Coğrafi keşiflerin başlamasıyla beraber, Batı emperyal politikalar izleyerek Doğu’yu ‘kölesi‘ haline getirmeye başladı. Emperyal politikalara ve sömürgeye direnen Osmanlı Devleti dünya Müslümanları açısından bir umut olmuştu. Ancak Müslümanların tek umudu olan Osmanlı Devleti de günden güne toprak kaybederek zayıflamaya başlamıştı. Ayrıca Batılılar Osmanlı Devleti aleyhinde sürekli propaganda yaparak hilafetin gücünü kırmaya ve Müslümanların gözünde Osmanlı Devleti’ni itibarsızlaştırmaya çalışıyorlardı. Bu itibarsızlaştırma propagandasını İngilizler çok iyi başardı.
Osmanlı Devleti’nin Almanya ile ittifak yapması İngilizlerin propaganda aracı oldu. Hindistanlı Müslümanlara bu savaşın Müslüman – Hristiyan savaşı olmadığını, Müslüman Osmanlı’nın Hristiyan Almanya ile ittifak ettiğini durmadan anlattılar. Birinci Dünya Savaşı’nda Hindistanlı Müslümanlardan bu propagandaya inanıp Osmanlı Devleti’ne karşı savaşanlar olmuştur maalesef. Burada merhum Necmettin Erbakan hocanın şu sözüne değinmeden geçemeyeceğim: ‘‘Müslüman şuurlu olmalı. Şuursuz Müslüman olursan İngiliz’e inanıp Çanakkele’de Müslüman’a karşı savaşırsın. ‘‘
Hint Hilafet Hareketi’nin ortaya çıkışı
Birinci Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin yenilgiyle çıkışı ve devletin Batılı devletler tarafından işgal edilmesi, o dönem zorluklar içinde Batı işgaline karşı kurtuluş çareleri arayan İslam dünyası için büyük bir yıkıma neden oldu. Özellikle de İngiliz Hindistanı’nda Hindu çoğunluğun içinde yaşayan Hindistanlı Müslümanlar, Batı işgali altında olmayan tek Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti’ne ve devletin padişahı halifeye büyük umutlar bağlamışlardı.
İngilizler, Hindistanlı Müslümanlara Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a, kutsal şehirler Mekke, Medine ve Kudüs’e ve halifeye zarar gelmeyeceğini taahhüt etmişlerdir. Ancak İngilizlerin sözlerinde durmamaları Hindistanlı Müslümanların İngilizlere olan güvenlerini önemli ölçüde sarstı. Hindistanlı Müslümanlar da artık İngilizlerin egemenliği altında özgür olamayacaklarını anlamışlardı. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı lehine kamuoyu oluşturmaya başlayan Hindistanlı Müslümanlar, daha fazla bu konu üzerine eğilim göstermeye başladılar. Önde gelen yazarlar, siyasetçiler, entelektüeller ve aktivistler Tük Kurtuluş Savaşı’na ve hilafete destek verirken ve yardımlarda bulunurlarken, İngilizleri sert şekilde eleştiriyorlardı. Hareketin en nihayetinde iki temel amacı bulunmaktaydı: Hilafet makamını dini ve siyasi otoritesinin sarsılmaması ve Arap yarımadasının özgür olması.
Hilafete destek vermek önce küçük bir Türkiye sempatizanı grubun önerisiyle gündeme gelmiş olsa da, hilafet hareketi ilerleyen yıllarda kitlesel bir harekete dönüşerek İngilizlere karşı milli bir direniş haline geldi. Hint Hilafet Hareketi’nin bana göre en önemli özelliği, Batı’nın en iyi üniversitelerinde modern eğitim görmüş insanlarla geleneksel medrese eğitimi ile yetişmiş insanların ortak bir amaç için bir araya gelmiş olmalarıdır.
