Yazarlar

Himalaya eteklerinden süzülen kan: Keşmir

Keşmir’in meselesi, sudan bir meseledir aslında. Adı da kaderi de suyla yakından alâkadardır. Keşmir, kadim Sanskrit dilinde sudan kurutulmuş arazi manasına gelir. Muhtemelen bir gölün çekilmesine atıf vardır burada. Himalayaların eteklerinden akan derelerin toplandığı vadi, olanca haşmeti ve bereketiyle zaman ırmağı boyunca cazibesini korumuştur. Bilinen ilk istilacıları, milattan hemen önceki asırlarda Kuşanlar ve Ak Hunlar […]

Keşmir’in meselesi, sudan bir meseledir aslında. Adı da kaderi de suyla yakından alâkadardır. Keşmir, kadim Sanskrit dilinde sudan kurutulmuş arazi manasına gelir. Muhtemelen bir gölün çekilmesine atıf vardır burada. Himalayaların eteklerinden akan derelerin toplandığı vadi, olanca haşmeti ve bereketiyle zaman ırmağı boyunca cazibesini korumuştur.

Bilinen ilk istilacıları, milattan hemen önceki asırlarda Kuşanlar ve Ak Hunlar gibi eski Türklerdir. Sarp ve geçit vermez cesametiyle İskender’i bile eli boş göndermiştir. Budizm’in anayurtlarından olan bölgenin İslam’a açılması Haccac’ın iki ordusuna nasip olmamış, Gazneli Mahmut gibi büyük bir fatih bile iki sefer denemesine rağmen vadiyi zapt edememiştir. Bu şan, Müslüman tacirler ve dervişler tarafından bölge tedricen yumuşatıldıktan sonra 1540’larda Babür’ün yeğenine müyesser olmuştur.

1820’den sonra çeyrek asırlık bir Sih tasallutu Müslüman ahaliyi canından bezdirmiştir. Ezan ve namaz yasaklanmış, inek kesmek ölümle cezalandırılmıştır. Ağır vergi yükü de zorbalığa eklenince Müslümanların bir kısmı çareyi Lahor tarafına hicrette bulmuştur. 1846’da İngilizler ele geçirdikten sadece bir hafta sonra Cammulu Hindu bir korsana halkıyla birlikte peşkeş çekmişlerdir. 7 buçuk milyon rupi. Nüfus göz önüne alınırsa bir Keşmirli için 7 rupi fiyat biçilmiştir. Olmadık vergilerle iliklerini emen, Müslümanları köle düzeni içinde çalışmaya zorlayan bu korsanın oğlu kaderini tayin hakkını az bir pahaya satarak da Keşmir’in kaderini ebediyen değiştirecektir.

Uzun Bacaklı İngiliz

1857’de son Babürlü hükümdarı İngilizlere mağlup oluncaya değin Hindistan 1000’li yılların başından itibaren Türk menşeli hanedanlar tarafından idare olunmuştur. Hindistan gibi çok dilli ve dinli bir ülkeyi bu uzun asırlar müddetince birlik içinde idare etmiş olmak görmezden gelinebilecek bir sicil değildir. İngilizler 90 yıl hükmettikleri ülkeyi giderken en az iki parçaya bölmeye muvaffak oldular. 8 asırlık hâkimiyete karşılık -Urducanın adıyla beraber tek tük birkaç kelime hariç- Türkçenin esamisi okunmazken İngilizceyi yerli halka resmi dil olarak bırakmayı da ihmal etmeyerek.

Üzerinde güneş batmayan impartorluğun çocukları ilk kolonilerini kurdukları andan itibaren Müslümanlarla yıldızları hiç barışmadı. Çünkü en çok direnç ve direnişle onlarda karşılaştılar. Yerli halktan işbirlikçi elit bir zümre seçerlerken elemeleri geçenler ekseriya Hindu ve Sihlerdi. Müslümanlar cezalandırılmış, paryalaştırılmıştı.

İngilizler kalıcı olmak üzere gelmişlerdi, sömürge sisteminin devamı uğruna ne kıyımlar yapabileceklerini defaten uygulamalı göstermişlerdi de. Neylesinler ki gitme vaktiydi. Dünya savaşları takat bırakmamıştı. Kolonileri terk etme mecburiyeti inkâra mecal bırakmayınca geriye iki sual kalmıştı: Kime ve nasıl?

