İki büyük sûfi
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’ya daha sonra Balkanlara ruh ve anlam katan düşünce, tasavvuf düşüncesi olmuştur. İbn Arabî, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi,
Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi büyük şahsiyetlerin eserleriyle inşa edilen bu anlayış, Anadolu’ya Selçuklu döneminde bir altın çağ yaşatırken, devletin yıkılış sürecinde bir müjdeci ses olarak krizin atlatılmasını da sağlamıştır. Vahdet-i vücud telakkisine sosyal birlik fikrinin de eklenerek milletin derlenip toparlandığı, bir yandan da Osmanlı’nın kuruluş zihniyetinin inşa edildiği yapı, tasavvufi düşünce geleneğidir.
Bu geleneğin klasik Osmanlı dönemindeki iki önemli ismi ise bu dönemin önder ismi Hacı Bayram Veli’nin halifeleri olan ve Yazıcızâde kardeşler olarak bilinen Muhammed Efendi ile Ahmed-i Bican’dır. Başka eserleri de olmakla birlikte tesirleri itibariyle biri yazıldığı günden itibaren bütün zamanlar boyunca en çok okunan eserlerinin başında Muhammediye gelmektedir. Envaru’l-Âşıkin adlı eserle birlikte bu iki büyük kaynak, zihniyet dünyamızı şekillendirmişlerdir. Denilebilir ki, şayet özellikle Klasik Osmanlı dönemini anlamak istiyorsak bu iki ismi dikkate alamadan bunu başarmak mümkün değildir. İşte birazdan tanıtmaya çalışacağımız eser, bu manada konu ile ilgili akademik çalışmalar arasında gerek ele aldığı konu ve şahsiyetler gerekse ele alma biçimi ayrıca dili ve anlatımı itibariyle özel bir yerde durmaktadır.
Tasavvufa içerden bakmak
Konuya tam olarak girmeden şunu da söyleyelim. Akademik çalışmalar yazarı için de okuyucu için de büyük zorluklar taşır. Yıllar süren emeğin sonucunda ortaya çıkarlar. Bu yüzden bilgi birikimi çok yoğundur. Ayrıca akademik kurallara göre yazılmaları ve anlatım tarzları okur planında kolay okunmayı ve anlamayı güçleştirir. Çünkü özel bir okur donanımı gerektirirler. Ama bu yazıya konu olan Dr. Mehmet Bilal Yamak’ın “Yazıcızâde Kardeşler / Muhammed Efendi-Ahmed Bican” adlı eseri (Ötüken Y., İst. 2022) birazdan değineceğimiz özelliklerinden dolayı adeta bir edebî eser tadında okunabilecek bir eser olmuş. Bu yüzden hem bilgilendim hem de keyif alarak okudum.
Eserin okura verdiği bu izlenim, her şeyden önce yazarın konuya hâkimiyetinden geliyor. Bunu çok zengin kaynakçasından kolaylıkla anlamak mümkün. Diğer yandan eserde teknik olarak çok bilinçli ve başarılı bir planlama yapılmış. Bunu da konu başlıklarından anlayabiliyoruz. Bu sistematik tutum, okur olarak işimizi hayli kolaylaştırıyor. Eser, bu özellikleri itibariyle üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde iki kardeş müellifin ilmî ve tasavvufî hayatları ve eserlerine temas edilmiş. Kitabı okuyanlar bu bilgilerin sağlıklı ve tutarlılığını zaten göreceklerdir. Burada benim önemsediğim husus, iki kardeşin şahsında “Klasik dönem sûfîlerinin kahir ekseriyetinin kâmil manada medrese eğitimi gördükleri”ne dair yapılan tespit oldu. Bunu son derece önemli buluyorum. Zira bu konulara dışarıdan, hatta önyargılı, adeta müsteşrik gözüyle bakıldığını biliyoruz. Bunun neticesi olarak da şeriatla tasavvuf arasına koca bir duvar örülmektedir. İşte bu eser, yazarın başarıyla gerçekleştirdiği “içerden bakış”la kaleme alındığı için böyle bir problemin konusu olmamış. Yine bu bölümde temas edilen Yazıcızâde kardeşlerin Hacı Bayram Veli’nin müntesibi ve halifeleri olma hususu önem taşıyor. Bu durum, tarihen bilinse bile bu münasebetin Hacı Bayram’ın bu dönemdeki tasavvuf anlayışının ve etkisinin ortaya konulması anlamında önem taşıyor. Bu önem, Selçuklu çağındaki Anadolu tasavvufunun en etkili ismi İbn Arabî’yle olan fikrî yakınlıklarının tespitinden ileri geliyor. Zira ikisi de “birer Füsusû’l Hikem şârihi”dir. Ama daha da önemlisi yazarın da dediği gibi İbn Arabi’nin yorumlanma biçimi ve Bayramilikle kurdukları irtibattır. Bu tespit, Yazıcızâde kardeşlerin zamandan, zeminden kopmadan, sufi geleneğe bağlı kalarak ve hayatın içinde yaşanılan olayları dikkate alarak karşımıza kabul edilebilir ve yaşabilir bir tasavvuf anlayışı ortaya koymalarının belirlenmesi açısından son derece önemlidir.