Savaştan hemen sonra toplanan Müslüman ligi hilafet konusunda ilk somut adımını attı: İttifak ve İtilaf devletleri arasında barış antlaşması imzalanmadan Türkiye lehine halk desteği sağlamaya çalışıldı. Burada matbua çok iyi bir araç olarak kullanılarak Hint alt kıtasında Türkiye lehine kamuoyu oluşturuldu. 1919 yılında Chotani başkanlığında Hilafet Komitesi kurularak hareket sistematik bir yapıya kavuştu.
Harekete, Osmanlı Devleti ile Hindistan Müslümanları arasındaki ilişkileri geliştirmek için kurulan Hint Ulema Cemiyeti önemli ölçüde destek verirken, aynı destek İngiltere’de yaşayan Hindistanlı ve İngiliz Müslümanlardan da geldi. İngiltere’de yaşayan Türkiye dostları, İngiltere’nin Türkiye aleyhine propagandalarına cevap vererek Hindistanlı ve dünya Müslümanlarının duygularına tercüman oluyorlardı.
Hint Hilafet Hareketi ile gerçekleşen Hindu – Müslüman İttifakı
Harekete önemli bir destek ise Hindu toplumunun ve Hint Milli Kongresi’nin lideri olan Mahatma Gandi öncülüğündeki Hindulardan geldi. İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Mahatma Gandi ve Hinduların desteği hareketin bağımsızlık hareketine evrilmesine de katkı sağladı. Ayrıca bu hareketle beraber, geçmişten beri yaşanan Müslüman – Hindu çatışması biterek Müslüman – Hindu ittifakı sağlandı.
Türkiye’nin Batı işgaline karşı zafer kazanması sonrasında Mahatma Gandi’nin söylediği şu sözler, bu ittifakı anlamlandırma açısından önemlidir: ‘’Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor! İşte Türkler, kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını, sahiplerinin başlarına geçirdiler!’’
Hinduların da harekete destek vermesi sonucu, bütün Hindistan’ı arkasına alan Hint Hilafet Hareketi’nin liderleri, İngilizlere isteklerini kabul ettirebilmek için hem yazılar yazıp heyetler gönderdiler hem de İngilizlere karşı ‘’pasif direniş’’ sergilediler. Ağa Han, Muhammed Ali Cinnah, Muhammed Ali gibi liderler hem çeşitli yazılar yazarak hem de İngiliz devlet adamlarıyla görüşmeler gerçekleştirerek Hindistan toplumunun beklentilerini aktardılar. Bununla da yetinmediler; halkın duyarlılığını arttırmak için Hindistan genelinde mitingler düzenlediler ve aktif bir şekilde Türkiye’deki direnişe maddi yardımda bulundular. Baskı altında ve fakir olan Hint halkı, hilafetin sürmesi ve Türkiye’deki kardeşlerinin muzaffer olabilmeleri için ellerinde olan her şeyi gönderdiler. Ne yazık ki, üzülerek ifade ediyorum, bu fedakârlıktan Türk toplumunun büyük bir kesiminin haberi yok.
Hindu lider Gandi’nin öncülüğündeki pasif direniş ile de Hindistan halkı, Hindistan’daki İngiliz yönetimine karşı gelerek askerlik hizmetini ve vergi ödemeyi reddettiler. İngilizlerin zafer kutlamalarını boykot ettiler. 1920 Sevr Antlaşması üzerine Müslümanlar arasında fikir ayrılıkları yaşanmaya başladı. Bir kısmı mücadeleden yanayken, bir kısmı artık dinlerini yaşayamayacaklarını düşünmeye başladılar. Hindistanlı Müslümanların bir kısmı pasif direniş hareketine katıldı. Ancak bir kısmı ise Hindistan’ın ‘’darü’l harp’’ olduğunu ilan ederek Afganistan’a hicret etme kararı aldı. Ancak hicret hareketi hüsranla sonuçlandı. Hem koşulların kötü olması hem de Afganistan devletinin bu kadar fazla muhaciri misafir etmesine imkanının olmaması, hicret hareketinin başarısızlığına neden oldu. Pasif direniş ise bir süre devam etti.
