Yazarlar

Her gün daha da ısınan “soğuk savaş”

Tahran, Washington’un yokluğunda imzalanacak yeni bir nükleer anlaşma için müzakere masasına oturmaya hazırlanıyor. AB ülkeleri, İran’ın bölgesel tehditlerini azaltma ve Tahran’ın inkar ettiği füze geliştirme programını durdurması karşılığında İran hükümetine yönelik ekonomik teşvikler içeren yeni bir anlaşma yapılmasını hedefliyor. Alman Welt am Sonntag gazetesinin Avrupa Birliği’nin (AB) üst düzey kaynaklarından aktardığı habere göre yetkililer, önümüzdeki […]

Tahran, Washington’un yokluğunda imzalanacak yeni bir nükleer anlaşma için müzakere masasına oturmaya hazırlanıyor. AB ülkeleri, İran’ın bölgesel tehditlerini azaltma ve Tahran’ın inkar ettiği füze geliştirme programını durdurması karşılığında İran hükümetine yönelik ekonomik teşvikler içeren yeni bir anlaşma yapılmasını hedefliyor.
Alman Welt am Sonntag gazetesinin Avrupa Birliği’nin (AB) üst düzey kaynaklarından aktardığı habere göre yetkililer, önümüzdeki günlerde AB’nin önde gelen diplomatlarından Helga Schmid’in önderliğinde, ABD Başkanı Trump’ın 8 Mayıs’ta İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilme kararının ardından atılacak adımları tartışmak üzere Viyana’da bir araya gelecekler.

Gazete toplantıya Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin’in katılacağını ancak ABD’nin dahil olmayacağını aktardı. Habere göre yeni anlaşma, eski anlaşmanın şartlarını koruyacak ve balistik füze geliştirme programı çalışmalarını durduracak. Tahran’ın bölgedeki tehlikeli faaliyetlerini kısıtlayarak Trump’ın İran’a uyguladığı yaptırımları kaldırması için yardımcı olacak. Gazetede değerlendirmesi yer alan bir diplomata göre ‘Viyana nükleer anlaşması’ adıyla anılmayacak eski anlaşmaya yeni maddeler eklenecek.Buradaki en önemli meselenin AB açısından Avrupalı şirketlerin yeni ABD yaptırımlarının üstesinden gelmesinin zor olması.

AB nükleer anlaşmanın devamından yana tavır koyarken ABD, Suriye’deki İran varlığını ve füzelerini önceleyecektir.

Keza ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, ABD’nin anlaşmayı yeniden müzakere etmeyeceğini açıklamıştı. Yani ABD İsrail’i, Suudi Arabistan ve BAE’yi tehdit etmeyen bir İran dışında artık Tahran’ın ne askerini ne de desteklediği milislerini Suriye’de görmek istemeyecektir.

İran’a karşı “mesafeli” duran Washington yönetiminin ‘harekete’ geçtiği söylenebilir. Ağır ekonomik yaptırımların devamının geleceği öngörülebilir. Bu yaptırım meselelerine karşı Tahran, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a hat açıp Akdeniz’e ulaşmayı başarmıştı. Tahran, Suriye’nin kuzeyinden Lübnan’a kara yolu açma projesinde değişikliğe giderek son gelişmelerle birlikte güneyden yani Golan Tepeleri bölgesine uzanan yeni bir hat açtı.

Her ne kadar Trump, nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini beyan etse de yeni şartlarını Tahran’ın kabul etmeyeceğini biliyor. Neticede Tahran için nükleer programından vazgeçmek, balistik füze programından caymak, Körfez bölgesinde ve Ortadoğu’da hakimiyet eğilimlerini durdurmak ve bu hakimiyet uğruna güç kullanma ve “devrim” fikriyatını bölgeye ihraç etmeye dayalı Tahran yönetiminin sonu demek. Trump aslında nükleer programdan ziyade artık İsrail’i tehdit eder hale gelen Tahran’ın balistik füze üretim ve denemelerini kontrol altına alarak Tahran etkisini bölgede törpülemek. Ve Suudi Arabistan desteği ile İran’ı İsrail’i tehdit eden bir yönetim olmaktan çıkarmak. Başkan Trump gene aynı konudan muzdarip olduğu Kuzey Kore’ye ‘zeytin dalı’ uzatarak ve hatta geri adım atacak kadar bu meseleyi öncelikli gördüğünü söyleyebiliriz. Bu meselenin Soğuk Savaş efsaneleri, balistik füzeler, nükleer bomba tehdidi söylemleri ile ömrünü geçirmiş Amerikan halkı nezdinde kendisine ‘oy’ olarak döneceğini de hesap ediyor olmalı. Belki de Trump’ın yönetimde olduğu sürenin muhasebesini yaptığımızda tüm dış politikasını uluslararası kamuoyunun yüksek sesli itirazlarına rağmen iç politikayı, kendine mali destek veren lobileri ve kendine gelecek oy’ları hesaba katarak adım attığını söylemek de mümkün.

ABD, Irak’taki “İran ordusundan” neden rahatsız değil?