Kavramları doğru tanımlamak
Eserin ikinci bölümünde iki kardeşin tasavvufi görüşlerine yer verilmiş. Bilindiği üzere bir düşüncenin doğru anlaşılmasına o düşünceyi ifade için kullanılan terimleri, kavramların doğru tanımlanması ve anlaşılması önem taşır. Yazarın bu bölümde yaptığı en önemli iş “Fakr” kavramından hareketle Yazıcızâde kardeşlerin tasavvuf anlayışlarının temellerini, kavramların anlam boyutlarını, yeri geldiğinde hemen bütün tasavvuf tarihine ve tasavvufi eserlere de atıflar yaparak anlatması olmuştur. Yine tasavvufun önemli kavramlarından “derviş”lik üzerine yapılan yorumlarda da aynı isabetli tutum sergileniyor. Okurun algısına çok dikkatli bir şekilde sunulan şey ise tasavvufun “sahih bir akideye, temiz bir niyete, halis bir kalbe, şeriatın kemaline bağlılığa” dayandığı ve gerçek sûfîlerin ruhsatları terk edip azimetle hareket eden kişiler olduğu vurgusudur. Bu da bütün mutasavvıfları Heterodoks olarak gören -böyle örnekler elbette vardır-oryantalist anlayışın geçersiz kılınması anlamına gelmektedir ki tasavvufu ve temsilcilerini doğru anlamada/anlatmada sanırım en başta gelen mesele budur. Yine bu bölümde bu konular anlatılırken büyük sûfîlerin görüşlerine temas edilmesiyle aslında küçük farklılıkların dışında tasavvufun bütünlüklü bir anlayışla ele alınması gerekliliği ortaya konulmuş olmaktadır. Bu bölümde yine aynı bakış açısı ile zikir, akıl, gönül, bilgi gibi tasavvufi temel kavramlara da temas edilerek Yazıcızâde kardeşlerin eserlerine nasıl bir yüksek idrak seviyesinden bakmamız gerektiği ortaya konuyor.
Eserlerinin etkileri
Eserin üçüncü bölümü Yazıcızâde kardeşlerin Osmanlı’ya tesirlerine ayrılmış. Bu bölümü dikkate değer kılan bir husus ise bu iki kardeşin görüşlerinin “kültürel olarak ve betimleyici üslup”la olmaktan çok eserlerinin yazılış “sebep ve sonuçları” ile ele alınmasıdır. Bilindiği üzere bir eseri doğuran tarihsel şartlar vardır. En belirgin olay ise o dönemde bir kırılma noktası olarak görebileceğimiz Şeyh Bedreddin’in katli ve İbn Arabî’nin yorumlanması konusunda ortaya çıkan tartışmaların yol açtığı sıkıntılardır. İşte bir eser düşünün, bütün bunları göz önüne alarak ortaya hem medrese hem tekke hem de geniş halk kitlelerin makbul göreceği bir özellikle kaleme alınarak bu kırılmanın bir soruna dönüşmesine engel oluyor. Bu da en çok yazarın da belirttiği gibi klasik Osmanlı dönemi tasavvufunun en tartışmalı ve temel konusu vahdet-i vücut anlayışının dile getiriliş tazındaki gösterdikleri dikkat ve itinadır. Bu da Yazıcızâde kardeşlerin eserlerini, halkın dini ve ahlaki eğitiminin vasıtaları olmanın ötesine taşıyor. Tıpkı Süleyman Çelebi’nin Vesilet’ün Necat’ında olduğu gibi Hz. Peygamber etrafında bir birlik ve dirlik kurma anlayışının tesisini sağlıyor.
