Sözlükteki anlamı olarak sonsuzluk: “Sonu ve sınırı olmayan gelecek zaman.” olarak karşımıza çıkıyor olsa da asıl sonsuzluk ölümdür. Ve insanlar ölüm gibi sonu bilinmeyen bir olayı kendilerine yakıştırmadıklarından “sonsuzluk” kavramını mutlulukla bağdaştırmışlardır. Bu duruma örnek olarak masalların “sonsuza dek mutlu yaşadılar.” cümlesiyle bitişini verebiliriz. Her insanın mutlu yaşamaya hakkı vardır. Özellikle hayatın doğum ve ölüm arasındaki hiç şaşmayan döngüsü içerisinde insan kendini mutlu edebilmek adına elinden geleni yapar. Masallardan okuduğumuz,çizgi filmlerden izlediğimiz hatta efsanelerden duyduğumuz kadarıyla sonsuzlukla bağdaştırılan mutluluk kavramı bizler için doğru aşkı bulmakta yatıyor. Yunus Emre’nin “Ne varlığa sevinirim. Ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum. Bana seni gerek seni” sözü yukarıda söylenen durumu kanıtlar nitelikte.
Maslow’un gereksinimler hiyerarşisini de incelediğimizde hayatımız boyunca sevmek ve sevilmek kavramlarına ihtiyaç duyduğumuzu görmekteyiz. Bu duruma hiç şüphesiz Pixar stüdyolarının yaratıcısı olduğu Pete Docter ve BobPeterson’un yönetmenliğini yaptığı 2009 yapımı Yukarı Bak(Up) filmini örnek olarak söyleyebiliriz.
Film, balonlara düşkün içine kapanık, sessiz bir oğlan çocuğu ve bu özelliklerin tam tersi macera düşkünü bir kız çocuğunun hikayesi olarak başlıyor. Canlandırma olarak karşımıza çıkan Yukarı Bak(Up) 95 dakika boyunca seyircisine bir masal dünyası yaratıyor. Çoğunluğun canlandırma türüne olan algısı ve sosyal medyadaki çoğu sayfanın filmle alakalı paylaşımını incelediğimizde filmi hiç izlemeyen biri için çizgi film olarak algılanması normal. Ama filmin macerayı ve dramı seyircisine aynı anda yaşattığını gördüğümüzde filmin tüm yaş grubuna hitap eden bir şekle evrildiğini görüyoruz. Ayrıca 2010 yılında düzenlenen Oscar ödüllerinde en iyi animasyon ve en iyi film müziği ödüllerini alan Yukarı Bak, BAFTA ve Altın Küre ödül törenlerinde de en iyi animasyon ödülünün sahibi olmuştur.
Film, iki evreden meydana geliyor. Birinci evre Carl ve Ellie’nin tanışmasıyla başlıyor, evliliğiyle devam ediyor ve daha sonra Elie’nin ölümüyle son buluyor olsa da asıl film bu ölümden sonra başlıyor. Ellie’in hayali olarak başlayan ve devamında ikisinin ortak hayaline dönüşen hayran oldukları Charles Muntz’un yaşadığı yer olan Cennet Şelalesi’ne gitme fikri ilk başta ikisi için güzel bir fikir olsa da yaşantılarında oluşan ihtiyaçlar bu hayallerinin gerçek olmasına engel oluyor. Mutlu yaşantılarıyla çoğu kişinin hayal ettiği bir evlilik hayatı süren ikili sevmek kavramının önemini çoğu sahnede izleyicisine geçirmeyi başarıyor. İki tonton dede ve teyze olduklarında Carl, Ellie’ye Cennet Şelaleleri için bir sürpriz hazırlıyor. Ama sonsuza kadar mutlu yaşadılar, sözüne tepki olarak hayalleri bir kez daha yarım kalıyor. Ellie’nin ölmesiyle yarım kalan Carl bu hayali tek başına gerçekleştirmeye çalışıyor. Ve filmin ikinci evresi Carl’ın bu hayali gerçekleştirmeye çalışması etrafında dönüyor.
