Portre

Gannuşi bizim neyimiz olur?

Muhammed Buazizi henüz 26 yaşında idi. Ailesinin geçimini sağlamak ve biraz da harçlık biriktirebilmek için el arabasıyla sokaklarda meyve satıyordu. Tunus’un kırsal vilayetlerinden Sidi Bouzid’in yoksul bir semtinde hayata tutunmaya çalışan Buazizi, 17 Aralık 2010 tarihinde, her zaman olduğu gibi arabasına özenle yerleştirdiği meyvelerini satmak üzere bir kaldırım kenarında müşterilerini bekliyordu. Günlerden Cuma, günün ilk saatleriydi. Polis baskısına alışmıştı Buazizi ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan arkadaşları. Çünkü polisler, kendilerine rüşvet verenlere göz yumuyordu daha çok.

Buazizi o gün itiraz etmişti polislere, kazandığı ne idi ki onları da ‘görsündü’. Dinlemedi polisler. Arabasına el koymak istediler. Direndi genç adam ama onlar kadar güçlü değildi. Çaresizce kendini sokaklara attı. Bir şeye karar vermişti; kendisi gibi olanlara cesaret verecek büyük bir eylem yapacaktı. Sidi Bouzid valilik binasının önüne geldi. Elinde içi benzin dolu bir bidon vardı. Kim ne dedi ise duymadı, dinlemedi Buazizi, bidondaki benzini başından aşağıya dökerek kendisini ateşe verdi. Cayır cayır yanıyordu. Sidi Bouzid’in ana caddesindeki bu ateş bütün Kuzey Afrika’yı ve başka ülkeleri de yakmaya yetecek büyüklükte parlıyordu semada. Ve olan oldu. Ağır yaralı halde hastaneye kaldırılan Muhammed Buazizi, 4 Ocak 2011’de, bütün dünyayı ayağa kaldıracak büyük bir ateşin de işaret fişeğini atarak bu dünyaya gözlerini yumdu.

Buazizi’nin yaktığı ateş

Tunus yanıyordu. Sonraları “Yasemin Devrimi” adıyla anılacak olaylar Arap dünyasını da ateşe vermişti. Cezayir’de, Mısır’da, Suriye’de ve daha pek çok yerde sonradan “Arap Baharı”na dönüşecek olan bu değişim ve dönüşüm iklimi başka pek çok gelişme ve sorunla bugüne kadar sönmeyen bir ateş gibi geliverdi.

Buazizi kendini ateşe vermişti. Bu büyük bir başkaldırı idi elbette ama yoksul halklar bu ateşin harıyla silkinip kendine gelmeye başladılar. Kimi doğru kimi yanlış yöntemlerle on yıllarca demir yumrukla kendilerini yöneten diktatörlere meydan okudular; onları tarihten silip isimlerini kazıdılar ülkelerinden…

İşte bu ülkelerden biri idi ateşin harlandığı Tunus…

Çeyrek asır boyunca bütün devlet imkanlarını kişisel hırslarına ve ailesinin lüksüne peşkeş çekmiş olan Zeynelabidin bin Ali, 2011’de devrildi ve kendini Suudi Arabistan’ın kollarına atarak hayatını kurtarabildi. Fakat Tunus onun ardından yine de huzura kavuşamadı. Ta ki, Nahda Hareketi’nin sürgündeki lideri Raşid el-Gannuşi öz yurduna dönünceye kadar…

Tunus siyasetine yaklaşık yarım asır boyunca damgasını vurmuş olan Gannuşi’nin dönüşü ve her durumda, tüm koşullarda birleştirici tavrı ile ülkede bir umut rüzgarı estirdi. 

