına ses çıkaramazsınız. Peki durum böyle midir ? Modern sanat, modern şiir, modern yaşam, modern dindar vs. gibi tanımlamalar gerçekte homojen bir yapıya tekabül etmekte midir ? Bu soruya hayır cevabını vermek için çok bilgi sahibi olmaya gerek yoktur. Yani modern diye nitelenen olguların çoğu kendi içlerinde farklı farklı mahiyetlere bürünmekte/bürünebilmektedirler ki bu, modernliğin iddialarıyla asla açıklanamayacak bir durumdur. Ayrıca her yeni ortaya konulan ürün ya da gelişmenin önüne “modern” sıfatı yapıştırmak sadece Batı dışı toplumlarda değil,  Batı toplumlarında da bir sorun teşkil etmektedir. Çünkü tekrara düşmek pahasına yine ifade edelim ki, her şeyden evvel zihinsel bir durum olan ve seküler (dünyevi ) olana yönelen modernliğe, her  alanı kapsayacak  kadar  büyük bir güç atfedilmesi  sapla samanın birbirine karışmasına yol açacak sorunlu bir yaklaşımdır.

Sorunludur, çünkü  modernlik yukarıda da belirttiğimiz üzere öncelikle seküler bir zihniyetin tezahürüyse, bunun her alanda ve her şey için geçerli olması kesinlikle söz konusu olamaz. Örneğin modern şiirden söz ediliyorsa ve bununla kastedilen geleneksel şiir dilinden farklı bir biçim ve imge anlayışı ise, sadece bu şiirin diline bakarak, modern şiir tanımlaması yapmak ne derece doğrudur. Aynı şiir dilini kullanarak metafizik kaygıları önceleyen ve gelenekten beslenen bir şairle ( Örneğin Sezai Karakoç), yine benzer dille ama çok farklı bir zihni duyarlılığın sözcüsü olan bir şairi (Örneğin, Edip Cansever), Modern Türk Şiiri kategorisi altında ele almak ne derece  sağlıklı olacaktır. Bu örneği düşünsel tercihlerin birebir yansımadığı maddi alana uyguladığımızda ise durumun garabeti daha da belirginleşecektir.

Sezai Karakoç
Edip Cansever

İş artık öyle zıvanadan çıkmıştır ki, insanlar uçağa bindiği, takım elbise giydiği, bilgisayar kullandığı için modern sayılabilmekte, hatta, modernliğe yenik düşmekle itham edilebilmektedirler. Oysa hiçbir nesne kendi içinde bizatihi bir anlam ifade etmez. Bir aygıtın kullanılmasının, (Burada insanlara zarar vermek amacıyla icat edilen silah vs. gibi ürünlerden bahsetmiyoruz) örneğin bir bilgisayar, ya da baskı makinası veya televizyon, içeriğinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Siz, aynı bilgisayarı bilgi amaçlı kullanırken bir başkası müstehcen amaçlı kullanabilir. ( Kuşkusuz bir ürünü icat edenlerin o ürünü hangi kültürel saiklerle ve ne yönde kullanmak istediklerine ilişkin niyetlerini de göz ardı ediyor değiliz. Bizim vurgulamak istediğimiz konu, total bir bakış açısının barındırdığı tehlikelere dairdir.) Yani kullananın, niyeti ve kullanım şekli hesaba katılmadan eşyayı modernliğin göstergesi ilan etmek bizatihi “eşyaya kutsallık atfetmek” anlamına gelir ki, bunun ne kadar tutarsız bir yaklaşım olduğu çok açıktır.