Hayatımızın bir parçası haline gelen beton yığınına bu filmde de rastlamak mümkün. Şehirlerde gerçekleşen kentsel dönüşüme zeki bir eleştiri sunan yönetmen Carl’ın, Ellie ile gerçekleştiremedikleri hayalini gerçekleştirmeye çalışmasını buraya bağlıyor. Ellie öldükten sonra huysuz bir amcaya dönüşen Carl bir inşaat görevlisine zarar veriyor ve huzur evine gönderilmek istenirken küçüklükten kalma balon düşkünlüğüyle evi biranda havalandırıyor. Her bir ayrıntıyı büyük bir özenle işleyen film gerçek hayatta da seyircisine evin uçabileceğine inandırıyor. Şaşkınlığı yüzlerinden okunan şehir halkına büyük bir zafer kazanmışçasına el sallayan Carl’ın eğlenceli fon müziği eşliğinde gözden kayboluşuna ortak oluyoruz. Bu uzun yolculuğa tek başına çıktığını düşünürken yaşlı dostu ve doğa kaşifi küçük Russel’in, Carl’ın peşine takıldığını görüyoruz. Carl, Ellie’nin gidişinden sonra yaşantısında ki boşluğu Russel ile doldurmaya çalışsa da ilk başta küçük çocuğa alışması çokta kolay olmuyor. Balonlarda kaplı evin yere inmesiyle Russel’in macera arayışına girmesi filmdeki yeni olayların gelişmesine neden oluyor. Carl balonlar sönmeden kısa bir süre içerisinde Cennet Şelalelerine ulaşmaya çalışırken hayvan dostu Russel’in karşılarına çıkan sevimli köpeği ve ejderhayı sahiplenmek istemesi Carl için epey zorlayıcı olsa da ısrarlarına dayanamayıp kabul etmek zorunda kalıyor. O zamana kadar eğlenceli fon müzikleriyle devam eden film, Russel’in ejderhayı sahiplenmesiyle arkada çalan fon müziğinin şiddetini arttırması tehlikenin haberini önceden seyircisine algılatıyor.
Hayranı olduğumuz kişileri idol olarak görmemiz ve sonsuz bir sevgi beslememiz normal bir durum olarak karşılanıyor olsa da bu durum onların gerçek yüzünü gördüğümüz an biranda nefrete de dönüşebiliyor. Duygu durumlarının uçlarda yaşandığı bu durumda karşımızdaki kişiyi kolayca harcayıp büyük hayal kırıklığı yaşayabiliyoruz. Filmde de Cennet şelalelerine giderken ejderhanın peşinde olan Charles Muntz ile yollarının kesişmesi ilk başta Carl’ı heyecanlandırırken Muntz’ın gerçek yüzünü görmesi düşüncelerinin olumsuz bir hal almasına neden oluyor. Carl, Ellie ile çocukken hayranı oldukları Charles Muntz’ın kameralara oynadığını aslında kötü bir insan olduğunu çok geçmeden anlıyor ve ikili için o an savaş kılıçları çekiliyor. Gerçek hayatta olmasa da masal, dizi ve filmlerde karşılaştığımızda yüzlerde gülümsemeye yol açan “iyiler her daim kazanır” sözüne böylelikle Yukarı Bak’ta da rastlamış oluyoruz. Yer yer toplumsal ve kişisel sorunlara değinen filmin birçok sahnesi ders çıkartılacak nitelikte. Canlandırma türünün yumuşaklığıyla verilen eleştirel sahneler birçok kişinin kendinden bir şeyler bulabilmesini sağlamıştır.
Yönetmen, mutsuz olmadan mutluluğunun önemini anlayamayacağımız gibi kötüyü görmeden de iyinin kıymetini bilemeyiz cümlesini filmin ikinci evresinde birçok sahnede izleyicisine söylettiriyor. Bu yakınlaşma sürecinde Russel’ın ailevi sorunlarını Carl ile paylaşması yönetmenin Amerikan toplumuna yönelik eleştirel bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Şöyle ki huysuz ihtiyar klişesiyle yola çıkan filmde babasız büyüyen bir çocuk ve baş karakter haricinde diğer yardımcı karakterlerin obez denecek derecede şişman olmaları bir önceki cümlemi destekler nitelikte.
Kafamızı kaldırıp yukarı bakmamızı sağlayan filmde Carl’ın sonsuza kadar mutlu yaşadığını göremesek te gördüğümüz sahne boyunca Russel’ı sonsuza kadar mutlu edebildiğini ve ona iyi bir baba olduğunu görmekteyiz. Ayrıca filmin ikinci yarısında hayallerinde sonsuzlukla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü eğer sonsuzlukla bağlantılı olmasaydı biz olmamızı sağlayan hayallerimizi gerçekleştirdiğimizde tamamen kendimizi gerçekleştirmiş olurduk. Ama biz hayal kurdukça o hayal denizinde kaybolmayı tercih ediyoruz.
Yorum ekle