Yazarlar

Afrika’nın fakirliğinin sebebi : Afrika’nın zenginliği

Türk dış politikasının ana omurgasını uzun yıllar boyunca hem siyasi beklenti, talepler ayrıca ekonomik ilişkilerden dolayı Avrupa ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri ile ilişkiler belirleyici olmuştu. Son dönemde küresel ticaret rota planlamaları Türkiye’yi geçmişte ihmal edilen bölgelerle ilişkilerini geliştirmeye yöneltti. Bu ihmalin en önemli faktörü Afrika’da mevcut bulunan devletlerin 1960’lı yılların başına kadar ‘sömürge ülkeleri’ olmaları […]

Türk dış politikasının ana omurgasını uzun yıllar boyunca hem siyasi beklenti, talepler ayrıca ekonomik ilişkilerden dolayı Avrupa ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri ile ilişkiler belirleyici olmuştu. Son dönemde küresel ticaret rota planlamaları Türkiye’yi geçmişte ihmal edilen bölgelerle ilişkilerini geliştirmeye yöneltti. Bu ihmalin en önemli faktörü Afrika’da mevcut bulunan devletlerin 1960’lı yılların başına kadar ‘sömürge ülkeleri’ olmaları Türkiye’nin Afrika kıtası ile ilişkilerini geliştirmesini engelledi. 1970’lerin sonunda ve 1990’ların sonunda kıtaya açılma denemeleri olsa da ekonomik yatırımlarla desteklenmediği ve ‘siyasi’ beklentilerle yola çıkıldığı için başarılı olamadı. AK Parti iktidarı ile başlayan Afrika açılımı, hem siyasi hem de ekonomik politikalarla desteklendiği için geçmişteki benzer açılımlara nazaran daha başarılı oldu, sahada karşılık gördü. Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gerçekleştirilen ziyaretler neticesinde Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile hem siyasi hem de ekonomik ilişkileri kayda değer ölçüde gelişti, karşılıklı ziyaretler için sağlam bir köprü kuruldu. 2007 yılında Tayyip Erdoğan, Addis Ababa’da düzenlenen Afrika Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları 8. Zirvesi’nin açılışında “Afrika ortak geleceğimizin merkezindedir, Afrika’nın başarısı insanlığın başarısı olacaktır” şeklinde beyanatta bulunmuş, 2015 yılı  başında Cibuti ziyaretinde “Biz sizin doğal kaynaklarınız için gelmiyoruz. Sizinle kardeş olduğumuz için buradayız” demişti.

AVRUPA, AFRİKA’YI SÖMÜRMEYE DOYAMADI

Kalkınma yardımlarının yanı sıra projeler yürütmesi, uygulaması aynı zamanda sağlık hizmetleri, eğitim burslarıyla Türkiye, tüm ülkelerde büyükelçilik düzeyinde temsil edilerek Afrika kıtasının günlük yaşamında bir iz bırakarak, parçası oldu. Türkiye’nin Afrika’nın en ücra köşelerinde bile halkın yanında kendisini hissettirmesi ABD, İngiltere ya da diğer ülkeler gibi Afrika kıtasında sömürgeci olarak algılanmasını engelleyen önemli faktör oldu. Son yıllarda kıtada ağırlığını koymayan çalışan bir Çin örneğini burada  hatırlatmakta fayda olacaktır.2006 yılını ‘Afrika Yılı’ ilan ederek bölgeye hızlı bir ekonomik giriş yapan Çin’in son yıllardaki siyasi, ekonomik uygulamaları Afrika kıtasında artık ‘Yeni sömürgeci güç’ olarak dillendirilmesine yol açtı. Çin’in Afrika ülkelerine etkisi, henüz tam olarak tanımlı değil. Ancak birçok Afrika ülkesi, Pekin’in yatırım yönelimini memnuniyetle karşılıyor. Ancak başta Çin olmak üzere birçok ülke çoğu zaman doğal kaynakları tüketme, yolsuzluğu besleme, otoriter yönetimi desteklemeye/yönetimi değiştirmeye yol açan yüksek maliyetlere sahip.

