“Çün okudun bilmezsin”
“Okumaktan mânâ ne
Kişi Hak’kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir”
Yunus Emre
Bizim Yunus böyle demiş çağında, kastettiği mana elbette irfan ehline malumdur.
Okumak, kitap ve kütüphane konusunda her yıl yayınlanan istatistik bilgiler çerçevesinde Türkiye’de kitaba ve okumaya gereken önemin verilmediği ve gelişmiş(!) ülkelerden çok geride olduğumuza ilişkin konuşmalar, veciz sözler ve ifadeler paylaşılır, bu türden istatistiklerle hepiniz karşılamışsınızdır. Gerçekten böyle midir, değil midir ya da bu sonuçlar geliş(me)mişliğimizin nedeni midir, sonucu mudur, çeşitli kültür ve sanat muhitlerinde tartışılır durur ve sonra unutulur. Kendimizi aşırı yüceltenlerle, Batı’yı yüceltip kendi toplumunu yerin dibine sokan grafikler ortalıkta cirit atar.
Rakamları “okumak”
Yakın zamanda TÜİK tarafından açıklanan son veriler eşliğinde konuyu biraz daha derinlemesine okumak ve anlamak istedim. Ve bilginin peşine düştüm.
TÜİK verilerine göre tablo şöyle;
Türkiye’de 28.126 kütüphanemiz var.
Milli kütüphanemizdeki kitap sayısı 1 milyon 410 bin 489
Halk kütüphanelerinin sayısı 1.146, Halk kütüphanelerindeki kitap sayısı 19 milyon 993 bin 613.
Üniversite kütüphanelerimizin sayısı 564, kitap sayısı 16 milyon 385 bin 532.
Eğitim kütüphanelerinin sayısı (özel okul, kurs vb.) 26.415, kitap sayısı ise 26 milyon 707 bin 127.
TÜİK verilerine genel olarak baktığımızda, kütüphanelere devam edenlerin ve kullananların sayısı, yalnızca halk kütüphanelerinde artış göstermiş.
Kültür Bakanlığı’nın Gezici Kütüphane projesi çalışmasındaki son durum ise şöyle, 44 Gezici Kütüphane, 158 bin 690 kitap, 383 bin kullanıcı, 88.691 üye ve yaklaşık 450 bin civarında ödünç verilen kitap var.
Peki 2017 yılında Türkiye’de ne kadar kitap yayımlanmış bir de o verilere bakalım isterseniz.
2016 yılının ilk 11 ayında toplam 379 milyon 763 bin 522 adet kitap üretildi.
2017 yılında ise toplam kitap üretim adedi 381 milyon 964 bin 139´a yükselmiş.
Kitaplar ve kütüphanelerdeki durumu özetlemiş olduk.
Peki, kitap okuma oranı nasıl diye merak ediyorsanız, o sorunun cevabına da bir bakalım.
Avrupa İstatistik Kurumu (Eurostat) her yıl 23 Nisan’da kutlanan Dünya Kitap Günü dolayısıyla ülkelerin kitap okuma oranlarını açıkladı.
Eurostat’ın raporuna göre Avrupalılar kitap okumaya günde 2 ila 13 dakika arasında vakit ayırıyor.
İstatistik kurumunun 15 Avrupa ülkesi üzerinden yaptığı araştırmaya göre 2008 ve 2015 yılları arasında ortalama kitap okuma suresi Fransa’da günde 2, İtalya’da 5, Avusturya ve Romanya’da ise 10 dakika ve üzerinde.
Türkiye günde 6-7 dakikalık kitap okuma ortalaması ile Fransa ve İtalya gibi birçok Avrupa ülkesini geride bırakmış.
20 ila 74 yaş arasında yapılan araştırmaya göre Finlandiya ve Polonya’da günde 12 dakika, Estonya’da 13 ve Macaristan’da 10 dakikalık okuma oranları en yüksek değerlere sahip.
Ve son olarak 2017 yılında ne kadar kitap satıldığına bir bakalım.
Bakanlığın açıkladığı bandrol ve tescil istatistiklerine göre süreli olmayan yayın bondrolü satışı 2016 yılında 404 milyon 129 bin 293 iken 2017 yılında 407 milyon 739 bin 8’e yükseldi.
Eser türlerine göre en fazla bandrol satışı eğitim kategorisindeki yayınlarda yaşandı.
2017 yılında eğitim alanında 209 milyon 504 bin 110 bandrol satışı yapılırken, yetişkin kategorisinde 77 milyon 621 bin 806, inanç kategorisinde 42 milyon 229 bin 572, çocuk-gençlik kategorisinde 41 milyon 867 bin 509, yetişkin kurgu kategorisinde 25 milyon 72 bin 382, ithal yayın kategorisinde 6 milyon 688 bin 443 ve akademik alanda 4 milyon 755 bin 186 adet bandrol satışı yapıldı.