Trump yönetimi nükleer program konusu da dahil kuzey Kore ya da İran konusunda ne müttefiklerinden medet ummak ne de ABD-Avrupa anlaşmazlığında Tahran’ın rol kapmasına izin vermek istemiyor.

Aynı ABD yönetiminin İran destekli milislerin Irak’taki varlığına ses çıkarmazken, mesele etmezken Suriye’deki varlığını sorun ettiğini gözlemliyoruz.

Trump ‘dünyanın başına nükleer füzeleri ile bela olmuş Kuzey Kore’yi durduran, İran’ı diz çöktürmüş adam’ olarak tarihe geçebilecek mi? Ya da ABD yaptırımları ve baskısıyla İran, Kuzey Kore modelini takip edip taviz verecek mi?

İki “ayarsız güç”, Kim Jong ve Trump, neyi planlıyor?

İdeolojisi her adımında belirleyici olan ‘balistik füzeleri’ ile küresel oyunda ben de varım diyen bir Kuzey Kore ile teolojik, mezhep temelli, dünyanın doğru yola girmesi de ancak İran’ın fikriyatının dünyaya hakim olmak suretiyle gerçekleşeceğine inanan ve bunun bu fikri ‘ihraç’ etmesiyle gerçekleşeceğine inanan Tahran yönetimi neden hedef oluyor? Kuzey Kore’nin ABD’nin Asya politikası ile irtibatlı olarak hedef alındığı görülüyor. Trump, Kim Jong-Un ile arasında beklenen görüşme öncesinde Kuzey Kore’ye bir mesaj da iletiyor. Kuzey Kore’ye İran’la yapılan nükleer anlaşmanın kabul edilebilir bir anlaşma olmadığını ve bu anlaşmanın benzerini talep etmeyi düşünmemelerini, ‘kolay kurtaramayacaklarını’ salık veriyor.

Aslında Trump, İran’a söylüyorum Kuzey Kore “sen anla” mesajında tıpkı Suriye’deki İran varlığını da örnek verecek şekilde Kuzey Kore ile yapılacak herhangi bir nükleer anlaşmanın da balistik füze, agresif dış politika ve bölgesel davranışları da kapsaması gerektiğini belirtiyor.

Özetle Başkan Trump, Kuzey Kore’ye İran ile yapılan nükleer anlaşmanın bir zamanlar kabul edilebilir olsa da artık kabul edilemez olduğunu ve bu anlaşmanın benzerini masaya koymaması gerektiğini de iletiyor. Başkan Trump’a göre Obama döneminde yapılmış bu anlaşma Tahran’ın nükleer programı için zaman kazanması anlamına geliyordu.

ABD ya tüm sonuçları ile “nükleer bir İran”ı kabul edecekti, ki bu imkansız. Ya da ağır maliyetine ve askeri bir çatışmaya girmek istememelerine rağmen Tahran’ın gücünü yok edecekti. Washington kuşkusuz kuraklıktan beli bükülmüş, ekonomisi kırılgan, ülkenin yirmi küsur şehrinde her gün düzenlenen protestoları memnuniyetle karşılaması bir yana ‘ılımlı’ bir yönetim ile işbirliği yapmak istemekte. Gerek ABD gerek Suudi Arabistan’ın Kum çizgisinden ziyade Necef ve Kerbela çizgisindeki Şii cemaatlerle el sıkışmak, barışmak istediğini de söyleyebilirim.

ABD’nin “İran Baharı” beklentisi

Özgürlüklerin geriletildiği, hayatın zorlaştığı, hayatın pahalılaştığı, grevlerin sıradan hale geldiği ülkede bir ‘İran Baharı’ beklenebilir mi? Trump yönetiminin rejimi değiştirmek için ekonomik baskıyı kullandığını ve bir sosyal patlama ile ‘yumuşak geçiş’ ile bir rejim değişikliğini dışarıdan destekleyecek şekilde çalıştığı da görülüyor.

Geçen yılın Aralık ayında başlayan İran’daki gösterilerde Tahran yönetiminin ülkenin gücü, kuvveti, dirayetiyle gururlanan popülist söylemlerinin zedelendiği de görüldü. Gösterilerdeki sloganlar, tezahüratlar, muhafazakar kanat ile reformist kanat arasında varsayılan o çizgiyi paramparça edecek şekilde Ruhani ve Hamaney’i aynı kefede değerlendirdi. Tahran’ın bölgesel liderlik, ‘bölgede kumpasları bozan’ yönetim iddialarına rağmen protestocular Suriye’den Irak’tan milislerin çekilmesini ve özgürlük, adalet, eşitlik arayan taleplerini duyurdular. Ülkede çeşitli etnik kesimlerin yaşadığı yerlerde şiddete varan protestolar oldu. Ve bu bölgelerde Tahran bu gösterileri oldukça sert bir biçimde bastırdı. Neticede Tahran bu kesimlere yönelik ‘reform’ arayışlarında olsa da oldukça ağırdan aldığını da belirtmek gerek.