Ekvator Ginesi Maden, Endüstri ve Enerji Bakanı Gabriel Mbaga Obiang Lima, “Afrika Petrol ve Enerji Konferansı 2017 (Africa Oil&Power 2017)” sonrası soruları cevaplamış ve kıtanın enerji profiline ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştu. Lima, konuşmasının bir bölümünde “Daha önce Afrika için tek yol Avrupa’ya gitmekti, şimdi ise Türkiye ve Çin var. Avrupa, Türkiye’yi Afrika’da kendilerine rakip olduğu için tehdit olarak görüyor. Artık Afrika’daki sorunların çözümünde Avrupa’dan başka da yerler var. Türkiye Afrika’da piyasayı daha rekabetçi hale getirdi. Biz Avrupalı şirketler gelmesin demiyoruz fakat ne zaman bir yol inşası için İspanyol, Fransız, İngiliz, Türk ve Çinli şirketlerle masaya otursak, ihalelerin yüzde 90’ını Türk ya da Çinli şirketler kazanıyor ve yollarımız aynı teknolojiyle inşa ediliyor.” dedi.

Bu noktada Ankara, Fransız General Charles de Gaulle’nin “Sarı ejderhanın uyanmasına izin verme” diye uyardığı ülke olan Çin örneğinin kıtadaki negatif uygulamalarını iyi analiz etmelidir. Buna karşın gene Türkiye’de Afrika kıtası ile ilgili akademik çalışmaların ya da araştırmaların desteklenmediği de bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Keza Ortadoğu meselesi ile ilgili ‘kafa yoran’ kuruluşların çoğunun aynı zamanda ‘uzmanlarının’ büyük bir bölümünün yetersizliği de düşünüldüğünde büyük beklentilerle çıkılan Afrika macerasında bu hususun dikkate alınması oldukça önemlidir.

KÖLELEŞTİRİLEN AFRİKA

Başta Güney Afrika, olmak üzere uzun süredir kıtada Nelson Mandela’nın özgül ağırlığının hissedildiği bir kıta Afrika. Mandela, ardında birçok insani ve siyasi değer bırakarak bunlara ilişkin kıtada tüm baskı ve zulümlere rağmen belirleyici bir ölçü kıldı ve gelecek iktidarların omuzlarına ağır bir sorumluluk yükledi. Mandela yaptığı mücadeleyi, kırgınlıklarını başkalarını ezen bir liderlik inşası veya halkın duygularını sarsmada kullanmadığı gibi kıtada nadir görülen bir şekilde mali ve ahlaki yolsuzluk bataklığına da saplanmamıştı.

Afrika kıtasındaki iç çatışmalar beraberinde göç dalgaları getirdiği gibi tüm bölgede sosyal dengeler alt üst olmuş ve bölgesel barış zedelenmiştir. Sosyolojik sürecini tamamlayamamış aynı zamanda mikro mensubiyet davranışlarının kabileler bazında devam ettiği Afrika’da istikrar ve kamu düzeni oluşturulabilmesi de riskli olmakla beraber oldukça zor.

İzlediği aktif dış politikada bölgesindeki gelişmelere yön verebilen ve bölge siyasetini belirleme ve etkileme yeteneğine sahip bölgesel ya da küresel güç olma isteğindeki Türkiye için Afrika ükeleri ile ilişkilerini geliştirmek elzem niteliğindedir.

Son on yılı kapsayacak şekilde, Afrika’da en fazla varlık gösteren yükselen güçler sıralaması yapıldığında Türkiye; Brezilya, Hindistan ve Çin ile birlikte ilk dört içinde yer almaktadır.

İŞTAH KABARTAN AFRİKA

Kıtada ilk sömürgeciler Portekizliler ve İspanyollar olmuştur.

Bu iki ülke, modern dünyanın ilk sömürge imparatorlukları olarak tarih sahnesine çıkarak Amerika kıtasının güneyini kısa bir süre içinde sömürgeleştirmişlerdir. İspanya ve Portekiz’i diğer Avrupa ülkeleri izlemiştir. 17. yüzyılda Hollanda güçlü bir sömürge ülkesi olarak rekabete katılmış, Hollanda’yı İngiltere izlemiştir. Bu iki yeni sömürgeci güç de, hem Amerika kıtasına hem de Uzakdoğu’ya el atmıştır. 18. yüzyıla gelindiğinde İngiltere dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu haline gelmiştir. Fransa ve Belçika da çok geçmeden bu yarışa katılmıştır. 19. yüzyılda, Amerika kıtasının büyük bölümü, Afrika’nın neredeyse tamamı ve Uzakdoğu’nun çok sayıda ülkesi sömürge durumunda olmuştur.

