Yazarlar

Görüntü çağında görünmeyenler

Görmek, görünmek, beğenilmek, sergilemek ve bu bağlamdaki daha birçok kavram bizi çepeçevre kuşatıyor çağımızda. Oysa insan, nasıl görünür olabilir ki gönül aynasından bakmadıkça dünyaya?

Asli gündemlerimizin dışına çıktık artık bu besbelli. Yoluna koymak için çaba sarf ettiğimiz eksikliklerimiz ve ihtiyaçlarımızı bir kenara koyarak, ne kadar uçucu ve suni gündem varsa gelişini dahi algılayamadan içinde bulduk kendimizi karmaşa denizinin. Alegorik anlatımlarla boğduk susmayı; sanki tercih ederek görünürlüğe mütevazı katkılar sunulabileceğini düşündü bazılarımız. Bazılarımız, şifahen olmasın diyerek ekranları parlatarak bir mevzi kurdu kendine hatırlamayı değil unutmamayı dert edinerek. Kimimiz renklerin ve ışığın göz alıcılığına kapılarak gölgelediği hayatların var olabileceğini unuttu. Herkes her şeyi hak ettiğini düşünmeye başlayınca ak ile kara seçilemez oldu. Daha da garip olanı ak nedir kara nedir fark edilemez oldu. Ara formlar, ara renkler ve belirsiz tüm aralıklar görüntülerle dolduruldu! Tehir ederek mümkün olanları; mümkün olmayanlar kutsandı. Görmeden inanılan hakikatlere yüz çevirince görmezden geldik içimizden bize seslenen güzel seslere “Nasılsa yaparız diyerek… 

Toplumların kayıtsızlığı, bireylerin kendine has yalnızlığına dönüşüyor giderek. Bu yalnızlık, kayıtsızlığın, boş vermişliğin, yeniden inşa edememe düşüncesinin sonuçları olsa gerek. Bu hal ve tutumların tamiri pek zor olan bir duruma dönüşmemesi için aklıselim olmayı daima telkin etmeliyiz kendimize. Adalet ve ahlakın büyük bir taarruza maruz kaldığını bilmem söylemeye gerek var mı? Oysaki onlar bize sadece kültürümüzden veya geleneksel aktarımla bırakılmamış olanlardı! Haksız olanın sesinin yüksek çıkması, daha ön planda görünür olması, saygı ve nezaketi perdenin arkasına saklayarak görüntülerden güç devşiren birçok örnekle karşılaşıyoruz maalesef. Bir kenara itilen, vazgeçilen, kendisinden umudu kestiğimiz nice mutedil rutinlerimiz vardı oysa. Ve bu rutinlerle besliyorduk ruhumuzun şifa bulan yanını. Görünürde olmayanları dert edinmek ise büyük erdemlerimizdendi. Rutinler… Görünürde olmayıp yaşadığımız zaman ve mekânın devingen çarkları…

Gökhan Özcan şöyle diyordu “Gönlün heyecanı, gözün neşvesi” başlıklı yazısında: 

“…İnsan, özünde hakikati berrak biçimde göremez hale gelmişse, elbet gözü de hakikati hakikatince göremez, göremiyor. Mesele gözlerde olsaydı, optik operasyonlarla iyi kötü bir çare bulunurdu görme bozukluklarımıza. Ama bizim sıkıntımız gözlerimizin zayıflamasında değil belli ki, gönlümüzün aydınlığının iyice azalmasında!”

Gönlümüzün aydınlığını ne ile kazanırız? Nasıl bir ışık olmalı ki bu aydınlatsın karanlığa düştüğünde tüm yönelişlerimiz… Bir de Göz boyamak diye bir deyim var hepimizin malumu. Bu durum, olduğumuz gibi görünmemenin ve göründüğümüz gibi olamamanın sonucunda hakikati örten bir yaklaşımı anlatıyor bize. ‘Göründüğü gibi olmak’ düsturunu hayatımızda merkeze alabilsek, kendi dünyamızın görünmeyen yanlarını da elbet fark edebiliriz. Buna ister keşfedebilme isterse kendimizi tanıma diyelim; özünde olduğu gibi davranmayı başarabilmek bizi yersiz ve saldırgan görüntülerin hamlelerinden kurtaracaktır!

Görüntüler elbette birer yansımadır şu âlemde. Hepimizin içinde büyüttüğü iyi veya kötünün renk renk, çizgi çizgi karşılık bulması.

Nasıl görünür ki kendi ile henüz tanışmayan insan…

Yasin Onat

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Şiir yetim, roman öksüz… Hal böyle olunca ne usül kaldı, ne esas kaygısı. Ahmaklığın ölçüsü diğergamlık, zekanın ki kayıtsızlık oldu.