Küresel

Tibet’in gölgesi Çin’e mi Hindistan’a mı düşüyor?

Tibet, Çin Halk Cumhuriyeti’nin güneyinde bulunmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistan Uygur Özerk bölgesinden sonra en büyük özerk bölgedir. Tibet’in güneyinde Everest bulunduğu için Asya kıtasında ‘dünyanın çatısı’ olarak da anılmaktadır. Hindistan ile Çin’in arasında bulunan Tibet’in stratejik konumu da özeldir.

Tibet 7. yüzyılda bağımsız bir krallık olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Her ne kadar Çinliler zaman zaman Tibet’e seferler düzenlemiş olsalar da Tibet’te uzun süre tutunamadılar. 13. yüzyıldan itibaren Orta Asya’da artan Moğol etkisi sebebiyle, Tibet Moğolların hâkimiyeti altına girmiştir. Hem Moğollar hem de Çinliler Tibet için sık sık karşı karşıya kalmışlardır.

Budizm öğreticisi Hindistanlı din adamları, Tibet’e giderek Budizm okulu kurdu ve Budist tapınaklar inşa ettiler. Zamanla rahipler ve rahiplerin öğrencileri ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve etki alanları genişledi. Böylelikle Tibet halkı Budizmi din olarak kabul etti. En büyük tapınağın en büyük rahibine Dalai Lama adı verildi. 17. yüzyıldan itibaren Dalai Lama ülkenin hem dini hem de siyasi lideri oldu. Tarihten bu yana da Hindistan – Çin sınırında Tibet sorunu nedeniyle çatışmalar yaşanmaktadır.

‘’Tibet’i barışın olduğu ve şiddetin olmadığı bir bölge yapın!’’

Rusya ve İngiltere’nin Tibet rekabeti

Hindistan’ı egemenliği altında bulunduran İngiltere 1904 yılında askeri birlik tarafından korunan diplomatik bir heyetle Tibet’in başkenti Lhasa’ya girmiştir. İngilizler Tibet’e girmelerinin nedenini ise, Rusya’nın Tibet ordusuna silah vererek Tibet üzerinde hâkimiyet kurmak istedikleri şeklinde açıklamışlardır. İngilizler hem Tibet hükümetiyle hem de ülkede ciddi bir nüfuza sahip olan üç manastırın temsilcileriyle antlaşma imzaladılar. Bu antlaşma ile beraber Hindistan – Tibet sınırında serbest ticaret hakkı elde ettiler.

1906 yılında ise Çin ile bir antlaşma imzalayan İngiltere, serbest ticaret karşılığında Tibet’in hâkimiyetini Çinlilere bırakıyordu. İmzalanan antlaşmaya göre artık İngiltere Tibet’in iç işlerine karışmayacak, sadece serbest ticaret hakkını kullanacaktı. Ancak Çin İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla beraber, 1913 yılında Tibet bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak milliyetçilerin Çin’de yönetime gelmesiyle beraber Tibet tekrardan Çin hakimiyeti altına girmiştir.

Tibet sorununda yeni dönem: Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu

1949 yılında Komünist Parti lideri Mao öncülüğünde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber Tibet sorunu için yeni bir dönem başlamış oluyordu. Komünist paradigmanın din anlayışı, dinin toplumu uyuşturduğu için ‘dinin bir afyon’ olduğuna dayanmaktadır. Bu sebepten ötürü, Budizm’in merkezi olan Tibet, komünist Çin için daha fazla sorun arz eden bir yer oldu; Çin’e göre Tibet dini aristokrasinin egemen olduğu bir toplum ve Tibet’in lideri Dalai Lama ise insanları uyutan sapkın bir din adamı ve Batı’nın kuklasıydı. Pekin yönetimine göre Tibet yönetimi ve Tibet halkı tüm desteğini Batılı devletlerden alıyordu. Ayrıca Çin’in iç ve dış politikası ‘tek Çin’ politikası etrafında şekillendiği için içerideki azınlıklar ve özerk bölgeler Çin yönetimi tarafından tehdit olarak algılandı.

Tibet’te bir deyiş: ‘’Eğer sorun çözülebiliyorsa kaygılanmanın faydası yoktur. Eğer çözülemiyorsa kaygılanmak bir yarar sağlamaz.’’

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından bir yıl sonra, ‘ulusal savunma’ nedeniyle Tibet Çin tarafından işgal edildi. Mao liderliğindeki Çin, Tibet yönetimine dokunmadan Budist tapınakları yıkarak çok sayıda din adamını, yani Budist rahipleri tutukladı. Tibet yönetimi ve halkı bu durumdan oldukça rahatsızdı. Dengeyi gözetmek adına Çin, 1951 yılında Tibet’e özerklik tanıdı. Ancak bu özerklik hoşnutsuzluğun giderilmesine yetmedi. Tibet’in dini ve siyasi lideri Dalai Lama 1959 yılında Çin’e karşı direniş başlattı. Bu direniş, kısa bir süre sonra toplumun destek verdiği bir harekete dönüştü. Tibet halkının direnişini kanlı bir şekilde bastırmaya çalışan Çin yönetimi, binlerce Tibetlinin ölümüne sebep oldu. Oysa komünist düşüncenin en çarpıcı sloganı ‘halkların kardeşliği’dir… Kendi düşüncesinden olmayan halkı kardeşi kabul etmeyen komünist Çin’in yaptığı katliamlardan sadece biridir Tibet katliamı.