Estirdi estirmesine ama …

İftar vaktinde hapishaneye

Biz, Tunus’un iftihar tablosunun en başlarında bulunan Gannuşi’yi, sadece bir siyasi figür olarak tanıyıp sevmedik. “İslam Devletlerinde Kamusal Özgürlükler”, “Biz ve Batı”, “Tunus İslami Hareketin Deneyimi”, “Laiklik ve Sivil Toplum”, “İslam Devletinde Vatandaşlık Hakları”, “Farklı Sağcılık ve Birlik Olma Sorumluluğu” gibi İslam dünyasının temel sorunlarını ele alıp incelediği ve farklı bakış açıları kazanmamıza vesile olan kitapları ile tanıdık ve sevdik. 

Bir entelektüel olarak Gannuşi, teorik olarak tasarladığı medeniyet idealini hayat biçimi yapmak için mücadelesiyle örnek ve önder oldu. Üzerine atılan suçlamalar ve iddialarla 17 Nisan 2023’ün iftar vakti evinde tutuklanıp zindana atılan Gannuşi’yi bilenler şunu da çok iyi biliyorlardı: Bu ‘tedbir’, zaten 80’li yaşlarındaki büyük fikir insanı ve siyasetçiyi bir kenarda unutuşa terk etmek içindi… 

Tunus Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi, “Bir sistemde adalet varsa orada İslam vardır. Adalet yoksa yönetici şeyh, dini lider veya alim olsa bile o yönetimin İslam’da yeri yoktur” der. Ve teşhisi de koyar. Ona göre İslam ülkelerinde yaşanan problemlerin nedeni Müslümanların zayıflığıdır; “Güçlü olmak için Müslüman ülkeler birlik olmak zorundadır, bunun yolu ise özgür olmaktan geçer.”

Filistin’i onunla kavradık

Yıllar boyunca Filistin meselesini de ilk onun akıl dolu yorumları ile anladık, anlamaya çalıştık. Çünkü Filistin sorununun “salt bir siyasal sorun” olmadığına, aynı zamanda “bir uygarlık sorunu” olduğuna ikna etti bizi: 

“Bu, bir ümmetin kendisini, iradesini, özgün bakış açısını yitirmesini, kendi uygarlık anlayışını pratize etmekten yoksun kalışını ifade eden bir sorundur.” (Filistin Sorunu ve FKÖ)

Meclis Başkanı seçildikten sonra üstlendiği ‘uzlaşmacı’ ve ‘birleştirici’ kimliği ile farklı kesimlerle iletişim kurabilse de özelde Tunus, genelde İslam dünyasını ilgilendiren meselelere dair yaklaşımları ve yorumları ile ‘derin yapılar’a korku saldı.

Gannuşi’nin kızı Yusra el-Gannuşi aslında meseleyi çok doğru özetliyor:

“Tunus’un ekonomik iflasın eşiğine geldiğini görüyoruz. Barınma ve sağlıkla ilgili en temel ihtiyaçlara erişimde sorunlar var. Elektrik ve su kesintileri yaşanıyor. Enflasyon yükseliyor. Cumhurbaşkanı Kays Said’in çözüme ilişkin teklif edeceği hiçbir şey olmadığı için tutuklamaları, başarısızlığını gizleyen dikkat dağıtıcılar olarak kullanıyor.”

Uyanışın sembol ismi

Sadece Tunus değil, bütün İslam ülkelerindeki uyanışın sembol isimlerinden biri haline gelen Raşid el-Gannuşi’nin kişiliği ve mücadelesine yakından bakalım.

Gannuşi, çiftçilikle -daha çok hurma- geçimini temin eden Berberi bir ailenin çocuğu olarak 22 Haziran 1941 tarihinde Tunus’un Gabes iline bağlı Hama bölgesinin Gannuş köyünde dünyaya geldi. İlk öğrenimini doğduğu şehirde alan Gannuşi, 18 yaşında el-Zeytun’a (Zeytune Medresesi) gönderildi ve ardından Mısır (1964, ziraat) ve Suriye’de (felsefe) okullara gitti. 

Orta öğrenimi sırasında medrese eğitimi de alan Gannuşi, iki yıl öğretmenlik yaptı. Mısır’da olduğu sıralar Nasırcılara yakın oldu. Ülkesinde yaşanan gerginlik üzerine Tunuslu öğrencilerin Mısır’da eğitim görmesi yasaklanınca gizlice Suriye’ye geçti ve burada Suriye İhvanı (Müslüman Kardeşler) ile tanıştı.