 Uzun bacaklı İngiliz, içinden çıkılmaz sınır ihtilafları icat etmek suretiyle kavga eden halklar bırakmaya karar kıldı. Sürekli iç sıkıntılarla meşgul, ayağa kalkması müşkül, müstakbel müdahaleler için elverişli… Başardı da.

Kurt Taksimi

1947’de Hindistan takriben 390 milyon idi. Taksim sonrası 330 milyonu Hindistan’a, 30 milyonu Pakistan’a, 30 milyonu da daha sonra Bangladeş olacak olan kısma kalıyordu. 15 milyona yakın insan güvenli bir yurt bulma uğruna kimi o yana kimi bu yana sınırlardan permeperişan vaziyette geçti. Bunca insanın köklerinden sökülerek oradan oraya aktarılmasının ne tür yıkımlara ve hesaplaşmalara yol açacağı bilinmiyor muydu? Müslüman’ı, Hindu’su, Sih’i gözü dönmüş bir hercümerce yuvarlandılar. Kitlesel kan dökücülük ve linçe garip bir iştiyak duyan o meşhur Asyalı gen tüm altkıtayı esir aldı. Tarihin tanık olduğu en korkunç boğazlaşmalardan birinde bazı tahminlere göre iki milyon insan canından oldu.

Plana göre irili ufaklı 560 feodal beylikten, prenslikten her biri nüfus yapılarına ve coğrafi konumlarına göre Pakistan veya Hindistan’dan birine katılma beyanında bulunacak yahut da dilerlerse bağımsızlıklarını ilan edeceklerdi. Nüfusun ekseriyeti ile Mihrace veya Naib denen yerel idarecinin aynı dinden olmadığı beldelerde ne olacaktı peki? Mesela Cunagarh’ta… Tebaa Hindu, idareci Müslüman’dı. Pakistan’la ortak bir sınırı bulunmamasına rağmen Pakistan’a katılma kararını bildirdi. Hindistan, halka sormadan böyle bir karar alınamaz diyerek kararı tanımadı ve bölgeye el koydu. Haydarabad Nizamlığı’nda da benzer bir gelişme oldu. Hindu çoğunluklu beldenin nizamı iki tarafa da katılmayıp bağımsızlık ilan edince Hindistan onu da tanımadı ve ilhak etti. Keşmir’de nasıl bir oldubitti yapacaktı?

1941’de yapılan sayıma göre 4 milyon civarındaki Cammu Keşmir’in %77’si Müslüman’dı. Keşmir merkezinde ise bu oran %90’a varıyordu. Hindistan’la 511, Pakistan’la 1174 kilometre sınırı vardı. Hindistan’a bakan ciheti Dünya’nın en uzun dağ sırasıyla paralelken Pakistan’a bakan ciheti ulaşıma gayet açıktı. Bütün bunlara rağmen korsanın oğlu yapacağını yaptı.

Müslüman halk 1931’den itibaren sokaklarda kendisine karşı protestolar düzenliyordu. 1946’daki “Keşmir’den defol!” kampanyası şimdi Pakistan’a katılma yönünde hararetli gösterilere dönüşmüştü. Mihrace silahlı güçleriyle katliama girişti. 200 bin Müslüman kurban edildi, yüz binlercesi de Pakistan’a kaçmak zorunda kaldı. Hindistan olan biteni memnuniyetle seyretmekle yetiniyordu.

Peştu Blitzkriegi

Pakistan harekete geçmeliydi ama nasıl? İngiliz-Hint ordusu ülkelerle birlikte taksim edilirken aslan payını Hindistan almıştı. Zırhlı alaylardan 6’sı kendisine, 40’ı Hindistan’a; topçu alaylardan 8’ine karşılık 20’si, 8 piyade alayına karşılık 21’i, 46 eğitim merkezinden 37’si, depoların hemen tamamı ve üsler Hindistan’a bırakılmıştı. Bu kurt taksimi yetmezmiş gibi askerî personelden 150 binini taşıyan trenler Sih ve Hinduların sistematik hücumlarında aileleriyle birlikte yok edilmişlerdi. Taksimde yapılan toprak gasplarını geri alabileceği ordusu da gasp edilmişti velhasıl. Şansı çok azdı.

