Portre Yazarlar

“Büyük Santraç Masası”nda bir kurt: Zbigniew Brzezinski

Polonya’dan Amerika’ya göç etmiş Katolik bir aileden gelen Zbigniew Brzezinski, Mayıs 2017’de 89 yaşındayken hayatını kaybetti. Brzezinski, Harvard mezunuydu ve Demokrat Parti içinde Rockefeller kanadını temsil eden isimler arasında yer alıyordu. 1977 – 1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter’a milli güvenlik danışmanlığı yaptı. Barack Obama, Columbia University’de iken O’nun öğrencisi idi. Brzezinski, başkanlık seçim kampanyasında […]

Polonya’dan Amerika’ya göç etmiş Katolik bir aileden gelen Zbigniew Brzezinski, Mayıs 2017’de 89 yaşındayken hayatını kaybetti. Brzezinski, Harvard mezunuydu ve Demokrat Parti içinde Rockefeller kanadını temsil eden isimler arasında yer alıyordu. 1977 – 1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter’a milli güvenlik danışmanlığı yaptı. Barack Obama, Columbia University’de iken O’nun öğrencisi idi. Brzezinski, başkanlık seçim kampanyasında eski öğrencisine destek verecekti ancak Trump hakkında pek olumlu konuşmayacaktı. Peki, ABD dış politika tarihine ismi geçen meşhur stratejistlerden biri olan Brzezinski, ABD’nin küresel pozisyonu, AB’nin güvenliği, Çin, Rusya ve Türkiye hakkında neler düşünüyordu ve doğurduğu yeni örgütlerle günümüze uzanan El-Kaide ideolojisini desteklemiş miydi?

Tek kutuplu çok cepheli küresel düzen

Petrol fiyatları ne zaman yükselirse kasasını dolduran Rus Devleti mutlaka bir yeri işgale girişmiştir. Acaba 70’li yıllarda çift kutuplu dünyayı sonlandırıp iyice kuvvetlenen ABD’nin liderliği üzerinden tek kutuplu dünyayı başlatmak isteyen küresel bir lobi, Ortadoğu’daki Arap-İsrail savaşıyla petrol fiyatlarının yükselmesini sağlayan kasıtlı bir stratejiyle Sovyetlerin güçlenerek Afganistan’a girmesine ve burada bataklığa saplanmasına katkı sağlamış mıydı? Yoksa bu da Soğuk Savaş’ın doğurduğu komplo teorilerinden sadece biri miydi? Bu sorunun cevabını bugün tam olarak vermek kolay olmayabilir. Ancak Brzezinski deyince akla bu tarz sorular gelmektedir. Çünkü ABD Başkanı’na milli güvenlik danışmanlığı yaptığı günlerde ABD – İngiltere ittifakıyla Sovyetler arasındaki rekabetin son sahneleri oynanmaktaydı ve Zbigniew koyu Komünist karşıtı açıklamalarıyla sahnede yer alıyordu.

Bazılarına göre Brzezinski, 1979’da Rusları Afganistan tuzağına düşürerek on yıl içinde Sovyetlerin dize gelmesini sağlayan büyük stratejinin mimarlarından biriydi. Ancak diğer bir görüşe göre, Afganistan’da “Suudi destekli Vehhabi savaşçıların Amerikan silahlarıyla Sovyetlere karşı kullanılması için Taliban ve El-Kaide gibi örgütlerin CIA desteğinde” kurulup gelişmesini tavsiye ederek “şeytanlık” yapmıştı. O’nun Beyaz Saray’a akıl verdiği günlerde Afganistan savaşıyla Avrasya rekabetinde gerginliğin arttığı, petrol ambargolarıyla enerji piyasalarında fiyat savaşlarının yaşandığı, Körfez Harbi’nin başladığı ve günümüzde Ortadoğu ülkelerinin düzenini yıkıp sınırlarını bozan El-Kaide tiplemesi örgütlerin yeni temelleri atılmıştır.

“Büyük Satranç Masası”

Henry Kissenger, Rockefeller’ın Cumhuriyetçi Parti’deki temsilcisiyken Brzezinski aynı çıkar gurubunun Demokrat Parti’deki adamıydı. Kissinger, meşhur eseri The Diplomacy ile bilinirken Brzezinski, 1997’de yayınlanan kitabı The Grand Chessboard (Büyük Satranç Tahtası) ile meşhurdur. (Sonradan kaleme aldığı Strategic Vision da dikkat çekicidir.) Kitaplarında ABD’nin Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu yeni düzende küresel gücünü nasıl yükseltmesi gerektiğini anlatırken Asya jeopolitiğine güçlü bir giriş yapması gerektiğini savunmuştur. Ve bunun için ABD’nin yeni bir Pearl Harbor’a ihtiyaç duyduğuna dair yorumları dikkat çekici görülmüştür. Malum, II. Dünya Savaşı esnasında (1941’de) Japon Ordusu’nun pasifiği aşıp Batı Amerika’daki (Pearl Harbor) Amerikan askeri üssüne saldırması, Ortadoğu petrollerinden pay alma karşılığı İngiltere’nin yanında Almanya’ya karşı savaşa girmeyi kabul eden ABD Hükümeti için halkını ikna etmeye yaramıştı. 11 Eylül 2001’de ise bu kez Amerika’nın doğu bölgesindeki küresel finans merkezi New York’a yapılan terör saldırıları, ABD halkının intikam güdülerini harekete geçirince bir kez daha ABD Hükümeti’nin deniz aşırı bölgelerde Amerikan askerlerini savaşa sokmak için eli güçlenecekti. Böylece 2001’de Asya jeopolitiğinin tam ortasına (Afganistan’a) karşı başlatılan işgal operasyonuyla ABD, Sovyetlerin çöküşünden sonra Asya’da açılan güç boşluğu alanına hard power’ı üzerinden yerleşmeye başladı. Üstelik bu kez Vietnam’daki gibi fazla uzatmadan daha hızlı hareket edildi. ABD, Batı Asya’nın dağlık ve denize kapalı bu bölgesine müttefiklerinin desteğiyle yerleşebildi. Kissenger’ın Vietnam için diplomasiyle uğraşmasına karşılık Brzezinski, Afganistan’a Ruslara karşı Amerikan askerlerinin değil “bazı Müslümanların kullanılmasını” önerecekti.

