Yazarlar

Birleşik Arap Emirlikleri’nin emperyal hayalleri

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk Koordinasyon Konseyi toplantısını geçtiğimiz günlerde Cidde kentinde gerçekleştirdiler. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid Al Nahyan başkanlığındaki toplantıda 44 ortak projeyi içeren “müstesna bir Arap işbirliği modeli için tarihi bir fırsat oluştuğu” vurgusu yapıldı. Selman-Zayid ikilisinin yanlarına Bahreyn ve askeri […]

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk Koordinasyon Konseyi toplantısını geçtiğimiz günlerde Cidde kentinde gerçekleştirdiler. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid Al Nahyan başkanlığındaki toplantıda 44 ortak projeyi içeren “müstesna bir Arap işbirliği modeli için tarihi bir fırsat oluştuğu” vurgusu yapıldı.

Selman-Zayid ikilisinin yanlarına Bahreyn ve askeri darbeyle yönetilen Mısır’ı da alarak ABD ve İsrail’in bölgeye yönelik planlarını hayata geçirdikleri sır değil.  Esasında bu iki ülkenin – bir iki istisna hariç- kurulduklarından bu yana Arap ve İslam dünyasının hayrına çalıştıkları görülmemiştir. Kudüs ve Filistin davasını baltalayan, El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin İslam dünyasında yer bulmasına zemin hazırlayan ve hatta açıktan destekleyen yine bu ülkelerdir.

Tunus’ta Raşid Gannuşi’nin Nahda hareketinin “kendi isteğiyle” muhalefete çektirilmesinde, Mısır’da darbeciler eliyle meşru seçilmiş hükümetin devrilmesinde, Libya’ya General Halife Hafter’in dayatılmasında, Katar’a karşı yürütülen, Türkiye ve İran’ın müdahalesiyle etkisiz hale getirilen ablukada, Yemen’de Husilere karşı desteklenen meşru hükümetinin etkisiz hale getirilmesinde hep bu ülkenin ve ismin doğrudan ve dolaylı parmağı bulunmaktadır.

Batılı ülkeler de bu “hizmetin” değerinin gayet farkındalar ki Ortadoğu’nun ve özellikle de Körfez ülkelerinin kaderini bu ikilinin ellerine teslim etmeye çalışmaktadırlar. Yaş olarak nisbeten genç ve siyasette yeni olan bu iki isim üzerinden bölgedeki dengeler değiştiriliyor, haritalar yeniden çiziliyor ve yeni koalisyonlar kuruluyor.

Koalisyon demişken artık bölgede başını İsrail’in çektiği Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın angaje olduğu bir “Siyonist Koalisyon”dan bahsetmek mümkün.  Dolayısıyla bir süredir İran’ın Şii yayılmacılığına karşı bir Sünni ittifakı kurma çabası içine giren bu Körfez ülkeleri, Sünni ülkelerden Türkiye ve Katar’ın daha bağımsız kararlara imza atması ve mezhep temelli kutuplaşmalara karşı çıkması sebebiyle umduklarını bulamadılar. Dolayısıyla bu Siyonist İttifakın hedef tahtasına İran’ın yanı sıra Sünni ülkeler Türkiye ve Katar’ı, İhvan gibi Sünni İslami hareketleri koymasıyla birlikte Sünni ittifak hayali tam ortadan çatırdamış oldu.

Suudi veliahtının bir yılı

Bin Selman’ın veliahtlığa gelişinin üzerinden bir yıl geçti. Bu süre zarfında atılan adımlarla birlikte dengeler altüst oldu denebilir. Ülkenin prensleri ve yöneticileri bir anda yolsuzlukla suçlanır oldu ve serbest kalmaları karşılığında kendilerinden yüksek paralar alındı. Toplumun kanaat önderleri ve liderleri hain yaftası yiyerek cezaevlerine atıldı. Katar gibi müttefik bir ülke düşman oldu.

Bin Selman Lübnan’da Saat Hariri gibi zayıf liderlerle ittifak kurdu. Başarısız iç ve dış politikalar yürüttü. Yemen’e açtığı savaşı şu an sonlandıramıyor ve İran yanlısı Husilerin attığı balistik füzelerle başı dertte.  2030 vizyonu bağlamında acil kararlar alırken bu kararların hedefleri net olarak bilinmemekte. Katar gibi ülkeler düşman görülürken İsrail gibi düşman ülkelere yakınlaşılıyor. Ülkenin paraları silah anlaşmalarına ve eğlence merkezine harcanarak heba ediliyor.