Büyük “okur üstadların” izini okumak ya da istatistiksel pozitivizm
Kitap konusunda aslında zengin bir mirasa sahibiz. Önemli isimler, eserler ve kütüphanelerimiz var. Son yüzyıldaki kültür hayatımıza ya da kitabiyat ilmine ömrünü vermiş büyük insanlarımız var. Hepsi de neredeyse yaşadıkları sürece tüm imkanlarını kitapları ve bulundukları kütüphaneleri için seferber etmişler.
Bu isimlerden en dikkat çekenleri Ali Emiri Efendi (1857- 1924) ve İsmail Saib Sencer (1873 – 1940).
Bu isimlerin hayatlarını, bıraktıkları sözlü ve yazılı mirası okumak, anlamak bile insanın bilgi birikimine çok ciddi katkı yapmaya yetiyor. Ve insanın kitaba ilişkin iştahının artmasına vesile oluyor.
Kitaplarla hemhal olmanın, kütüphane sahibi olmanın, Sahaflık mesleğinin kültür hayatımızda ne denli önemli olduğunu anlatmak abesle iştigal olur.
İstanbul Beyazsaray’daki (şimdilerde yıkıldı ve yayınevleri YÜMNİ İş Merkezine taşındı) Enderun Kitabevi’nin sahibi merhum İsmail Beyi, bilmeyen ya da duymayan yoktur herhalde. Aslında “kitap aşığı” olmak bambaşka bir tutkunluğu anlatır bizim kültürümüzde.
Türkiye’nin bugün geldiği ve içinde bulunduğu zaman diliminde, kitap okumak, kitap almak, kitapların basılması, satışı ve pazarlanmasının, diğer ülkelerle kıyaslanarak ortaya çıkan istatistiksel sonuçları bizi doğru bilgiye ulaştırmayabilir.
Türkiye’de okuma alışkanlığının ya da okuma oranlarının istatistiksel veriye dönüştürülmesinde izlenen yol, genel geçer kuralların ortaya çıkması için bir veri olarak değerlendirilebilir. Ancak kesin ve doğru bilgiyi ihtiva ediyor demek çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Hele hele çoğu kimsenin dijital okuma yapmaya yöneldiği, modern(!) iletişim araçlarının yaygın olarak kullanıldığı ülkemizde, kitap okuma oranlarının çok doğru tespit edildiğine dair şüphelerimizin olması mümkündür.
Kitapların alınması, okunması, kütüphane alışkanlığının ve kütüphanelerin yaygınlaşması çabası ve teşvik edilmesi kesinlikle doğru bir yaklaşımdır, bunda tereddüt ve şüpheye yer yok. Ancak bunu yaparken, mobil iletişim araçlarını ve interneti en yoğun kullanan ve genç nüfusuyla dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye’nin okuma alışkanlıklarının biçimi yeniden yorumlanmalıdır. Kağıttan okumak geleneksel bilgi edinme yollarından biridir. Bu geleneğin yaşatılması, ayakta kalması ve devam ettirilmesi bir kültür politikası olarak elbette sürdürülmelidir. Ancak bunu yaparken yeni ihtiyaçları ve bilgiye ulaşmak için kullanılan yeni gelişen yolları, araçları ihmal edemeyiz.
Hem Ali Emiri Efendi ve İsmail Sencer’in mirasını devralıp korumalı, hem de onların bilginin oluşması ve ulaşılması için ortaya koyduğu çabanın bir benzerini gelecek nesillere taşımak için yeni ve genç nesillere uygun ortam, zemin ve araçlar üretmeliyiz.
Öğrenme açlığı, okumayı teşvik eden en önemli itici güçtür. Öğrenme ihtiyacı duymayan kuşakların ve nesillerin, doğru bir okumaya sahip olmasını da beklemek hayaldir. Bilgi sahibi olmak, öğrenmek için girişilen çabanın bir sonucu olan “OKUMAK” eylemini tek başına sürekli kutsamak yerine, edinilen ve ulaşılan bilginin ve aracın nasıl ve neler olduğuna dair de kafa yormak gerekir.
Burada sizlerle paylaşmayacağım ama okuma oranlarımızın içindeki okumaların azami kısmının “aşk romanları” ve “kişisel gelişim” kitapları olması tesadüf değildir herhalde. Diğer ülkelerden az ya da çok okumak istatistiksel pozitivizmine takılmaktansa ne okuduğumuza ya da neler okunduğuna da odaklansak, çok daha iyi bir iş yapmış olacağız.
Yorum ekle