Başlangıcını 15 Mart kabul edelim; salgın/pandemi/covid denilen bu zor imtihanla karşılaşmamızın. Önce biraz şaka, sonra korkunç görüntülerden oluşan korku koridoru, havaların ısınmasıyla gevşeme ve ardından “Bu yıl mevsimsel gribin adı Covid’tir” açıklamasıyla hepimizi saran kaygı ve endişe. Hemen hemen hepimizin bir yakını, kendisi veya ailesinden birileri bu zor imtihanla karşı karşıya kaldı. Hatta birçok dostumuz ahiret yurduna göç eyledi.
Öyle ya da böyle, kolay ya da zor hayat devam ediyor. Ticaret erbabı ve esnaf zorlanıyor, işler onlar için oldukça çetin. Eve ekmek götürme derdinde olan asgari ücretli çalışan ise artan enflasyonla mücadele etmek için sosyal yardımlara başvurmak zorunda kalıyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada devletler, sosyal yardımlarla toplumu ayakta tutmaya çalışıyor. Batı için büyük bir kabus bu. Bizim gibi doğulu toplumlarda ise toplumsal dayanışma duygusunun öne çıktığı ya da çıkması gereken zamanlar. Ekmeğimizi bölüşmeyi öğrenmeliyiz -modern zamanlarda da olsak-… Aza kanaat etmeyi, eşyalarımızı tamir etmeyi, sürekli yeni almak yerine başkasının hakkı vardır diyerek tasadduk etmeyi daha fazla hissetmemiz, yaşamamız gereken günlerden geçiyoruz.
Bunu kabullenmek ve alışkanlıklarımızdan vazgeçmek zor geliyor hepimize.
Bilmeliyiz ki, ancak dayanışma içinde olabilirsek ve yardımlaşırsak bu zorluğu kolaylığa çevirebiliriz. Aksi halde toplumsal değerlerimizin omurgasını çökertecek bu süreç. Bizi biz yapan değerler, büyük yara almış, yıpranmış durumda. Şimdi belki de “insansı insan” dönemine doğru ilerliyoruz. Bunu yapabilirler mi ya da gerçekleşebilir mi, inşallah gerçekleşmez ama bunu “oldurmak” isteyen birilerinin varlığı gün gibi ortada.
Siyaset, toplum, birey, devlet, ekonomi ve diğer tüm sosyal ve siyasal alanlar bu süreçten yüksek oranda etkilendi. Bunların yanı sıra etkilenen bir diğer alan da şüphesiz Kültür – Sanat alanı.
Kültür ve Sanat faaliyetlerini dijital alana taşımak aslında epey zor bir iş. Çünkü meselenin ruhunda zaten hissetmek var. Kültür ve sanat üretimi için ve doğru bir şekilde onu kitlelerle buluşturmak için “görmek, bakmak, dokunmak, izlemek, müşahede etmek, karşılıklı etkileşim kurmak, duyguyu aktarmak” gerekir.
Sinemalar ve tiyatrolar kapalı, yayınevleri zorda, sanat galerileri satış yapamaz halde, edebiyat ortamları, buluşmalar yapılamıyor, konuşmalar, sohbetler neredeyse durmuş vaziyette. Sadece online olarak yapılan işler izleyiciyle buluşabiliyor veya yazılar ekranlara aktarılıyor.
Ancak online çalışmaların kültür aktarımı için hedeflenen şeyi sağladığından hiçbirimiz emin değiliz. Olmamasından iyidir babında, yapmaya devam ediyoruz sadece. Online sergi açılışları, online kültür konuşmaları vs…
Bunların hiçbirisi aslolan şeyin yerini elbette alamıyor. Alması da beklenemez. Sadece yeni normal bu diyerek, umutla pandemiyi atlatacağımız günleri bekliyoruz.
İbrahim Kalın neden Armağan Çağlayan’a konuk oldu?
Her aktivite dijitale taşındığı için Z kuşağını mecburen yakalamak zorunda hissettik kendimizi. Ama her şeye geç kaldığımız gibi bu alanda da geç kalmışlığımız bir kez daha gün yüzüne çıktı. İbrahim Kalın Bey bile geniş dijital çevre ile buluşabilmek için Armağan Çağlayan’a çıkmak zorunda hissetti kendisini. Çünkü o kitle TV izlemiyor, haberlere sadece mobilden bakıyor, okuyor, Youtube ve Instagram gibi trend mecralarda geziniyor. İstediği zaman oyun oynuyor, istediği zaman müzik dinliyor, istediği zaman bilgi edinmek için mecralarda ne var ne yok diye bakıyor.