Her ne kadar Suudi Arabistan nüfuz ve hacim olarak Körfez ülkelerinin abisi konumunda olsa da burada etkin söz sahibi ülke BAE ve Abu Dabi Veliahtı Muhammed bin Zayid’dir. BAE’nin kurucusu Zayid bin Sultan Al Nahya’nın oğullarından olan Zayid (57) yandaşlarınca ülkedeki güvenliğin güçlenmesi, kalkınma ve ekonomik faaliyetlerin çeşitlenmesine katkıda bulunan birçok girişimin yüzü olarak görülürken karşıtları onun izlediği politikaların ülkeyi içeride kendi vatandaşlarına baskı uygulayan ve dışarıda çatışmaları körükleyen bir polis devletine dönüştürdüğünü düşünüyor.

Zayid de tıpkı Selman gibi Müslüman Kardeşler Teşkilatı mensubu oldukları suçlamasıyla kendi vatandaşlarını cezaevine attı, çok sayıda aktivist ve hukukçuyu farklı gerekçeyle tutuklattı.

BAE’nin emperyal hayalleri kendi hayalleri mi?

Zayid yönetimindeki Birleşik Arap Emirlikleri devletinin son yıllarda izlediği dış politika, bu ülkenin emperyal hayallerin peşinden koştuğu tezini doğrular nitelikte.

BAE’nin son yıllarda Yemen’deki faaliyetleri, Somali ve Tunus’ta meşru yönetime karşı olası darbe girişimlerine destek verdiği yönündeki iddialar yenilir yutulur türden değil. Sonuncusundan yani Tunus’tan başlayacak olursak birkaç gün önce Anadolu Ajansı Tunus’tan geçtiği haberinde BAE istihbarat yetkililerinin görevden alınan Tunus İçişleri Bakanı Lütfi İbrahim ile Cerbe Adasında darbe planı hazırladıkları iddiasına yer verdi. Haberin detayında görüşmede başbakanın görevden alınması ve ardından devrik lider Zeynel Abidin bin Ali döneminin savunma bakanı Kemal Bin Murcan’ın başbakanlığa getirilmesi planının ele alındığı bilgileri yer alıyor.  Allah’tan Tunus’ta cumhuriyetçi ve laik Nida Tunus Partisi ile İslamcı ve muhafazakar Nahda Hareketinin ittifakı bu planı suya düşürdü de ülke yeni bir girdabın içine girmemiş oldu.

BAE’nin Yemen’deki hesapları

BAE, Husilerin Yemen’de başkent Sana’yı ele geçirmesinde etkin rol oynadığı yönündeki güçlü iddiaların yanı sıra bu ülkedeki politikalarına karşı çıkan Aden merkezli meşru hükümete karşı farklı hesaplar içine girdi. Güneydeki isyancı hareketi desteklerken Yemen’in Bab’ul-Mendeb boğazını ve Aden Körfezini kapsayan bölgeyi kendi denetimine almaya çalıştı.

BAE’nin Nisan ayı sonunda Yemen’in stratejik öneme sahip Sokatra adasına askeri güç konuşlandırması da bölgeyi kontrol altına alma planı içinde yer alıyor. Bu harekat Aden merkezli Yemen hükümetinin büyük tepkisini çekmiş ve tepkiler karşısında Abu Dabi yönetiminin geri adım atmasıyla kriz sona ermişti. Bu yönetim son günlerde Aden merkezli meşru yönetimi hesaba katmayarak ülkenin batı sahilindeki Hudeyde’ye farklı hesaplar içine girdi.

BAE, Somali ve Afrika boynuzunda tam olarak ne yapıyor?

Dünya petrol rezervlerinin yüzde 10’una sahip BAE, Yemen-Somali-Libya Bingazi üzerinden veya başka bir ifade ile Körfez’den başlayarak Kızıldeniz ve Akdeniz üzerindeki stratejik boğazları ve ticaret yollarını ele geçirme arzusunda.

Bu minvalde Somali yönetimi BAE’nin Afrika Boynuzu ülkelerindeki nüfuz çabalarından ve Somaliland bölgesiyle yakınlaşma politikasından rahatsız.

BAE’nin içinde bulunduğu Arap koalisyonu Yemen krizinde lojistik destek sağlamak amacıyla Cibuti’de askeri üs kurmayı planladı ve imzalar atıldı. Somaliland 1991’de tek taraflı bağımsızlığını ilan etmesine ramen uluslararası alanda tanınmıyor. BAE 2016 yılında Somaliland ile üs ve hava sahası anlaşmaları imzaladı. Bu girişimleriyle Abu Dabi yönetimi Somali’yi karşısına alırken 8 Nisanda Somali’nin BAE’den gelen bir uçakta 9.6 milyon dolar ele geçirmesi ilişkileri daha da gerginleştirdi. Somali BAE’nin tüm askeri faaliyetlerini durdururken Abu Dabi yönetimi de Şeyh Zayid Hastanesini kapatma kararı aldı.