Sünni’lere, Kürtlere, Türk kökenlilere kısaca dini ve etnik azınlıklıklara yönelik Tahran baskısı arttıkça bu kesimler de siyaset sahnesini değiştirmek isteyip bağımsız olmaya çalışacaktır. ABD başkanı Trump halen devam eden bu gösterileri fırsat olarak kullanmaktan kaçınan Obama’nın aksine şuursuz bir şekilde işte bu kibrit çöpünü bu kesimlere vermeye hazır.

Yalnızlaşan İran mı ABD mi ?

ABD yönetimi ülkedeki görünen genel fotoğrafın aksine halkın öfkesiyle karşı kaşıya kalan İran yönetiminin zayıf, kırılgan olduğunu ve halk ayaklanması sonucu rejimin düşebileceğini bir ihtimal olarak masada tutuyor. Trump’ın masasında Tahran’ı kendi iç sorunlarıyla meşgul edecek şekilde bölgede ‘siyasi mobbing’ uygulayarak ülke içinde de muhafazakarlar ve  reformcular arasındaki çatışmanın büyütülmesini ve rejimi çökme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmakta var.

Tüm bu gelişmelerin az da olsa gerçekleşmesi halinde Tahran baskılara dayanamayarak nükleer anlaşma konusunda yeniden müzakere yapmayı kabul edecek ve hatta balistik füze programını sınırlandırmaya yönelik çağrıları da uygulamak zorunda kalacaktır. Trump’ın burada hesap etmediği Tahran’ın tüm davranışları kendisine değil de İran’a yönelik bir komplo olarak halkına anlatacağı, var olan sorunların ertelenmesi gerektiği bir dönemin yaşandığını yani bu durumu, kamuyounu birleştirme kartı olarak kullanabilir.

Ki ilk etapta Tahran, ABD’nin rejimi değil de İran’ı zayıflatmak istediğini ve taahhütlerine bağlı kalmadığı şeklinde bir söylemle halkının karşısına çıktığını da eklemeliyim. Bu Tahran’ın bir taktiği olarak nükleer anlaşmaya bağlı kalan diğer ülkeler karşısında ABD’yi yalnızlaştırma amaçlıdır.

İran Meclis Başkanı Laricani ve ABD bayrağını yakan vekiller

İran, ABD ile kendi topraklarında değil, Suriye’de hesaplaşmak istiyor

İran bu kapışmayı kendi topraklarında karşılamak yerine Suriye topraklarında hem de İsrail’in burnunun dibinde karşılamak isteyecektir.

Bu noktada bu karmakarışık çatışma ortamında bir Rusya parantezi açmak faydalı olacaktır. Rusya uzun bir süredir Ürdün sınırı, Golan, Şam arasındaki Esad rejimine bağlı askeri güçlerin kapasitesini artırmakla ile ilgili değişiklikler yapıyor. Bölgede Rusya Ordusu askeri polis kontrol noktaları oluştururken bölgede İran Devrim Muhafızlarının da benzer bir çalışma yaptığı gözlemleniyor.

Rusya’nın burada amacının Suriye ile İsrail arasında çatışmalara son verilmesi anlaşmalarına geri dönmek/döndürmek olduğu tahmin edilebilir. 1974 anlaşmasına göre Suriye ile İsrail arasında çatışmaların bitirilmesi anlaşması uyarınca, Suriye asker ve polisi Golan tepelerinde konuşlandırılmıştı. Bu anlaşmaya göre çatışmalı bölge hafif ve ağır silahlardan arındırılacaktı. Bu aynı zamanda İran destekli milislerin nüfuzunu kontrol altına alabilir.

Golan tepeleri büyük bir savaşın eşiğinde mi?

Lübnan sınır bölgesinin yakında bir ateş topuna dönmesi ihtimalinin yoğunlaştığı bu dönemde Ramazan ayı sonrası Suriye’de kuzey gündemde olsa da artık güneydeki gelişmelerde takip edilmeye başlanacaktır.

İran kendi topraklarında nakavt olmak yerine Suriye’de taviz veriyor tutumu takınacaktır. İran destekli milis güçlerin Suriye’deki ekonomik, siyasi yapılanmasının da başta ABD olmak üzere yakinen takip edildiği de biliniyor. Gene Irak örneğinde olduğu gibi Tahran Suriye’de seçimlere katılacak politik bir koalisyon ile siyaset sahnesinde olmakta isteyecek. Ve gene aynı Irak’ta olduğu gibi desteklediği milis güçleri Esad rejimine bağlı “Suriye Ordusu” çatısı altına sokarak artık bağlantılarının olmadığı izlenimini sağlamak isteyecektir. Keza Tahran yönetimi bunun altyapısı olarak rejim hakimiyeti altındaki alanlarda çok sayıda mülk satın aldığı da biliniyor.

İran, Suriye’de milis güçlerini lağvedip (böyle bir şey mümkün mü tartışmalı) rejim ordusu saflarına kattığında hem bir adım öne geçerek, askeri varlığını azaltıyor görünümü elde edecek ve ülkedeki ABD varlığını sorgulatma hamlesini yapmış olacaktır. Bu hamle ile İran nakavt olmadan, taviz vermeden ABD’yi nükleer masaya oturtmayı düşündüğü de söylenebilir.