Afrika kıtası bilindiği gibi, zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Aynı zamanda halkının yüksek refah seviyesinde yaşayabileceği bir potansiyeli vardır. Ancak sömürüldüğü için, kıtanın sahip olduğu doğal kaynaklar bölge halkı tarafından kullanılamamıştır. Bu yüzden Afrika ülkeleri sanayileşmeyi başaramamıştır.

‘DEMOKRASİYİ TATTIRARAK’ TEFECİLİK

2003 yılı itibarıyla Afrika’nın 350 milyar dolar dış borcu olduğu ve kıtanın her yıl ödediği borç miktarının 15 milyar dolar civarında olduğu değerlendiriliyor. Afrika ülkelerinin sırtından geri ödenen bu borçların büyük bir kısmı Soğuk Savaş döneminde Afrika ülkelerindeki diktatörlerin hamilerinden aldıkları paralar olduğunu ve ‘buharlaştığını’ da eklemekte fayda var. Öyle ki Güney Afrika’daki Apartheid rejimi son 15 yılında 18 milyar dolar borç almışken rejim değişikliği sonrası bu rejimin mağdurları kendilerini yok etmek için kullanılan bu borç parayı geri ödemek zorunda bırakılıyor.

Güney Afrika kıtada şanslı olan bir ülke. Çünkü Nijerya gibi dış borçlar, artan faiz oranlarından dolayı borç ana paranın üstüne çıkarak ödenemez boyutlarda. Nijerya’nın borçlu olduğu ana para 5 milyar dolar, bugüne kadar geri ödediği para 16 milyar dolar ve hala 32 milyar dolar borcu var.

Birleşmiş Milletlere göre Afrika’nın toplam kaynaklarının yüzde 40’ı borç ödemelerine gidiyor.

AFRİKA HEP İSYANDA! 

Çoğu Afrika ülkesinin sınırları, sömürgeci devletler tarafından masa başında cetvelle çizilmiştir. Bu durum, Afrika’da yıllarca süren iç çatışmalara ve sınır savaşlarına sebep olmuştur.

Kıta’nın başta kuraklık olmak üzere acil insani problemler açısından dünyanın en riskli, sorunlu bölge olması insan kaynaklarının yetersiz olmasıyla birleştiğinde sorunları çözülmez kılıyor. Beş kişiden üçünün eğitim alamadığı kıtada bulaşıcı hastalıklar, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kötü beslenme sebebiyle erken yaşlarda ölümler Kıta’nın üretim sürecinin sürekli durmasına sebep oluyor.

Afrika, su kaynakları açısından da fakir olmamasına rağmen, kıtada çok ciddi bir su sorunu vardır. Sahra Çölü’nün derinliklerinde dünyanın en geniş ve kullanıma uygun su yataklarından biri bulunmaktadır. Ancak yine ekonomik yetersizlikler bu suyun yüzeye çıkarılmasına engel olmaktadır. İnsanlar temiz içme suyundan yoksun yaşamakta, bu da başta dizanteri olmak üzere birçok hastalığın yayılmasına sebep olmaktadır.

ABD’den Avrupa’ya hemen hemen tüm ülkelerin sömürdüğü Afrika’ya ‘dönüşüm’ ve ‘değişim’ süreci de uygulanarak dini açıdan da müdahale edildi. Kıta haritasında Sahra altı olarak tanımlanan bölgelerde İslam inancı yaygın olarak kabul görülüp, uygulanırken geri kalan bölgelerde mahalli inanışların hüküm sürdüğü alanlarda Batı misyonerlik faaliyetlerini de yoğun olarak uygulandı.

Bu geniş fotoğraf içerisinde Türkiye ilişkilerini önümüzdeki dönemde daha artırarak Çin’den farklı olarak Afrika’nın sorunlarına, ihtiyaçlarına ‘Afrikalı’ çözümler bulmaya ve uygulamaya devam edecek gibi görünüyor.