Burada, eşyaya kutsallık atfetme eleştirimizin, meşhur “Batı’nın  bilimini ve teknolojisini alıp, kültür ve ahlakını dışarıda tutmak” anlayışıyla  paralellik arz ettiği gibi bir yanılgıya düşülmemeli. Kuşkusuz yukarıda da vurguladığımız gibi teknolojik ve bilimsel gelişmeler ,kültür ve hayata ilişkin temel felsefelerden yalıtık olarak ele alınamaz; teknoloji kendi başına bir kutsallık  taşımasa bile, bir tüketim politikası ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğine dair bir bakış açısının ürünüdür. Batı Medeniyeti, salt maddi öncüller üzerine kurulduğundan ve yaşanılan çevreyle dost olmak yerine mücadele edip, çevreyi ele geçirmeyi temel meselesi olarak gördüğünden, kuşkusuz ürettiği her şeyde fayda prensibini göz önüne almaktadır ve alacaktır. Ancak, bütün bunlar , yine de o ürüne kendi başına bir zatiyet izafe etmemizi gerektirecek kadar ifrata düşmemize neden olmamalıdır. Bu sebeple, Batı’nın teknolojisini alıp, kültürünü dışarıda bırakmak anlayışındaki en sağlıklı olmayan taraf, “güç”e yüklenilen anlamda yatmaktadır. Şöyle ki; Batı’nın maddi güç eksenli iktidarını, gerçek iktidar; teknolojisini de bu iktidarı sağlayan/sağlayacak biricik yol olarak görmek, daha baştan sorunlu ve bölünmüş bir zihniyete işaret etmektedir. Özellikle biz Müslümanlar için düşündüğümüzde, bizi mutlu kılacak ; bize, yaşadığımız çevreye ve tüm insanlığa huzur  götürecek “kanaat, tevekkül, şükür” gibi ilkelerimizle , insanlığın yönünü bambaşka ufuklara çevirecek bir dinimiz varken ve bu din hem  kutsal kitabımız Kur’an-ı  Azimüşşan , hem  Efendimiz’in (s.a.v.) hadis ve pratiği, hem de tarihi-sosyolojik yaşanmışlıklarıyla capcanlı gözümüzün önünde dururken, başka “güç” ve “iktidar”  araçlarına yönelmek, hatta daha vahimi “güç” algımızı değiştirmek , üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir durumdur;  hele de böyle kutlu bir ayetle müjdelenmişken “Gevşemeyin ve  üzülmeyin.. Eğer  İnanmış iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i İmran 139 ) “

Voltaire , Kutsal Roma İmparatorluğu için: “Ne kutsal, ne  Romalı ne de imparatorluktu” der.  Modernlik dediğimiz olgu da Batı coğrafyasına gökten zembille inmiş değildir. İnkar ettiği, küçümsediği, geleneksel bulduğu kendinden önceki  Ortaçağ Batılı ( hatta Batı dışı ) değerlerden olabildiğince faydalandığı da bir vakıadır. Bir de Batı dışı toplumların son yüzyıllarda gerçekleştirdikleri her şeyin neredeyse tamamının Modernliğin ürünü olduğu “masalı”na bakalım. Bu tez hem Batı aklı olmadan hiç bir şey üretilemez anlamına gelmekte, hem de üretilmedi iddiasını içermektedir. Peki öyle midir? Elbette hayır! Dünyanın çeşitli coğrafyalarında çeşitli kültür ve medeniyetlerin yaşadığını biliyoruz. Bunlar sadece modernlik öncesi değil modernlik sonrası da varoluşlarını anlama ve anlamlandırma konusunda farklılıklar arz etmişler ve bunu da hayatlarının her aşamasında göstermişlerdir. Şimdi o kadar kadim medeniyet ve kültür varken ve her toplum kendi kültürüyle ve hayatı algılama biçimiyle farklı bir fotoğraf oluştururken, o toplumlar için “son yüzyıllarda ne ürettilerse modernliğin eseri” demek saçmalık değil de nedir? Bu iddianın gerçeklere tekabül etmemesinden daha tehlikeli olan yanı ise, içinde zımnen barındırdığı “Bir gün herkes modern aklın buyruğu doğrultusunda hareket edecek” tezidir ki, modern Batı’nın her şeyin önüne “modern” kelimesini ekleyerek insanların bilinçaltına bu telkini yerleştirme çabasının sebebi budur.

Bir de, son üç-dört yüzyılın modernliğin eseri olduğu illüzyonuna İslâmî açıdan bakalım. İslâm gibi insanlık için en büyük hakikat medeniyetini kurmuş bir dinin mensupları için, bırakınız böyle bir iddiada bulunmayı, “Düşünce ve fillerinde az da olsa modernlikten etkilenmişlerdir” gibi bir iddia da bulunmak dahi, bu yüce dine ve onun mensuplarına hakarettir. Burada kutlu İslâm dîni ve İslâm medeniyetinden söz edecek değiliz, ama vahiyle anlamlanmış, vahyin yol göstericiliğindeki sırat-ı müstakim üzere olan bir aklı; değil vahiyden nasibini almamış, aksine vahyi inkar edip, kendini putlaştıran bir akla ve onun yapıp ettiklerine muhtaçmış gibi göstermek, ikisini aynı kefeye koymak bile kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bu nedenle, “modern zamanlar”(!) daki her şeyin modernliğin ürünü, kendilerinin de “modernliğin çocukları” olduğu masalını terennüm edenlerin şapkalarını önlerine koyup bir kez daha düşünmeleri gerekmektedir.