İnsanlığı, etnik kökenlerinin homojen yapısına inandıran milliyetçi düşünce aynı yanılsamayı sanat, kültür ve müzik mecralarında da oluşturmuştur. 20. Yüzyıl öğretisi ile büyüyenler olarak, kültürün, sanatın ve müziğin diğer toplumlardan ve kültürel miraslardan bağımsız olarak var olduğunu düşünmeye başladık. Nebahat Avcıoğlu bu yaklaşımı, Kemalist dönemin Avrupalılaşmak için verdiği güçlü mücadelede, kendi geçmişine dair oluşturduğu bir amnezi olarak nitelemektedir. Aynı zamanda Avrupa, kendisini turquerie veya oryantalizm gibi akımlara olan ilgilerden bağımsız şekilde tasvir ederken, Avrupa’ya ait olan fikirlerin ve maddi kültürlerin yayılmasını ise yalnızca masum modernleşme aracı olarak görmektedir. Anlaşılabileceği üzere, insanlar sahip oldukları kültürel özelliklerin, farklı nedenlerden dolayı homojenliğine inanmaktadırlar. Ancak, objektif tarih bakış açısı, bize bu yaklaşımın tam karşıt örneklerini görme fırsatı verir. İnanılanın aksine, tarihsel sürece baktığımızda, kültürlerin diğer kültür havzalarıyla iletişim kurduğunu ve birbirlerini etkilediğini görüyoruz. Bu kültürel etkileşimin örneklerden biri, genelde oryantalizm ve Türk kültürü özelinde Turquerie olarak adlandırılan Batı’nın kendi kültür ve sanatlarında Doğu’ya ait figür, stil ve modelleri uygulama konusundaki ilgisidir. Bu terimleri göz önünde bulundurarak Türk anlayışının, Avrupa kültürü ve sanatı üzerindeki etkisine bakalım.
Lord Byran tarafından ilk kez 1812’de “Doğu ilmi ve çalışmaları” anlamında kullanılan oryantalizm, son birkaç yüzyılın en trend konulardan biri olmuştur. Bernans Lewis, The Question of Orientalism adlı kitabında oryantalizmin iki farklı tanımını vermektedir. İlk tanımda, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı ziyaret eden, gördüklerini veya hayal ettiklerini romantik bir tarzda tasvir eden Batı Avrupalı ressamlar tarafından oluşturulan bir resim okulu anlamına gelir. İkinci anlamda ise oryantalizm, akademik çalışma alanı olarak anılmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda oryantalizm, Doğu ilmi/irfanı anlamına gelecek şekilde kullanılsa da, bu kelimelerin icadından çok önce Avrupalı düşünürler arasında Doğu’ya karşı bir ilgi mevcuttu. Keşfedilmemiş, egzotik ve güçlü olan Doğu, Batı’nın ilgi odağıydı. Zeynep İnankur, ” Resim alanında, Doğu’ya gösterilen ilginin aslında, oryantalizmin popüler bir mecraya dönüştüğü on dokuzuncu yüzyıldan çok daha erken var olduğunu ” belirtiyor. Söz konusu popülerlik, başlangıç olarak Türklerin İstanbul’u fethedişi ile bağlantılıdır. Karasal anlamda oluşan bu yakınlaşma Doğu ve Batı arasındaki kültürel etkileşimi oldukça etkilemiştir. Bu etki, Batılı sanatçı ve müzisyenlerin Doğu’ya ait olan konulardan esinlenerek eserlerinde türban, Türk geleneğine ait kıyafetler ve yerli enstrümanlar kullanmasına yol açmıştır. Buna ek olarak, –yabancıl anlamda- egzotik temalar arayan sanatçılar için Türkiye başlangıç noktası olmuştur. Türklere/ Osmanlı İmparatorluğu’na olan bu yoğun ilgi “turquerie” olarak adlandırılmaktadır. Kültürlerarası bir sanat formu olan turquerie, iki başlık altında açıklanabilir: benlik tasarımı olarak Turquerie ve seyahat sanatı olarak Turquerie.
Öncelikle, benlik tasarımı olarak Turquerie, Aydınlanma düşüncesinin kendi ilkelerini etkin hale getirmeye başladığı 18. yüzyıldan itibaren çok etkili olmuştur. “İşaretler, hikâyeler ve anlamlar bakımından zengin olan Osmanlıların aydın kimliği, eğitimli erkek ve kadınlara bir kimlik oluşturmak, müzakere etmek veya yeniden formüle etmek için bir ilham kaynağı sunmuştur.” Toplumsal kimliğini sosyo-politik amaçlar için üretmenin bir yolu kendi benliğini inşa etmektir. Tabii ki, bu benlik tasarımı, güç algısı ile doğrudan bağlantılı bir olgudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun üstün bir model olarak kabul edildiği zamanlarda, Batı bu kültürün bazı sembolik unsurlarını kullanarak sahip olduğu gücü kazanmaya ve korumaya çalışmıştır. Bununla birlikte, Batı’nın sadece Osmanlıları taklit etmeye çalıştığını söylemek tarihsel anlamda doğru olmayabilir. Batılılar, Osmanlı kültürüne ‘Türk’ olmak için değil, “kendi farklıklarını biçimlendirerek, onu temsil alanında yeni bir benliğe dönüştürecek sembolik bir dil” olarak bakmışlardır. Bu bağlamda Türkler, güçlü, dinamik ve entelektüel olanı sembolize edecek bir kişilik temsilini oluşturmaktadır.
Öte yandan, seyahat sanatı bağlamı içinde Turquerie, Avrupa’daki Türk etkisini ifade etmenin başka bir yoludur. Seyyahların Türk topraklarında yaptığı gözlemler, özellikle Batı Avrupa’daki mimari eserlerin Türk stilinden öykünmesinin arkasında yatan güdülerin tanımlanması ve yorumlanması açısından önem arz etmektedir. 18. ve 19. yüzyıl gezginleri Osmanlı topraklarına geldiklerinde, bu kültürü gözlemleme arzuları, ülkelerine döndüklerinde, gördüklerini kaydetme ve yayınlamayı beraberinde getirmiştir. Oluşturulan bu kayıtlar akabinde, sanatçılar ve mimarlar tarafından Türk kültür kaynağı olarak kullanılmıştır. 18. yüzyılda Avrupa’da Türkler hakkındaki egzotik bir epistemoloji oluşumuna katkı sağlayan yayınlara, Lady Mary’nin mektupları örnek olarak verilebilir. İngiliz Büyükelçisinin eşi olan Lady Mary, on dokuzuncu yüzyıl Avrupası’ndaki mimarlık eğitimine önemli ölçüde yön veren, İstanbul, Türk kadınları, Türk hamamları, camiler vb. hakkında birçok mektup yazmıştır.
Özetle, kültür tek boyutlu incelenemeyecek kadar karmaşık ve zengin bir yapıdır. Her ne kadar Batı, değindiğimiz nedenlerden ötürü, Avrupa’daki kültürel ve siyasal Türk etkisini küçümseyen, hatta inkâr eden tarih yazımını benimsese de, Doğu’nun kültürel unsurlarına Avrupa’nın yoğun ilgi gösterdiğini kanıtlayan unsurlara erişebiliyoruz. Batı’daki Türk kültürü etkisi olarak tanımladığımız Turquerie, uzun yıllar boyunca oldukça popüler olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki büyükelçiler ve gezginler tarafından Batı ve Doğu arasında kültürlerüstü bir saha oluşturarak diyalektik tarihe katkıda bulunmuştur.
Yorum ekle