Yazarlar

Amerika, kendisiyle ve müttefikleri ile neden savaşıyor?

Sonunda aylardır “beklenen” gelişme gerçekleşti ve 13 Ekim Cuma günü ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın 5+1 ülkeleri ile imzaladığı ve İngilizce kısaltması JCPOA olan Ortak Kapsamlı Eylem Planına İran’ın uyduğunu onaylamayı reddetti. Daha önce üçer ay arayla iki kez İran’ın anlaşma şartlarına uyduğunu onaylayan Trump bu kez anlaşmayı düzeltmesi ya da İran’a yeni ambargolar uygulanması için dosyayı Kongre’ye gönderdi. Bunların gerçekleşmemesi durumunda ise anlaşmayı iptal edeceğini söyledi. Bununla eş zamanlı olarak ABD Maliye Bakanlığı İran Devrim Muhafızları Ordusunu terörist aktiviteleri destekleme suçlamasıyla yaptırım listesine aldığını açıkladı ve ABD ordusu da müttefikleriyle birlikte İran’ın bölgesel faaliyetlerini kısıtlamak için yeni arayışlar içinde olduğunu duyurdu.

11 Eylül’den hemen sonra George Bush tarafından kabul edilen 13224 sayılı Başkanlık Emri (Executive Order) uyarınca alınan kararın, daha önce de çeşitli komutanları ve kurumları yaptırım listesine alınan DMO’nu bu sefer bütünüyle terörü desteklemekle suçlaması önemli bir adım ve tüm bölgesel gelişmeleri etkilemesi muhtemel. Yine de bir nüans olarak DMO’nun ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terör örgütleri listesine alınmadığını hatırlatmakta fayda var. Nitekim Trump’ın açıklamalarından birkaç gün önce İran basınına konuşan DMO Genel Komutanı Muhammed Ali Caferi bu adımın atılması ve ordunun terör örgütü olarak ilan edilmesi durumunda ABD ile hiçbir müzakere gerçekleşmeyeceğini ve hesaplaşma yerinin müzakere masasından başka bir yer olduğunu söyleyerek ABD üslerinin İran sınırlarından 2000 km uzaklığa çekilmesini aksi takdirde ABD ordusuna DEAŞ muamelesi yapacaklarını söylemişti.

Anlaşmaya tepkiler gecikmedi. Trump’ın konuşmasının hemen ardından bir açıklama yapan AB Dış Politika Sorumlusu Frederica Mogherini anlaşmanın çok taraflı bir anlaşma olduğunu ve ABD’nin tek yanlı iptal edemediğini, BM’in şu ana kadar sekiz kez İran’ın anlaşma şartlarına uyduğunu teyit ettiğini belirtti. Anlaşmanın gerçekleşmesinde önemli payı bulunan ve oldukça gergin olduğu gözlenen Mogherini ABD Başkanı’nın çok güçlü yetkileri olduğunu ancak anlaşmanın iptalinin bunlardan birisi olmadığını ileri sürdü.

Trump’ın uzun süredir merakla beklenen açıklamasına bir yanıt da İran içinden geldi. Mogheri’nin açıklamalarının hemen ardından bakanlarının da hazır bulunduğu ortamda kameralar karşısına geçen Ruhani Trump’ı suçladı. Trump’ın anlaşmaya ait teknik bilgilere sahip olmadığını belirten Ruhani Devrim Lideri Hamanei’ye bağlılık mesajları verdi ve DMO’nu sahiplenici ifadeler kullandı. Rusya da benzer bir açıklama yaparak ABD’nin son kararının son derece yanlış olduğunu açıkladı ve yeni yaptırımlar uygulanmasının son derece kötü sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti. Almanya, Fransa ve İngiltere’nin ortak bir açıklama yaparak anlaşmanın 13 yıllık diplomatik çabanın zirve noktası olduğunu belirttiler. Merkel, Macron ve May tarafından imzalanan bildiride anlaşmaya zarar verecek her türlü adımdan önce çok iyi düşünülmesi gerektiği belirtildi. Dahası Almanya Dışişleri Bakanı ABD’nin bu tutumunun Avrupa ülkelerini Çin’e ve Rusya’ya iteceğini söyledi.

Trump’ın açıklamalarına en önemli destek ise beklendiği gibi İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’den geldi. Mısır darbesi, Yemen saldırısı, Katar krizi gibi konularda da ortak hareket eden ülkelerin İran’a karşı yakın dönemde politikalarını sertleştireceklerine kesin gözüyle bakılıyor. Bununla birlikte söz konusu eksenin şu ana kadar İran’ın bölgesel yayılmacılığını engellemekten uzak oldukları ve fazla bir ağırlıklarının olmadığı açık. Dolayısıyla söz konusu ülkelerin desteklerini sembolik olarak görmek yerinde olacaktır.

