Fransa ve Türkiye, hikayesi Suriye, Irak, Libya’da başlayan ve daha sonra Doğu Akdeniz sularında devam eden en son Dağlık Karabağ’a taşınan münakaşa dosyalarına yeni bir cephe eklendi: Afrika
Son yıllarda Türkiye’nin Afrika’da konumlandığı yer, oynadığı rol birçok başkent için endişe kaynağı haline geldi.
Paris yönetimi ‘düşman’ olarak gördüğü Türkiye’ye yönelik sürekli suçlamalar yönelterek Fransa Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde bir Ankara karşıtı bir platform/ittifak oluşturmaya çalışıyor.
Macron, Fransızca yayın yapan Jeune Afrique gazetesine verdiği röportajda Türkiye’yi, Rusya’yı ve bazı Afrikalı liderleri eleştirerek Fransa’ya karşı düşmanlığı körüklemek amacıyla bazen Afrikalı liderlerin ama özellikle de Rusya ve Türkiye gibi yabancı güçlerin liderliğinde postkolonyal (sömürge sonrası) dönemin hassasiyetleri üzerine oynanan stratejiler var. Saf olmamamız lazım. Medya kuruluşlarında seslerini duyuranların ya da video yayınlayanların çoğu ya Rusya ya da Türkiye adına çalışan ve onlardan para alan kişiler” ifadelerini kullanarak bölge uzmanlarını da zan altında bırakarak utanılası ülke geçmişini örtbas etmek isteyerek suçladı.
Paris, Fransız-AB çıkarları gereği ve sömürge döneminden beri Kuzey Afrika’da geleneksel bir varlığa sahip olduğu Beş Sahel ülkelerindeki artan Türk varlığını tehdit olarak algılıyor ve Libya’daki Türk askeri varlığıyla Afrika’da diplomatik, ticari, dini ve sosyal açıdan bir Türk “saldırısı” altında olduğunu değerlendiriyor.
Türkiye’nin 1992 yılından 2020 yılına kadar en az 10.480 Afrikalı öğrenciye lisans, lisansüstü ve doktora bursu vermesi kıtanın eğitim seviyesine katkıda bulunması Paris için ilk alarm zillerinin çalmasına sebep olan hadisedir.
Türkiye’nin bugün kıtada 46 büyükelçiliği olduğu, Türk havayollarının ise 60 Afrika şehrine uçuş gerçekleştirdiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika başkentlerine yaptığı ziyaretler, Türkiye’nin kıtaya yaptığı ihracatın değeri geçtiğimiz yıl 16 milyar dolara ulaşması Fransa’yı ‘adım’ atmaya zorladı.
Her ne kadar atacağı o ‘adım’ için taraftar toplamaya çalışsa da başta Almanya olmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs ve diğer AB ülkeleri arasında Türkiye’ye yönelik görüş ayrılıkları var ve devam ediyor. Yani Fransa’nın arzu ettiği gibi Türkiye’ye yönelik yaptırımların uygulanması konusunda tereddütler var.
Neticede başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinin olumsuz davranışlarının Türkiye ile aralarındaki ayrılığı daha da derinleştirdiğini anlaması gerekiyor.
Paris’in, Dağlık Karabağ’da Ermenistan ve Azerbaycan arasında Rusya’nın arabuluculuğuyla yapılan ateşkesin denetlenmesinde kendilerinin dışlanarak Türkiye’nin bir rolü olmasını engellemeye çalışması hafızalarımızda.
Macron, De Gaulle’ün izinde
Afrika kıtasına bağımlı Fransa nüfuzu altındaki tüm kıta ülkelerini 1960’lı yıllara kadar tam anlamıyla yeraltı ve yerüstü kaynaklarını istediği kadar ve istediği şekilde kullanarak sömürdü.
2.Dünya Savaşı sonrası Afrika’daki sömürgelerde başlayan bağımsızlık hareketleri karşısında De Gaulle, politik ve ekonomik temellere dayalı başlıca iki sebepten dolayı Afrika’daki Fransız nüfuzunun erimesini istemiyordu.
Ekonomik olarak bu sömürge ülkeler Fransa’nın uranyum, petrol gibi hammaddeleri ucuza ve sınırsız temin etmesini sağlıyor, Fransız şirketlerinin de bol para kazandıran kakao, muz, kahve, orman ticaretiyle iştigal etmesine olanak sağlıyordu.