Hilafetin kaldırılması ve bozulan Müslüman – Hindu ittifakı
Hindistanlı Müslümanlar önce Vahdettin Han’a bağlıyken, daha sonra Mustafa Kemal’e bağlı olmuşlardır. 1922’de saltanatın kaldırılmasına hiçbir eşletiri getirmedikleri gibi, hemen yeni halifeye tabi olmuşlar ve Mustafa Kemal’e ‘’müncî-i hilafet’’ ünvanını vermişlerdir.
Ancak Lozan antlaşmasıyla uluslararası sahada kendini devlet olarak kabul ettiren Türkiye, 3 Mart 1924 tarihinde hilafeti kaldırdı. Hilafetin kaldırılması İslam dünyası açısından büyük bir hüzne sebep oldu. Dünya Müslümanları ve özelde Hindistan Müslümanları Batı işgaline karşı zafer kazanan Türkiye’nin sevincini yaşarken, hilafetin kaldırılması ile hayal kırıklığına uğradı. Hilafetin kaldırılmasıyla da Hint Hilafet Hareketi’ne destek veren Hindular, ‘’biz hilafet için Türkiye’ye destek verirken onlar hilafeti kaldırdılar’’ diyerek Müslümanlara karşı çıkmışlardır. Böylelikle ittifak dağılmıştır.
Müslümanlar ise kendi içlerinde bölünmüşlerdir. Bir kısmı Mustafa Kemal’e destek verirlerken, bir kısmı da çok sert bir şekilde eleştirmişlerdir. Ağa Han, Muhammed Ali gibi önderler karara karşı çıkarken, Mevlana Ebu’l Kelam Azad Mustafa Kemal’in halife olması gerektiğini dile getirirken, Muhammed İkbal ise hilafetin kaldırılmasını olumlu bulmuştur. Hindu desteğini kaybeden hareket, bu tartışmalarla da birlikteliğini ve bütünlüğünü kaybetme noktasına gelmiştir.
Her ne kadar hilafet kaldırılmış olsa da, hareket 1933 yılına kadar sürmüştür. Harekete destek verenler Türkiye ile görüşmeler gerçekleştirerek tekrar hilafet kurumunun tesisi ve Arap yarımadasının özgürlüğü için çaba göstermişlerdir.
Sonuç
Her ne kadar Hint Hilafet Hareketi amacına ulaşmış olmasa da, hem Hint bağımsızlık hareketleri açısından hem de Türk tarihi açısından önemlidir.
Hindistanlı Müslümanlar en zor anımızda imdadımıza yetişerek her türlü desteği sağlamışlardır. Bugün dahi Hindistan bölgesine gittiğinizde ve insanlara Türk olduğunuzu söylediğinizde insanların gözleri gülmektedir. Hâlâ bölgedeki Müslümanlar Türkiye’yi hilafetin merkezi olarak görmekteler. Ancak Türkiye hem devlet olarak hem de toplum olarak bölgeye gerekli yakınlığı göstermekte zayıf kalmıştır. Güney Asya bölgesiyle ve özellikle Müslümanlarla ilişkilerin daha fazla geliştirilmesi gerekmektedir.
Burada devletimizin dış temsilciliklerine ve sivil toplum kuruluşlarına önemli vazifeler düşmektedir. Bizlere umut bağlamış ve tarihte fedakârlıktan da öte kendilerini bizim için feda etmiş insanlara vefasızlık gösteremeyiz… Zira dünya bizi vefalı oluşumuzla tanır…
Eksik yanımız olan Hindistan’ı, Hindistanlı müslümanları tanımamız, anlamamız için Cihat etmek gerekiyordu. Biz de Cihat AYDIN ile bu eksikliği gidermiş olduk. Çok derin, dolu dolu bir Hindistan yazısıydı. Allah razı olsun abicim.
“Zira dünya bizi vefalı oluşumuzla tanır…”
Yüreğine sağlık.