Tarih 1965’i gösterdiğinde bu sefer yolu Türkiye, Doğu Avrupa (Bulgaristan, Yugoslavya, Avusturya) ile Fransa ve Almanya’ya düştü. Bu altı aylık seyahat sırasında Nasırcı düşünceleri üzerine özeleştiri yapma fırsatı yakaladı. Türkiye’de bulunduğu tarihlerde Hatay’da bir Arap ailenin yanında kaldığını kendisi açıkladı.

Nasırcılıktan İslamcılığa…

5-10 Haziran 1967’de İsrail ile Araplar (Mısır, Suriye, Ürdün) arasında yaşanan ve “6 Gün Savaşları” olarak tarihe geçen hadisenin ardından farklı bir düşünsel evreye giren Gannuşi, Seyyid Kutub, Mevdudi, Muhammed İkbal, Muhammed Kutub ile İmam Gazali ve İbn-i Teymiyye’ye yöneldi.

Suriye’deki eğitiminin ardından dil eğitimi için Fransa’ya, Sorbonne Üniversitesi’ne gitti. Burada bulunduğu dönemde Tebliğ Cemaati ile tanışan Gannuşi, üzerine bir görev aldı ve Fransa’ya göçmen olarak gelenlerle sohbet etmeye başladı. 

1960’ın sonunda Tunus’a dönen Gannuşi, Din İdaresi’nce kurulan Kur’ân-ı Kerim’i Koruma Derneği faaliyetleri kapsamında okullarda din dersleri vermeye başladı. 40 arkadaşıyla birlikte Mornag’da düzenledikleri gizli kongrede (Kırklar Toplantısı) aldıkları kararla “Cemaat-ı İslâmiyye” hareketini de başlatmış oldular.

Bu hareket ve çıkardıkları “Marife” isimli dergi büyük bir görev üstlendi. Gruptan ayrılanlar oldu. İhvancı bir çizgiye gelip oturan bu gizli hareket, 5 Aralık 1980’de deşifre olunca siyasi bir hareket olarak yola devam etme kararı alındı. Nihayet hareket 31 Mayıs 1981’de parti olarak ilan edildi; “Hizb Hareket el-İtticah el-İslâmî” yani İslâmî Yöneliş Hareketi Partisi adıyla yola çıktı. Burgiba yönetimi, siyasete çektiği hareket üyeleri üzerindeki baskıyı artırdı ve parti kurulduktan yaklaşık 10 gün sonra yöneticiler tutuklanmaya başladı. Gannuşi de tutuklananlar arasında idi ve 11 yıl hapisle cezalandırıldı.

Her dönem gözaltında

1984 yılında genel af ilan edildi ve aralarında Gannuşi’nin de olduğu birçok siyasi mahkum serbest bırakıldı. Fakat gözler onun üzerinde idi. Bunu bildiği için 1987’de evini değiştirdi ve sık sık yerini değiştirerek yaşamaya başladı. 9 Nisan 1987’de tekrar tutuklandı, 27 Eylül’de ise ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Fakat Burgiba’yı bu ceza tatmin etmemişti, Gannuşi’nin ortadan kaldırılması için idam cezasının geri getirilmesi için alenen mücadele etti.

7 Kasım’da “Beyaz Devrim”i yaşayan Tunus’ta taşlar yerinden oynadı. Başbakan Zeynelabidin bin Ali, Burgiba’yı devirerek yeni bir dönem başlatmış oldu. Ardından da başta Gannuşi olmak üzere cezaevinde bulunan siyasi -özellikle İslamcı- mahkumları serbest bıraktı. 14 Mayıs 1988’de özgürlüğüne kavuşan Gannuşi, şiddet karşıtı söylemleri ile siyaseti hareketlendirdi. Çünkü 2 Nisan 1989 tarihinde bir seçim vardı ve bu seçime katılmak istiyordu. Fakat adında “İslam” kelimesi bulunan partisinin seçimlere girmesi kanunen mümkün değildi. İslâmî Yöneliş Hareketi Partisi bu seçime “Nahda Hareketi Partisi” ismiyle girdi.