Savaşçılıkta haklı bir şöhreti olan Peştu kabilelerden yardım istedi. Keşmir’i fethetmelerine mukabil korsanın oğlu sonradan görme mihracenin ganimetleri. Peştu kabileler din gayreti ve ganimet hırsıyla derhal bölgeye akın ettiler. Tez zamanda mihracenin köksüz hanedanlık ordusunu önlerine katıp başkent Srinagar’ın kapısına dayandılar. Peştu blitzkriegi (yıldırım harekâtı) erken tavsadı gelgelelim. Sadece birkaç kilometre ileride kendilerini bekleyen havaalanını almak yerine durup arkadan gelecek olan Pakistan takviyelerini beklemeyi ve bu arada zapt ettikleri yerleri yağmalamayı tercih ettiler. Disiplin ve koordinasyon eksikliğinin bedeli ağır oldu.

Mihrace def olup İngiltere’ye gitmeden evvel Hindistan’a sığındı. Bu anı bekleyen Hindistan, müdahalesine karşılık Keşmir’in birliğe katılmasını şart koştu ve söylediğine göre mihraceden 26 Ekim’de bir imza almayı başardı. 27 Ekim’de de ordusunu harekete geçirdi. İlk işi Srinagar havaalanına indirme yapmak oldu tabi. Hint zırhlıları ve uçakları karşısında Peştular ellerindeki ganimetlerle yetinmek zorundaydılar artık.

Nehru’nun Fendi

Pakistan da. Kurtarabildiği kadarıyla sahasını tahkim ederek kazanımını korumaya çalıştı. BM 1948’de aldığı bir kararla sorunun çözülmesini self-determinasyon hakkı bağlamında Keşmir halkına bıraktı. Yapılacak plebisit (halk oylaması) ile kendi kaderini tayin edecekti. Hindistan Başbakanı Nehru o dönemde defalarca bu hakkı nezaketle teyit etti ve en kısa zamanda tatbik edileceği vaadinde bulundu. “Biz Keşmir halkının kararına saygı göstermeye hazırız…” “Keşmir halkı yapılan plebisitte biz Hindistan’la birlik olmak istemiyoruz derse dahi, biz bunun acı vericiliğini bile bile kabul edecek ve gerekirse anayasayı değiştireceğiz…”

Bunların hepsi palavra olarak kaldı. Kendisi de Keşmirli bir Hindu olan Nehru 1955’e kadar güvenlik gerekçesiyle plebisite yanaşmadı, sonrasındaysa bir daha o kelimeyi ağzına bile almadı. Kızı İndra Gandi de. Boş vaatler, dirayetsiz Pakistan elitlerini ve BM’yi oyalamak için yetmişti.

Ayaklarını sağlam bastıktan sonra Hindistan kendi üslubuyla konuşmaya başlayacaktı: “Keşmir Hindistan’ındır ve Hindistan’da kalacaktır!” Böyle bir ülkenin en son yapacağı şey Keşmir’de halk oylamasına izin vermek olacaktı. Konuyla ilgili soruya bir Hint bakan şöyle cevap verecekti nitekim: “Aslında Pakistan’da bir plebisit yapılmalı. Bakalım Pakistanlılar Pakistan’da mı kalmak istiyor, yoksa Hindistan’la mı birleşmek istiyorlar?” Keşmir’in bağımsızlık seçeneği ise tüm taraflarca çoktan rafa kaldırılacaktı.