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Tibetli lider Dalai Lama ise Hindistan’a kaçarak sığınma talebinde bulundu. Hindistan ülkesinde ‘çokdinliliği’ yaşatan bir devlet olmasını vurgulayarak, Tibetlilere kapılarının açık olduğunu belirtti. Bu açıklama üzerine Keşmir meselesinde Pakistan’ın yanında yer alması sebebiyle ilişkilerinin zaten gergin olduğu Çin ile araları daha fazla açıldı.

Her ne kadar 1959 yılındaki Tibet bölgesindeki ayaklanma bastırılmış olsa da, ülkede zaman zaman küçük çaplı da olsa protestolar, gösteriler devam etmekteydi. Özellikle de üniversite gençliği yapılan protestoların mimarıydı. 1989 yılında öğrenciler tarafından yapılan protestolar Çin kolluk kuvvetleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu olay üzerine dünyanın birçok ülkesi Çin’i kınarken, Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere Batılı ülkeler Çin’e silah ambargosu uygulamaya başladı. Hindistan ise, Çin’i insanlık suçu işlemekle suçlayarak, Çin’i Asya’daki barışa engel olan en büyük tehdit olarak tanımladı.

Tibet sorununun Çin-Hindistan ilişkilerine ve Çin ekonomisine etkisi

Çin Tibet’te kendisine karşı oluşan direniş gruplarını ‘ayrılıkçı hareketler’ olarak tanımlarken, Hindistan bu grupları ‘özgürlükçü hareketler’ olarak tanımladı. Çin’e göre ‘ayrılıkçı hareketler’, Hindistan’a göre ‘özgürlükçü hareketler’ Çin’e karşı direnişlerini sürgündeki ruhani ve siyasi lider Dalai Lama’nın öncülüğünde Hindistan’ın da sağladığı destekle sürdürdüler. Hindistan’ın Tibetlilere destek olması, Dalai Lama’nın Hindistan’da bulunması Asya’daki komşu iki ülkenin ilişkilerinin daha fazla gerilmesine neden oldu. Bu durum Asya’da söz sahibi olan iki büyük ülkenin savaşın eşiğine gelmeleri sebebiyle, bölgede gerilimin tırmanmasına ve diğer ülkelerin olumsuz etkilenmesine neden oldu. Hiç şüphesiz dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip Çin ile dünyanın beşinci büyük ekonomisine sahip Hindistan’ın yaşayacağı bir kriz, hem bölgesel hem de küresel düzeyde olumsuz etkiler yaratabilir.

Tibet sorunu Çin ekonomisini de çok olumsuz etkiledi. Çin merkezi hükümetinin git gide eski ekonomik gücü zayıflamaya başlamıştı. Bu sebepten ötürü, yükselişte olan ekonomisini ve ekonomik gücünü kaybetmemek için Tibet’in ruhani ve siyasi lideri ile diyalog kuran Çin, 2006 yılında 4,1 miyar dolar tutan Çin – Tibet demiryolunu inşa ederek barış için bir adım atmıştır. Ancak Tibet yönetimi, Çin’in özerklik tanımasına rağmen hâlâ Tibet’in iç işlerine karıştığını ifade ederek bu durumun barışa engel teşkil ettiğini söylemektedir.

Bu tarihten itibaren ‘barışı sağlamlaştırmak’ adına Tibet’e Han Çinlilerini yerleştirmeye başlayan Çin, Tibet’te nüfuzunu genişletmeye başlamıştır. Ülkeye Çinlilerin gelmesinden büyük rahatsızlık duyan Tibet halkı 2008 yılında tekrar ayaklandı. Ancak bu ayaklanma fazla sürmeden bastırıldı. Bu tarihten itibaren ise Çin Tibet’e daha fazla baskı uygulamaya başladı.

Günümüzde de zaman zaman gerilim yaşanmasına rağmen Tibet için bir çözüm hâlâ bulunamamıştır. Tibet sorununun en büyük etkisi ise Hindistan-Çin ilişkilerinedir. Tibet sorununun yarattığı olumsuz etki iki ülkeyi birbirinden koparmakta, diyalog yolunu kapatmaktadır. Asya’daki gerilimin azalması ve bölgede refahın olması için Hindistan ve Çin arasındaki Tibet sorunu ve sınır sorunu çözüme kavuşturulmalıdır.

Çözümün inşası için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Çin üzerindeki denetimini sağlamlaştırması ve en önemlisi de bölgede en büyük iki güç ve aynı zamanda iki komşu ülke olan Hindistan ve Çin’in aralarında köprü kurmaları ve bir araya gelmeleri gerekmektedir.