Yazarlar

Hindistanlı Türklerin Bilinmeyen Tarihi

Güney Asya bölgesi yabancı olduğumuz bir coğrafya. Oysa Güney Asya ile olan bağımız çok eskiye, Gazneli Mahmud’tan da önce Müslümanların Hindistan’a yaptığı seferlerle başlar. Müslümanların Hindistan seferlerinden önce Hindistan’da Hindu ve Budist öğretileri geniş bir kitleyi etkilemiş bulunmaktaydı. O dönemde Hindistan‘da yerli krallıklar ve Pers etkisi vardı. Hindistan’ın İslam ile tanışması ise Emeviler zamanında Muhammed […]

Güney Asya bölgesi yabancı olduğumuz bir coğrafya. Oysa Güney Asya ile olan bağımız çok eskiye, Gazneli Mahmud’tan da önce Müslümanların Hindistan’a yaptığı seferlerle başlar.

Gazneliler Devletinin hakim olduğu topraklar

Müslümanların Hindistan seferlerinden önce Hindistan’da Hindu ve Budist öğretileri geniş bir kitleyi etkilemiş bulunmaktaydı. O dönemde Hindistan‘da yerli krallıklar ve Pers etkisi vardı. Hindistan’ın İslam ile tanışması ise Emeviler zamanında Muhammed bin Kasım’ın yaptığı seferlerle olmuştur.

Muhammed bin Kasım’dan sonra ise Müslüman Türkler Hindistan’a seferler düzenlemeye başlamışlardır. Akhunlardan sonra Gazneliler, Gurlular ve daha sonra da Babürlüler Hindistan’a seferler düzenleyip orayı yurt edindiler. Hindistan’a düzenlenen seferlerin en önemli nedeni, Afganistan’ı Hindistan’a bağlayan yol güzergahından hareketle, Orta Asya’dan daha verimli olan ve daha fazla yağmur alan Pencap bölgesine (Kuzey Hindistan) hâkim olma düşüncesidir. Bu da, o zamandan bu yana Hindistan’ın jeostratejik ve jeopolitik konumunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İngilizlerin de Hindistan’ı sömürgeleştirmesinin altında bu neden yatmaktadır.

Delhi merkezli kurulan Delhi Türk Sultanlığı devleti

11. yüzyılın başlarında Gazneli Mahmud Hindistan’a seferler düzenleyerek Pencap bölgesinin yönetimini ele geçirmiştir, 13. yüzyılın ilk yarısında Gurlu Muhammed, Ganj bölgesine hâkim olmuştur. Böylece Müslüman Türkler, Hindistan’ın büyük bir kısmına hükmeden güçlü bir yönetim kurmuşlardır. 14. yüzyılın başlarına gelindiğinde Delhi Sultanlığı olarak anılan bu devlet, Doğu Hindistan’da bazı bölgelere de hâkim olmuştur. Delhi Sultanlığından sonra ise Babürlüler 1526’dan İngiliz sömürge yönetimine kadar (1857) Hindistan’ı yönetmişlerdir. Hindistan bölgesinde tarihin en büyük devletlerinden biri olan Babür Devleti’ni kuran Türkler, bu topraklara altın çağını yaşatan, devlet yönetiminden ordu sistemine, edebiyattan kültüre, sanattan mimariye kadar eşsiz eserler bırakmışlardır. O dönemde Avrupa’da, 16. yüzyılda Giordano Bruno inançsızlığı sebebiyle Roma’da ölüme mahkûm edildiği sırada, Babür Sultanı Ekber Şah Hindistan’da herkesin dini özgürlüklerine saygı temelinde azınlık haklarına hukuki bir temel kazandırmıştı. Hermann Kulke, Hindistan Tarihi adlı eserinde, Babür Devleti’ni Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti ile birlikte Asya’nın üç temel barut imparatorluğunu oluşturduğunu ifade etmektedir. 17. yüzyılda Doğu Hindistan Şirketi adı altında İngiliz hâkimiyetinin Hindistan’da güçlenmesiyle birlikte Babürlüler zamanla güç kaybetti ve varlığını yitirdi. İngiliz kolonisi 1947 yılına kadar sürdü. Türk Kurtuluş Savaşı zamanında Hindistan Müslümanlarının yaptıkları yardımlar ise, aramızdaki gönül bağının önemli bir göstergesidir. O dönemde kurulan Hint Hilafet Hareketi ve Hindistanlı Müslümanlar başta İngilizleri karşılarına alarak bize en büyük desteği vermişlerdir.

