Yazarlar

Bayraklar ve kırmızı biberler

Osmanlı Devleti’nin sona ermeye yüz tuttuğu dönemde ortaya çıkan hareketlerden biri de Osmanlıcılıktı. Tüm kötülüklerin merkezinde padişahın otoritesi olduğuna inanılıyordu. Eğer meşrutiyet ilan edilirse, Osmanlı tebaası gerekli temsil haklarına ulaşırsa sorunların kök sebeplerinin çözüleceğine inanılıyordu. Geride kalan kartlarda Meşrutiyet’in ilanının getirdiği “hürriyet” günleri coşkulu bir şekilde anlatıldı. Farklı dinlere mensup Osmanlılar coşkuyla anavatana olan bağlılıklarından söz ediyorlardı. Ömer Seyfettin, Hürriyet Bayrakları isimli hikayesinde bunu hicveder. Rumeli’nde iş seyahatine çıkan iki Osmanlı memuru bir köye yaklaştıklarında her tarafın kırmızı Osmanlı bayraklarıyla donatıldığını fark eder. İşte derler, hürriyet ateşi bu kadar güçlüdür, köylere kadar yayılan bilinç Osmanlıcılıkla bizleri kuşatmıştır. Yaklaştıklarında gördükleri ise duvarlara kurutulmak üzere asılmış kırmızı biberlerdir. Hayat, büyük sözlerden ayrı bir yolda ilerler ve bazen büyük gelişmeler karşısında yapabileceği fazlaca bir şey kalmaz. Bentleri yıkan gelişmeler kontrolünüzün dışındadır. 

Fotoğraf: Sema Karpuzi / X
Fotoğraf- Erhan Çavdaroğlu

Osmanlı’nın imkansız hülyası, Osmanlı bakiyesi topraklardan yüz yıldan fazla süre sonra yeniden diriltilmeye çalışılıyor. Ne hazin ve ironiktir ki Osmanlı’yı beğenmeyen her Osmanlı parçacığı aynı imtihanı veriyor. 34. haftasına giren İsrail gösterileri bu örneklerden biri. Yargı reformu ile “demokratik geleneklerinin” yara aldığını düşünen İsrailliler Tel Aviv sokaklarını doldurdu. Geniş meydanlarda ellerinde sadece mavi-beyaz İsrail bayrağı olan kalabalıklar, bir bütün olarak İsrail idealini savunmaya çalışıyor. Aralarında İsrail vatandaşı Filistinlilerin ve Dürzilerin de bulunduğu konuşmacılar, ateşli vaazlarıyla İsrail’in yeni kimliğine renk vermeye çalışıyorlar. Anayasal güvence altına alınmış İsraillilik kimliği ile yeni ve umut veren bir gelecek kurmaya çalışıyorlar. 

Geniş bir koalisyonu temsil eden göstericilerin talebi, kötülüklerin anası olarak gördükleri Netenyahu yönetiminin otokratik temayüllerini dizginlemek. Sosyal medyada İbranice atılan tweetlerden birinde İsrail’in Macaristan olmasına müsaade etmeyecekleri yazılıyordu. Osmanlı “devrimcilerinin” Fransız ihtilalinden kopya çektikleri “Hürriyet, uhuvvet, müsavat” yani “özgürlük, kardeşlik, eşitlik” üçlemesi gecikmiş bir halde Yafa’nın yanında kurulmuş “ideal Yahudi şehri” Tel Aviv’de çınlıyor. Kalabalığı bir araya getiren farklı motivasyonlar devasa İsrail bayraklarının altında gizlenmeye çalışılıyor. Meşrutiyet sonrası patlak veren Balkan Savaşları ya da Osmanlı İç Savaşı tecrübesi İsrail’in de önünde büyük bir imtihan olarak yer alıyor. Mark Twain’in dediği gibi “Tarih tekrar etmez ama kafiyeyi sever.” 

İsrail sokaklarını dolduran figürlere baktığımızda sadece Yahudi olmanın bile olan biteni anlamak için yeterli olmadığını görüyoruz. Kendilerini akıllı olarak gören Avrupalı Eşkenaziler, her daim sadakat testine tabi tutulan Falaşalar, renkli kültürleriyle kendilerini Siyonist sapkınlıklara fazla kaptırmamış Seferad Yahudileri, daha çok Arap olarak görüldükleri için makbul kabul edilmeyen Mizrahiler. Elbette daha farklı bir düzlemde toplumu karpuz gibi ortadan ikiye bölen Ortodoks ve seküler İsrailli figürler. 1900’lerin başındaki Osmanlı toplumundan az bir çeşitlilik gibi görünmüyor. Bunun üzerine bir de Darülfünun’da hukuk eğitimi almış İsrail’in kurucu babası David Ben Gurion’u ekleyelim. Hürriyet bayraklarının rüzgarının neyle dolu olduğu ve S.O.S. çağrısı veren bir toplumun vaveylası olduğu daha iyi anlaşılabilir.