Armağan Çağlayan’ı yücelttiğim düşünülmesin. Sadece vakıayı anlamaya yardımcı olsun diye verdiğim bir örnekti. TV ekranlarında yapılan iyi işleri yok saymıyorum ama artık ana mecra TV ekranları değil, bunu görmemiz lazım.
İnsanlar TV’de ne izliyor, inceleme imkanınız oldu mu hiç?
Sadece ‘Acun Ilıcalı neden medya patronu oldu?’ sorusunun cevabını anlarsak aşağı yukarı toplumun TV’de ne izlediğine dair kanaat sahibi olabiliriz.
Ne yapalım, biz de onun gibi mi yapalım, dediğinizi duyar gibiyim. Yok, hayır yapmayalım elbette. Neyi, nasıl yapacağımıza ilişkin bir kanaat sahibi olabilmek için bazı şeyleri de bilmek icap etmez mi?
Armağan Çağlayan’ın İbrahim Kalın Bey’le gerçekleştirdiği pop-söyleşinin son baktığımdaki izlenme oranı 660 bini geçmişti.
Hadi bir kıyaslama olsun diye Serdar Tuncer ve Bekir Develi’nin yaptıkları “MyMecra” ve “Peynir Gemisi” programlarındaki son izlenmelere de bir göz atalım. Youtube’da Serdar Tuncer dostumuzun yeni başladığı “MyMecra” kanalında en çok izlenen program 91 bin görüntülenmenin biraz üzerinde. Bekir Develi’nin “Peynir Gemisi” kanalında ise en çok izlenen Yusuf Kaplan ile söyleşisi 93 bin görüntülenme civarında. Bir hafta önce yayınlanmış bu söyleşi. Bekir Develi’nin Muhammed Emin Yıldırım Hoca ile yaptığı, Ramazan ayında yayınlanan seri programlarından bazıları 350 bini geçmiş görüntülenme olarak. Yani zaman ilerledikçe görüntülenme oranları da yukarı doğru tırmanıyor. Bunlar başarılı olarak gördüğümüz çalışmalar. Gayretleri için elbette müteşekkiriz. Bu yayınlara destek olan herkese ayrıca teşekkür etmek lazım.
Bir aşağılık kompleksine kapılmış değiliz, hayır. ‘Armağan ya da Cüneyt çok güzel yapmış, biz beceremiyoruz bu işleri’ demiyorum. Daha iyisini yapmalıyız diyorum. Bunu başarmak için kafa yormak ve kafa patlamak lazım diyorum. Kültürü ve değeri popüler isimler ve mecralar taşıyor. O sebeple geç de olsa keşfettiğimiz bu alanlarda daha çok çalışmalıyız, daha özgün işler çıkarmalıyız diyorum.
Bizde güzel işler yok mu?
Değerli dostum İsmail Halis TVNET’te yöneticilik yaptığı dönemde bu eksikliği yakinen fark etmiş isimlerden biriydi. Yine değerli kardeşim Ümit Sönmez dijital alandaki boşluğu fark eden isimlerden biridir. Mesele elbette imkan meselesidir biraz ama imkanları oluşturmak için çaba içinde olmak ve iyi çalışmalar ortaya koymak gerekiyor.
Albayrak Medya Grubu’nun “gzt ve “Mecra” isimli dijital platformları yeni kuşaklar için dijital alanda yapılan iyi yatırımlar ve mutlaka güçlendirilmeli. Mobil yazılımı olmayan ve dijitale aktarılamayan her bilgi durağan bilgidir. O sebeple pandemi sürecini her anlamda doğru değerlendirmek için hiç değilse dijital alandaki kültür, sanat, fikir, düşünce ve değerlerin aktarımı anlamında daha çok yatırıma ve çalışmaya ihtiyaç var. Talep eden yok zannetmeyin, talep eden milyonlarca insan var. Taleplerini size ulaştırmazlar onlar. Sadece o mecralarda dolaşıyor ve önüne düşen şeyi izliyorlar. Bazen seçerek bazen rastgele bazen de talip olarak.
O halde daha fazla üretmek, daha doğru ve dikkat çekici bir dil ve üslupla bunu yapmak ve nasıl yapabileceğimiz noktasında kafa yormak üzerimize vaciptir.
Her şey dijitalizm demek değildir ama herkesin elindeki mobil cihazlar üzerinden bilgiye ulaştığı bir ortamı, ‘Kitap okuyun gençler!’ diyerek atlatamazsınız.
Vesselam…
Yorum ekle