Siyasi açıdan ise De Gaulle’ün esas endişesi kıtanın özellikle Kuzey Afrika’nın bağımsız olup doğu bloğuna kaymasıydı. Ama De Gaulle’ün kaderinde Fransa’nın kontrolü altında topraklara kısmi “bağımsızlık” tanımak vardı.
De Gaulle, Fransa’sı çıkarları adına hiç bir zaman sahici bir politik ve ekonomik bağımsızlık verilmesini istemedi. Her zaman bu ülkelerin Fransız himayesi altında tutulması amaçlandı.
Bağımsızlık sırasında Afrika’da yapılan seçim sonuçları manipüle edildi.
Kamerun’da Kamerun Halk Birliği’ne karşı mücadele verildi, oylarla oynandı, düzenlenen katliam ile 200.000’den fazla Kamerunlunun ölümüne sebep oldular.
Parti liderleri Ruben Um Nyobé 1958’de, Felix Moumié 1960’da ve Ernest Ouandié 1970 yılında öldürüldü.
Togo, Gine ve Mali örnekleri insanlık tarihinde acı bir dönem olarak Fransa’nın sicilinde yer alıyor.
Fransa kıtada kendi çizgisinde olanları destekleyip iktidara getirip politikaları çerçevesinde siyasi, ekonomik, askeri ve savunma gibi alanlarda bu ülkeleri Fransa’ya bağımlı kılacak anlaşmalar imzalattı.
İlginç olan bu anlaşmaların bir kısmı resmi olarak imzalandığı halde Fransız resmi gazetesinde yayınlanmamış halen bugün bile detayları öğrenilememiş olmasıdır.
Ama bu anlaşmaların ortak noktası Fransa ile askeri işbirliği adı altında gerektiğinde ilgili ülkeye Fransız askeri müdahalesine hak tanıyan anlaşmalar olmasıdır.
Fransa, arzu ettiği kadar askeri müdahale imkanı bulamasa da Cibuti, Çad, Gabon ve Senegal’de ileriki yıllarda Afrika’da Fransız nüfuz bölgelerine müdahaleye imkan tanıyacak ve binlerce askerini barındıran daimi askeri üsler kurdu.
Fransa, Afrika ekonomilerini kendisine bağımlı hale getirmekte önemli bir araç olarak para birimlerini Merkez Bankasına bağlamıştır.
Fransa, bu Afrika ülkelerinin bağımsızlıkları ilan ettikleri dönemden itibaren bu ülkeler için kalkınma, bütçe yardımı ve seçimler başlıkları altında yıllık yardımlar ‘yapıyor.’
Yani sözde yapıyor. De Gaulle, Sarkozy vs. örneğinde olduğu gibi Afrikalı ve Fransız başkan ve bakanların da dahil olduğu organize suç şebekeleri vasıtasıyla Fransa’da Fransız iktidar partilerinin seçim kampanyalarını, Afrika’da ise diktatörleri ve savaşları finanse ediyor.
İşte bu örneklerde olduğu gibi Macron’da Fransız çıkarlarını korumaya devam ederek Afrika ülkelerinin siyasetine yön vermeye devam etmeyi umuyordu. Kim karşısında diplomatik, askeri ve ekonomik olarak Libya’da karşısında Türkiye’yi görene kadar.
Türkiye’nin Afrika ülkelerinin kendi öz güvenlerini kazanmaya yönelik attığı her adım Fransız planlarını alt üst ediyor. Türkiye, Afrika kıtasını başta Fransa gibi sömürgeci ülkelerin izin vermediği ‘sanayi çağı’na adım attırıyor ve bu ülkelerle bilgisini ve tecrübesini paylaşıyor, gençlerini eğiterek ülkelerinde yetişmiş insan gücüne katkıda bulunuyor.
Afrika ülkelerinin Türkiye’yi kıtada bağrına basmaları birçok sektörde Fransa’nın tekelciliğini kırıyor veyahut hayati projelerde ve ihalelerde Fransız şirketlerine artık öncelik tanınmaması Paris’i ekonomik olarak zora sokuyor.