Bu kabulün gerçekleşmesi ise bu eserlerin “Tasavvuf merkezli” okumalara konu olmaları gerektiğini ortaya koyuyor. Yazar, bu hassas noktalarda dengeli ve sağduyulu bir yaklaşımla hem eserlerin dünyasını hem de etkilerini ilmi yaklaşımı göz ardı etmeden başarıyla gerçekleştirmiş. Yine bu bölümde yer alan “Yazıcızâde Kardeşleri Merkeze Alan Eserler” başlığı altında yazılanlar ise bu etkinin farklı boyutlarını gözler önüne seriyor. Yazar, burada bu eserlere yazılan şerhleri, nazireleri, tercümeleri de ele alarak söylediklerini hem tutarlı bir zemine oturtuyor hem de eserlerin devam eden etki gücünü ortaya koymuş oluyor.
Bu bölümde Yazıcızâde kardeşlerin ve eserlerinin nasıl algılandığının anlaşılması anlamında menkıbelere yer verilmesi de kitabın bir zenginliği olarak dikkati çekiyor. “Osmanlı Halkı ve Yazıcızâde Kardeşler” başlığı altında yer alan bu menkıbelerle halkın onlara bakış tarzı yansıtılırken daha önemlisi onlara yorum getirilmesi ve tahlile tabi tutulmasıdır. Bilindiği gibi menkıbe tasavvuf kültürünün olmazsa olmasıdır. Fakat pozitivist mantık, bunları somut olaylar olarak algılar. Böyle olunca da sıra dışı anlatımları konunun/kişinin anlaşılmasında ciddi birer kaynak olarak görmez. Oysa her menkıbe sembolik bir metindir. Bu yüzden tasavvuf konusu, kavramlarına vakıf, edebî müktesebatı da olan kişilerce tahlil ve yoruma tabi tutulduğunda ise ortaya kaynak olarak alınması gereken metinler çıkar. Menkıbeler konusunda önemli olan bir husus da şudur: Kaynaklarda anlatım sıralı değilse, parça parça ise bunları sıralı hale getirmek ve bütünlemek gerekir. Böyle yapıldığında parçalar bütünleşeceği için ortaya sahih bir hikâye çıkacak, o da menkıbeye konu olan kişiyi tanımada bize bir imkân sunacaktır. İşte yazar, bu menkıbeleri bütüncül bir anlatımla “tasavvufi kavramlar ışığında” yoruma tabi tutmaktadır ki esere değer katan bir özellik de budur.
Eserin önsözü, girişi ve sonuç kısmına da değinmek gerekir. Yazar, giriş ve sonuçta nasıl kitabı okumaya başlayan birine bir yol haritası çizip aradan çekilerek okuru özgür bırakıyorsa sonuç bölümünde de okurun eseri doğru anlamasına imkân verecek tespit cümleleri kuruyor. Bu bölümde öğrendiğimiz önemli bir bilgi ise Yazıcızâde kardeşlerin bu kitapla “ilk defa bir akademik eserde birlikte ele alındığı” bilgisidir. Karşılaştırmalı ve münasebetler kurarak yapılan çalışmaların önemi dikkate alındığında bu durumun esere ayrı bir değer kattığını söylemek gerekiyor.
Eserin dil ve anlatımına da değinmekte fayda var. Biliyoruz ki bu tür kitaplar bir okur donanımını gerektirir. Bu eser için de durum böyledir ama herkesin kendine göre de olsa bir şeyler anlayabileceği bir eser yazmak da yazarın maharetine bağlı olarak imkansız değildir. Bu çalışma, böyle bir özelliği de taşıyor. Çünkü hemen her seviyedeki okurun şayet tasavvuf tarihine, kavramlarına dair bilgilere bir ölçüde sahipse eserin dünyasına girmede fazla zorlanmayacağı görülüyor. Kitabın daha geniş bir okur kitlesi tarafından rahatlıkla okunabilecek olması elbette eserin aleyhine değil lehine bir durumdur. Hele bu çalışmaya konu olan Yazıcızâde kardeşlerin de kendi eserleriyle her seviyede okura hitap ettikleri düşünüldüğünde bu kitabın bilinçli bir tercihle böyle kaleme alındığı gibi bir sonuç çıkarmak da mümkün.
Sonuç olarak şunu söyleyelim: Klasik Osmanlı döneminde yaşamış ve eser vermiş, kendi devirlerini ve sonraki zamanları çokça etkilemiş Yazıcızâde kardeşlerle ilgili bu çalışma, onların eserlerini, tesirlerini öğrenmek isteyenler için yerli bir ilim insanı tarafından sağlıklı bir bakış açısı, bilgi zenginliği, sağlam Türkçesi ve ilmî hassasiyetiyle yazılan kılavuz bir kitap olmuş. Dileriz nice temel metinler böyle çalışmalara konu olur ve bugünkü fikir hayatımız gelenekten de beslenerek geleceğe uzanır.
Yorum ekle