Kendisi için istemedi

Gannuşi’nin üzerindeki baskı bir türlü bitmiyordu. 11 Eylül 1989’da Cezayir’e ardından da Sudan’a geçti. 1991’de Sudan pasaportu ile Londra’ya giden Gannuşi, yurt dışında iken gerçekleştirilen kongrede Nahda Hareketi’nin liderliğine getirildi. Bunun üzerine gıyaben ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Buazizi’nin kendini feda ederek başlattığı “Yasemin Devrimi” her şeyin yeniden başladığı bir tarih oldu. Londra’da yaşıyor olmasına rağmen ülkesindeki hareketi diri tutmak için üstün gayret gösteren Gannuşi ümidini yitirmemişti. Gazetelerde yazıyor, konferanslara katılıyordu. 

30 bin üyesi hapislerde olan Nahda için 14 Ocak 2011 devrimi yeni bir başlangıç oldu. Gannuşi de bu yeni dönemde ülkesine dönebildi (30 Ocak 2011).

23 Ekim 2011 tarihinde yapılan seçimler sonrasında Nahda Hareketi Partisi, seçimden birinci parti olarak çıkmayı başardı fakat Gannuşi “istikrar ve toplumsal barışın bozulmaması”, düşüncesiyle zor bir karar vererek hükümette görev almadı. Nahda Hareketi Genel Sekreteri Hammadi Cibali liderliğinde üçlü koalisyon hükümeti kuruldu. Fakat Tunus’ta siyasi hayat bir türlü istikrara kavuşamadı. Nahda, 2013’te yapılan erken seçimde ikinci parti olarak sandıktan çıktı. “Ilımlı, kucaklayıcı” ve serinkanlı politika izleyen Gannuşi’nin yönlendirmesi ve ‘şura’ kararları ile sürecin fazla yara almaması için olağanüstü çaba gösterdi.

O bir ‘Müslüman demokrat’

Bütün perspektifini ayet ve hadislerle zenginleştiren Gannuşi, aldığı din ve felsefe eğitimi ile şekillenen fikir dünyasıyla çağımızın derviş/kanaat önderlerinden biri olduğunu özellikle geçtiğimiz son 10 yılda bütün dünyaya gösterdi. “Şeriat” ve “demokrasinin” (demokrasiyi “İnsanlar arasında iktidarın el değiştirmesini düzenleme aracı” olarak görür) nasıl mecz edilebileceğini, istişarenin gücünü ve önemini yaşayarak gösterdi. Ama “toplumsal hayatın en ideal düzenleyicisinin şeriat olduğu” kanaatini savundu. Adil olmaya ve bugüne kadar adaleti savunmaya devam etti.

83 yaşında düşünmeye, yol göstermeye ve yazmaya devam eden çağımızın en önemli Müslüman entelektüellerinden Raşid el-Gannuşi’nin ‘iç savaş çağrısı yaptığı ve devlet güvenliğine karşı komplo kurmak’ gerekçesiyle susturulmak istenmesi karşıtları tarafından anlaşılabilir bir tutum ve tedbir olabilir. Ancak sonuç şaşırtıcı değil; Tunus siyasi tarihinde Burgiba ve bin Ali çizgisini hiç şaşmadan sürdüren derin devletin devamı Cumhurbaşkanı Kays Said’in yaptığı zulmü, Gannuşi yaklaşık 60 yıldır yaşıyor. 

O ‘Müslüman demokrat’ olarak yılmadan ve yorulmadan doğru bildiğini söylüyor. 

Söylemeye ve ilham vermeye de kararlı görünüyor. 

Kararlı çünkü o da dünyaya “Bir Yusuf Masalı” emanet ediyor.