Macron’lu Fransa yönetimi halen sömürgecilik döneminde savunduğu “medenileştirme misyonu”nu bugün de devam ettirip, kendi kendileri henüz “yönetemeyen” Afrikalılara “medeniyet” götürdüklerini sanıyor olabilirler.
Macron’un görmediği Fransa devletinin ıskaladığı konu kıtadan siyasi, ekonomik, diplomatik değişim talepleri ve rüzgarları Paris’e doğru esiyor.
“Müzeleştirilmeye çalışılan sömürge suçları”
Macron’un “sömürge geçmişiyle hesaplaşma” olarak tanıtılan bazı hamleler atsa da nihayetinde Fransa’nın Afrika’daki neo-kolonyal varlığını ve kontrolünü aklama hamlesinden ibaret olduğu tutumlarından dolayı rahatlıkla anlaşılabiliyor.
Örneğin Fransa’nın Afrika’dan çaldığı tarihi eserler meselesi var ki konuyu hiç uzatmaya gerek olmuyor.
Kibirli Fransa, bir süre önce çalıp, yağmaladığı bazı tarihi eserleri Afrika ülkelerine iade etmişti. Yakıp yıkıp yağmalayıp kendi müzelerinde sergilediği eserleri ait oldukları topraklara “iade etmek” için önce ülke şartlarının buna “uygun” olup olmadığını denetleme hakkı maddesi koymaya çalışmıştı,
Macron’un Fransa’nın Afrika tarihi eserlerinin iadesi veya sergilenmesi için “ödünç verilmesi” için koyduğu şartlardan biri, bu ülkelerde Batı standartlarına uygun müzelerin bulunmasıydı.
Macron ülkesinin ya da bir zamanlar eski ABD Başkanları’nın, Batılı Liderlerin yaptığı gibi Afrikalıları, faaliyetlerini, yol haritalarını denetlemek gibi “Tanrı vergisi” bir göreve sahip olduklarını düşünüyor olabilir.
Fransa artık başta Fas, Tunus ve Cezayir gibi Afrika kıtasındaki ülkelerde bağımsızlık, demokrasi ve yapısal gelişmenin önündeki en büyük engellerden biri olarak göze batıyor.
Macron’lu Fransa hükümeti bu ülkelerde hâlâ elektrik, telekomünikasyon, liman, havaalanı gibi altyapı ve tesisler üzerinde yarı tekele sahip ve bu topraklara müdahalede bulunup asker bulunduruyor ve şiddetli tepki görüyor.
Macron, alelacele yaptığı Afrika ziyaretlerinde Afrikalı liderlere terörizmle savaştan, askerî işbirliklerine, eğitime, enerjiden, doğum kontrolüne kadar her konuda Afrika ülkelerinin “neler yapması gerektiğini” tane tane açıklayıp neo-kolonyalist zihniyetin devam ettiğini ve devam ettirdiğini ispatlıyordu.
Konuşmalarının sonunda, Afrika’da İngilizce’ye karşı Fransızca’nın birinci dil olmasını istediğini her seferinde söylüyor ve dinleyicilerini “bu devrim ruhunu” hep birlikte sahiplenmeye çağırıyordu.
Oysa kıtaya ayak basmasına saatler kala Fransız askerlerini taşıyan bir kamyonete el bombası atılıyor, saatler sonra konuşmasında insanları “devrim ruhuna” davet ederken dışarıda Fransız askerlerinin ülkelerindeki varlığını ve Macron’un ziyaretini protesto eden göstericiler biber gazıyla, copla ve silahla dağıtılıyordu.
Konuşması sonrası bir izleyicinin Macron’a kimyasını bozan sorduğu bu soru yazıyı da özetliyor aslında.
Afrika’daki Fransız askeri sayısının Fransa’daki burslu Afrikalı öğrenci sayısından fazla olduğunu söyleyen bir öğrenci, Macron’un öfkelenip kendini kaybetmesine sebep olmuştu.
Macron’un Fransa’sı sömürgecilik suçlarına sünger çekip, suçlarını ‘müzeleştirip’, yağmaladıkları tarihi eserleri iade ederek yeni kolonyal hedeflerini aklama amacı taşıyor.
Bir Afrika atasözü der ki, “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.”
Yorum ekle