Ürdün’ü diz çöktürme çabaları

Ürdün geçtiğimiz haftalarda hükümetin vergi yasasında yapmayı düşündüğü bir dizi düzenlemeler sebebiyle büyük protestolara sahne olmuş, kralın hükümeti görevden alması ve yeni başbakanı görevlendirerek tasarıyı meclisten çekmesiyle ortalık biraz durulmuştu.

Ürdünde kötüleşen ekonomik şartların arkasında Amman’ın klasik müttefikleri Suudi Arabistan ve BAE’nin desteği çekmesi, Ürdün’ün Trump’ın “yüzyılın anlaşması” gölgesinde Kudüs dosyasına ilişkin takındığı olumsuz tutumunun olduğu dile getiriliyor. Bu ülkeler 2017 yılı sonunda Ürdün’e verdikleri yıllık yardımları petrol fiyatlarındaki düşüşü gerekçe göstererek kesmişlerdi ancak asıl sebebin siyasi olduğu yorumu da yabana atılacak türden değil.

Ürdün’e destek amacıyla Mekke’de Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri liderleri yanı sıra Ürdün kralının atılımıyla düzenlenen dörtlü zirveden Amman’a 2.5 milyar dolarlık ekonomik yardım yapılması kararlaştırıldı.

Körfez liderleri acilen aldıkları bu destek kararıyla hem Ürdün’ü Trump’ın “yüzyılın anlaşması” planında yanlarına çekmek hem de bu ülkede olası iç karışıklığın olumsuz yansımalarından kaçınmak istemiş olabilirler.

Tabi “yüzyılın anlaşması” planı denilince ilk akla iki devletli çözüm projesinden vazgeçilmesi, Kudüs’ün statüsü ve Ürdün’ün şehrin kutsal mekanları üzerindeki vesayetinden ödün verilmesi konuları geliyor.  Körfez ülkeleri Ürdün’ü bu vesayetten ödün vermeye ikna edebilir mi bunu önümüzdeki günler gösterecek ancak Ürdün’ün Kudüs’ten ödün vermesi kendi geleceğinden ve meşruiyetinden ödün vermek anlamına geleceği için pek ihtimal dahilinde değil.

Kaldı ki Ürdün tamamen bu ülkelere mahkum da değil. Kuveyt, Katar, Türkiye ve İran’a yönelebilir ve Körfez baskısı gölgesinde tıpkı Katar’ın yaptığı gibi Türkiye ve İran’la siyasi, iktisadi ve hatta askeri bir işbirliğine gidebilir.

Kudüs’te şaibeli işlerde de varlar!

Bu bağlamda BAE’nin Mescidi Aksa civarında Filistinlilere ait gayrimenkulleri fahiş fiyatlara satın aldığı ve sonrasında Yahudi yerleşim birimi inşası için Elad derneğine sattığı yönündeki iddialar dikkat çekti. Filistin İslami Hareketi Başkan Yardımcısı Kemal Hatib, BAE’nin Fetih Hareketinden kopan üzerinden yürüttüğü plan doğrultusunda eski şehirdeki Arap emlaklarını satın almaya çalıştığını açıklamıştı. Kudüs Yüksek İslam Konseyi üyesi Cemal Amr da BAE ve Suudi Arabistan’ın şehirde bu minvalde şaibeli işler yaptıklarını, emlakları değerinin kat kat fazlasına satın alma çabası içine girdiklerini belirtti.

BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, Medine Müdafii Kahraman Fahreddin Paşa’yı “hırsızlıkla” suçlayan ve “Bunlar Erdoğan’ın ataları” yazan skandal bir tweeti kendi hesabından paylaştı.

Türkiye düşmanlığı kimin adına !

Son olarak BAE ve Suudi medyasının, yazar çizer takımının Türkiye düşmanlığı üzerinden Arap milliyetçiliğini horlatma çabalarını unutmamak gerekiyor. Türkiye’de Arap turistlere kötü davranıldığı gerekçesiyle tatil için bu ülkeye gidilmemesi yönünde sosyal medyada başlatılan kampanyaların merkezinde bu iki ülke vardı.  15 Temmuzdaki hain darbe girişimi ve dolardaki hızlı yükseliş başta olmak üzere Türkiye aleyhindeki faaliyetlerde bu Körfez ülkelerinin isimlerini duyduk ve duymaya devam edeceğiz.

Halklarından kopuk bu entrikacı diktatör Arap rejimlerinin hiçbir geleceği yoktur ve gelecek, ümmetin çıkarları lehinde bağımsız kararlar alan liderlerin omuzlarında yükselecektir.