Tarihsel olarak Babürlülerin hakim olduğu topraklar

Tarihsel olarak Türklerin Hindistan’a seferler düzenlemeye başladığı dönem, İslam’ı yeni tanımaya başladıkları zamana denk gelmektedir. Hak din İslam’ı kabul eden Türklerin sayısı arttıkça, Hindistan’da Türk etkisinin “Türk-İslam” biçiminde ortaya çıktığını görmekteyiz. Kerpiç ve ahşaptan yapılmış olan pek çok tarihi eser bu durumu ortaya koymaktadır. Hindistan’a gittiğinizde ülkenin birçok bölgesinde Türklerin yaptırdığı İslam eserlerini görürsünüz; Agra’da, eski adıyla Ekberabad, Taj Mahal, Agra Kalesi, başkent Delhi’de Lal Qila (Kızıl Kale), Cuma Mescidi, Kutub Minar sadece bazıları…

Gazeteci Cengiz Çandar, Benim Şehirlerim adlı eserinde Kutub Minar’ı anlatırken şu ifadelere yer vermektedir: “Kutub Minar’ı gören ateist; ya dindar olur ya da insanoğlunun imanı, gücü, emeği, sebatı, becerisi, ustalığı, dehası ve akla gelebilecek ne kadar olumlu sıfat olabilirse, bunların tümü karşısında saygının ötesinde, huşu ile eğilmekten başka elinden bir şey gelmez.”

Bütün ihtişamıyla Kutub Minar / Yeni Delhi

İngilizler binlerce yıl Türk hâkimiyetinin olduğu Hindistan’da Türk ismini bir tane bile kalmayacak şekilde yok etmeye çalışmışlardır. Hatta Babür Türklerini “Mughal (Moğol)” olarak değiştirerek Babür ismine dahi tahammül edememişlerdir. Yerli halk da Babürlüleri ‘’Mughal (Moğol)’’ adıyla anmaktadır. Biz kendi tarihimizi yazamadığımız için başkaları bizim tarihimizi yazıyor. Değişmez kuraldır: Siz kendinizi tanımlayamazsanız, başkaları sizi tanımlar. Bugün yaşadığımız olayların temelinde de bu olgu yatmaktadır.

Türkler, Hindistan’ın yerlileridir. Kendisini Osmanlı Devleti’nin mirasçısı ve bakiyesi olarak gören Türkiye, Hindistan’la ve daha geniş alanda Güney Asya ile olan ilişkilerini geliştirmelidir. Ne yazık ki, Türkiye-Hindistan ilişkileri olması gereken düzeyde değildir. Türkiye Hint alt kıtasına gereken önemi vermekte geç kalmıştır maalesef. Oysa yukarıda belirttiğim gibi, Hindistan tarihi açısından Türk-İslam etkisi çok önemlidir. Babürlülerin soyundan gelen milyonlarca insan Pakistan ve Hindistan topraklarında yaşam sürmektedir. Hem bu açıdan hem de özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesiyle siyasi ve coğrafi sınırların önemini kaybetmesi, kültürel sınırların önem kazanması, bugünkü dünyada insanların kimlik hassasiyetlerinde bir canlanma olması ve gün geçtikçe şekillenen yeni sistemde Doğu ülkelerinin de giderek daha fazla söz sahibi olmaya başlaması açısından Türkiye, Hindistan ile olan ilişkilerini daha fazla geliştirmelidir.