 

Sonraki aşama

Bu aşamada ABD Kongresi’nin nasıl bir tepki göstereceği bilinmese de İran’a farklı yaptırımlar uygulayacağına kesin gözüyle bakılıyor, zira Kongre’nin birçok etkili ismi geçtiğimiz yıl boyunca anlaşmayı sert bir dille eleştirmişti. Bu durumda İran nükleer anlaşmadan tamamen çekilmek dahil tüm opsiyonları değerlendirecektir. Zira İran’ın nükleer anlaşmayı 2105’te imzalamasının temel nedeni ülke ekonomisinin felç durumuna gelmesiydi. İran’ın bu sefer terörizm ve balistik füzelerinin bahane edilerek aynı yaptırımların geri gelmesini kesinlikle kabul etmeyecektir. AB ülkelerinin ve Rusya ve Çin gibi anlaşmaya taraf diğer ülkelerin İran’ı anlaşmada tutmaya çalışmaları fazla bir anlam ifade etmeyebilir zira bu ülkeler İran’a yaptırım uygulamasalar bile uluslararası bankacılık işlemlerinin ABD tarafından kontrol edilmesi İran’a para transferini imkânsız hale getireceğinden dolayı hiçbir uluslararası yatırımcı İran ile iş yapmak istemeyecek ve pratikte JCPOA öncesi yaptırım şartları geri gelmiş olacaktır.

Trump’ın seçim kampanyasından beri İran ve nükleer anlaşmayla ilgili tavrı düşünüldüğünde bu adımın aslında beklendiği ileri sürülebilirdi. Bu noktada önemli olan husus zaten kırılgan ve çatışmalarla dolu olan bölgede bu yeni krizin ne anlama geleceği ve ne gibi sonuçlara yol açabileceği meselesidir. Bilindiği üzere İran başta, Irak ve Suriye olmak üzere iki ülkede yoğun askeri varlık bulunduruyor ve daha düşük seviyede de olsa Yemen’deki Husi’lere askeri ve lojistik destek sağlıyor. İran’ın bölgedeki faaliyetlerini sınırlandıracağını açıklayan ve bunun için müttefikleriyle görüşme yapacağını açıklayan ABD’nin hangi müttefiklerini kastettiği önemlidir. Körfez’in bu iş için yeterli kapasitesi olmadığı aşikardır, İsrail ancak kendisini doğrudan ilgilendiren Hizbullah’ın faaliyetleri ve sınır güvenliğini öncelemektedir. Bunun dışında ABD’nin bölgedeki kâğıt üzerindeki en önemli müttefiki Türkiye iken pratikte ise bu müttefikin son birkaç yıldır PKK’nın Suriye kanadı YPG olduğu biliniyor.

 

Türkiye-ABD ilişkileri açısından yeni bir test

Türkiye son yıllarda defalarca İran’ın bölgesel yayılmacılığını gündeme getirmiş, özellikle Suriye’deki büyük trajedi ve kaosta büyük rolü olduğunun altını çizmişti. Bununla birlikte zaman içinde ABD’nin tavrı dolayısıyla Astana sürecinde aktif rol alan Türkiye, son aşamada İdlib operasyonunu da bu anlaşma çerçevesinde yürütmektedir. Türkiye ile Rusya ve İran arasındaki ilişkilerin iyileşmesi bölgesel gelişmelere paralel olarak sürmekte, özellikle İran ve Türkiye’nin Kürdistan’ın referandum süreciyle ilgili ortak tutumları iki ülke arasındaki yakınlığı askeri iş birliği noktasına kadar taşımıştır. Dolayısıyla ABD’nin son gelişmeler ışığında Türkiye’den nasıl bir beklenti içine gireceği oldukça önemlidir.

Son yıllarda ABD yönetimindeki bazı grupların hedefinde Türkiye’nin İran’dan daha önemli bir yer tuttuğunu hatırlayacak olursak ABD’nin İran karşısındaki bu yeni tavrını doğrudan Türkiye lehine bir gelişme olarak yorumlamak mümkün görünmüyor. Zira daha önce de çeşitli kereler görüldüğü üzere iki ülkeye yönelik bir ‘çifte kuşatma’ politikası uygulandığını düşürtecek birçok karine mevcut. Nitekim geçmişte İran ve Irak’ın birbirlerine düşman olması Bill Clinton yönetimi tarafından eş zamanlı olarak hedef alınmalarına engel olmamıştı. Trump döneminde “iyileşmesi”, normalleşmesi beklenen ilişkilerin Halk Bankası yöneticilerinin ya da Cumhurbaşkanlığı korumalarının göz altına alınması ile iyice “gerginleşmiştir”. Yargı eksenli bu provokasyonlara ABD Dışişleri Bakanlığı’nın da Büyükelçilik üzerinden vize kriziyle katılması, Büyükelçi John Bass’ın giderayak Türkiye’yi yeni terör eylemleriyle tehdit etmesi Ankara’nın Washington’a karşı iyimser olması için henüz bir neden olmadığını açıkça ortaya koyuyor.