 Üçüncü Oyuncu 

İkiye bölünen Keşmir 1962’de üçüncü bir parçaya daha bölünecekti. 1950’de Tibet’i topraklarına katan Çin, Hindistan’la ortak sınırını artırmıştı ve Hindistan’ın kuzey sınırları üzerinde de bazı hak iddialarında bulunmaktaydı. İlaveten Tibet’te başlayan isyanın ruhani lideri Dalai Lama Hindistan’a sığınınca ve Çin’in ısrarlarına rağmen teslim edilmeyince gerilim sınır boylarında çatışmaya, o da kapsamlı bir savaşa dönüştü. 1962 Ekim’inde Çin askerî hazırlığı ve sayı üstünlüğüyle tez zamanda galip geldi. Hindistan’ın imdat çığlıklarına aynı anda ABD ve Rusya silah yardımı ve diplomatik atakla karşılık verdi. Çin, tek taraflı bir ateşkesle elinde tuttuğu bazı bölgelerden çekildi ama Keşmir’in bir parçası olan Aksai Çin bölgesini elinde tutmasını bildi.

Bir yıl sonra Pakistan Çin’in bu işgalini onadı. Üstelik Karakurum bölgesinden de bir kısım toprakları Çin’e peşkeş çekerek. Hindistan karşısında güçlü bir müttefik kazanma arayışıyla da olsa bu onun acizliğinin ve bir o kadar da ilkesizliğinin resmiydi. Hindistan iki tarafı da protesto edip buna hakları olmadığını söylediğinde Çin zekice bir söylemle, Cammu Keşmir’de referandum yapılması durumunda Aksai Çin bölgesinin durumunu yeniden gözden geçireceği vaadinde bulundu. Böyle bir şey asla gerçekleşmeyeceği için Çin de kendi işgalini sağlama alıyordu. Doğrusu yamalı bohça bu devletlerin üçünün de en son isteyeceği şey böyle bir self-determinasyon hakkının halkların gündemine girmesi değil midir ?

Afganistan’daki Gölge Savaşı

Çin desteğini arkasına alan Pakistan, hırpalanmış Hindistan’ı hazır Nehru’nun ölümüne de ağıt yakarken gafil yakalamak istedi ve 1965’te ani bir taarruzla Keşmir içlerine ilerledi. Ne var ki Çin yenilgisini telafi için önceden hazırlığını yapmış iyi donanımlı Hint birlikleri kısa sürede ilerleyişi durdurdu ve karşı hücuma geçti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en ağır tankçı savaşı sonunda sınır hatlarında ciddi bir değişiklik olmaksızın taraflar masaya oturmak durumunda kaldı. Üstüne 1971 Bangladeş yenilgisi de eklenince Hindistan’ı alt ederek Keşmir’i kurtarma stratejisinin sonuçsuzluğu açıktan dillendirilir oldu. Rusların Afganistan’ı işgaliyle zaten Pakistan’ın işi başından aşkındı. Hindistan’la başka bir arazide başka askerlerle savaşa tutuşmuşlardı bile.

Afganistan’daki bu vekâleten savaş deneyimi Pakistan istihbaratı ISI’a çok şeyler kazandırdı. Burada edindiği operasyonel birikimi Keşmir’e nakledebileceğini görebiliyordu. Seksenlerin sonlarına doğru Keşmir’de gözle görülür bir değişim bu sürece eşlik ediyordu. Milliyetçilik eksenindeki direniş Afgan cihadının da yoğunlaştırdığı havayla yerini İslamî bir ümmetçiliğe ve cihadî oluşumlara bırakıyordu. Sokak hareketleri canlılığını korurken Afganistan’dan dönen Keşmirli gençler yeni bir dönemin başladığının habercileri idiler. Hindistan bunların Afgan olduğu propagandası yaparak resmi çarpıtmaya çalışsa da yaklaşan tehlikenin farkındaydı.

Yıpratma Savaşı

Art arda yaptığı takviyelerle birlikte mevcudunun 700 bini bulmasıyla Keşmir dünyanın en yoğun askerîleştirilmiş bölgesi olma unvanına hak kazandı. Her 10 sivile karşılık 1 asker. Nehru çok erken devirlerde Keşmir halkının kafasını ve gönlünü kazanmanın asıl savaşları olduğundan dem vursa da Hindistan gün geçtikçe şiddetin çıtasını artırdı. Hindulukla iç içe saçaklanan Hint milliyetçiliği Keşmirli İslamî hareketleri ve sokağın öfkesini saçaklandırmaktan başka bir işe yaramadı.

1989’dan bu yana yaşanan çatışmalarda resmî rakamlara göre 40 binden fazla kişi hayatını kaybetti. “Muhafazakâr bir tahminle” gayriresmi rakamlar 90 bine kadar varıyor. Dağlarda kimliği belirsiz toplu mezarlar, yargısız ve keyfî infazlar, orada burada cesetleri bulunan kayıplar…  Ev baskınları, binlerce ev yakmalar, talanlar, kaçırmalar, işkenceler, tecavüzler. İspiyon şebekeleriyle halk üzerinde en âlâsından devlet terörü. Günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla ekonomik ve sosyal hayatın felci, işsizlik, yoksulluk, açlık, ümitsizlik…

1999’da Kargil’de, mücahidlerin ve mücahid kıyafetli özel birliklerin katılımıyla Dünya’nın en yüksek rakımlı savaşından da istediği sonucu alamayınca Pakistan daha özel bir stratejiye yöneldi: 2000’lerin başından günümüze değin Hindistan içlerinde sansasyonel ve terörize edici, genellikle fedai tarzı, profesyonel eylemler. Leşker-i Tayyibe ve Ceyş-i Muhammed adlarının öne çıktığı bu yeni tip örgütler Keşmir kırsalında bulundurdukları birkaç yüz kişiye karşılık yüz binlerce Hint askerini bölgede adeta rehin tutarak her bakımdan yormakta, moral ve ekonomik çöküntüye sebebiyet vermektedirler. Pakistan’ın bu uzun soluklu yıpratma savaşı derinliğini ve imha gücünü artırarak sürmektedir. Sürecektir de. Pakistan’ın başka çaresi yoktur.

Durulmaz Sular

Yoktur çünkü susuz ne yapabilir ki? Keşmir su manasına gelmiyor muydu zaten kadimden beri? İki devlet 1960’ta Dünya Bankası nezaretinde İndüs Suları Antlaşması imzalamış olsa da Hindistan İndüs’ün kollarına yaptığı barajlarla pervasızca ahitlerini ihlal etmekte, bu husustaki cılız kınamalara da aldırış etmemektedir.

Hassaten Hindistan’ın yeni milliyetçi başbakanı Modi suyu Keşmir meselesinde bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır: “Kan ile su birlikte akamaz!..” Vaziyet çok ciddidir. Gıda ambarı Pencap’ta bir iklim felaketi kapıdadır, artan nüfusla birlikte düşüldüğünde bunun sonuçları çok feci olacaktır. Görüleceği üzere Keşmir’deki dava ideoloji yahut toprak davası, kan davası olmanın çok ötesine geçerek su davası hâlini almıştır. Keşmir Pakistan için hayat memat meselesidir. En laik, en hümanist bir lider bile başa gelse su için savaşmaktan başka çıkar yol bulamayacaktır.

Neyse ki her türlü teslimiyet ve ihanet numunelerine rağmen Pakistan devleti içinde İslamî ve millî kalitesi yüksek güçlü bir çelik çekirdek hep vardı. 11 Eylül sonrası dünya medyasının “ordu ve istihbarat içindeki İslamcı unsurlar” kalıbıyla diline pelesenk etmesiyle ve Şii unsurların işbirliğiyle ciddi biçimde tasfiyeye uğramış olsa da hâlâ başat güçtür ve Keşmir için ne pahasına olursa olsun mücadeleye azimlidir. Hele davanın suyla karışarak hayatla ölüm arasında bir tercih raddesine gelmesinden sonra bu çelik çekirdek zamanla çözülmek bir yana etkinliğini daha da artıracaktır. Hindistan Pakistan’ın suyunu kestikçe daha çok kan akacaktır. Su yoksa kan var Modi, anladın mı?

Sokaklar da kitlesel katliamlarla durulacak gibi değil. Plastik mermilerle bilhassa gözlerinden vurularak kör edilen bir nesil sokaklarda direnmeye devam ediyor. Ümitsizliğin neticesi ve Hint müfsitlerin sinsi çabalarıyla uyuşturucu kullanımı gençler arasında hızla yayılsa da direniş, onurunu savunmaya devam etmektedir. Görünen o ki Himalayaların eteklerinden sular süzüldükçe yazgısı adında saklı Keşmir’de de kan kolay kolay durulmayacaktır.

Etiket /