ABD’li stratejistlerin bir kısmı, 90’lı yıllarda Yeni Dünya Düzeni’ni tartışırlarken, Soğuk Savaş’ta Sovyetlerin nüfuzunda yer alan bazı ülkeleri yeni dönemde teker teker işgal etme veya dağıtma planını savunuyorlardı. Bu planın çizdiği yol haritasına göre Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi ülkeler sırayla saldırıya uğrayacaktı. Brzezinski, ABD’nin Asya’daki dev petrol ve gaz rezervlerinin ABD milli çıkarları gereği bizzat Amerikan kontrolü altında emniyet altına alınması gerektiğini düşünenlerden idi. Peki, bu politika kabul görürse uygulama nasıl olacaktı?

Bazı İngiliz diplomatların basına yansıyan rivayetlerine göre, Arap Baharı projesiyle Suriye’de isyan ilk başladığı günlerde İngiliz Hariciyesi’ndeki bazı isimler, “Esad’ın Noel’e kalmadan” devrileceğini ve Suriye’de yeni dönemin başlatılacağını iddia ediyorlardı. Londra ve Washington ile uyumlu çalışan ve Batı’daki bu kararlılığı gören Ortadoğulu bölgesel müttefiklerin siyasetçileri de benzer ifadeleri kendi iç siyasetlerinde kullanmaya başlayacaklardı. Böylece Londra, Washington, Ankara, Riyad, Doha gibi başkentlerde Esad’ın kısa süre içinde devrilip devrilemeyeceği konuşulmaya başlanmıştı.

Ancak Batılı müttefiklerin Irak’tan sonra Suriye’de de kendi aralarında anlaşmazlık yaşamaları (ki Ortadoğu’da paylaşım mevzu bahis olduğunda başından beri hep böyle olagelmiştir), Rusya’nın elini güçlendirmeye başlayacaktı. İngiltere, Suriye’de (küresel petrol ve silah sanayisi için en kullanılışlı örgüt olan ve sahip olduğu insan kaynağıyla adeta küresel operasyonlarda kullanılan bir şirket mesabesindeki) El-Kaide’yi desteklemeye başlayacaktı. İngilizler, doğrudan El-Kaide’yi olmasa da bu örgütten ayrılarak ortaya çıkan yeni gurupları destekliyorlardı ve bunu açıkça yapmaya başlamışlardı. DAİŞ’in haftalık konserve gıda takviyesi İngiltere’den gelen kargolarla sağlanıyordu ve İngiliz istihbaratının bundan haberinin olmaması imkansız idi. Daha ilginç olanı ise El-Kaide artığı bu gurupların 2015 ve 2016’da Fransa’yı hedef alarak Paris’ten Marsilya’ya ülkede korkuyu hakim kılıp OHAL’in doğmasına yol açması, arka planda Fransa’nın ABD ve İngiltere ile yeni Ortadoğu haritasında anlaşmazlık yaşadığını akıllara getirecekti. Peki, Fransa’yı bu iki Anglo-Sakson ülkeden hangisi tehdit ediyordu?

Bu sorular ve ortaya çıkan tablo, Osmanlı sonrası İngiltere ile Fransa arasında Irak ve Suriye paylaşımı esnasında yaşanan vekalet savaşlarını hatırlatmaya başlayınca envai çeşit komplo teorisi ortalığa saçıldı. Çünkü DAİŞ’in faaliyetleri, ortaya çıkıp hızla yayılma şekli ve Avrupa’da yaşayan Müslüman kökenli gençleri hızla kadrosuna katması whodunit tarzı bir polisiye roman kurgusu gibiydi. Örgüt, Afganistan’da misyonunu tamamlamış eski kadroların tasfiyesinden sonra yeni nesil “savaşçılar” üzerinden bu kez kime/kimlere karşı kullanılıyordu?

Örgüt, Fransa ve Türkiye’de ortalığı kana bulayarak bu iki ülkenin siyasi karar alma mekanizmasına gerekli dayatmaların yapılmasını sağladıktan sonra 2017’de bu kez AB’den ayrılmak için Brüksel ile sert müzakereler yapmaya başlayan İngiltere’yi vurmaya başlayacaktı. Bu ülkeyi vuran saldırıların İngiltere’nin Pearl Harbour’u ve 11 Eylül’ü olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Nitekim “DAEŞ türü” saldırganların küresel arenadaki aktörler tarafından birbirine yöneltilmesi, Afganistan’da aynı stratejisi Moskova’ya karşı tavsiye eden Brzezinski gibi stratejistlerin sahip çıktığı tarihi bir politika idi. Hatta daha eskiye gidecek olursak 1860’lı yılların başlarında İtalya’nın kuruluşu esnasında yaşanan anlaşmazlıklara bağlı olarak İngiltere ve Fransa’yı vuran terör hadiselerinin bile aynı stratejik mantıkla desteklendiğini söylemek mümkündür. O halde nükleer güçler arasında Büyük Satranç oynanırken, aynı oyunun küresel aktörleri arasında birbirine karşı konvansiyonel silahlar üzerinden bu şekilde dayatma yapılıyordu.

Avrupa’nın geleceğini Türkiye ve Rusya mı belirleyecek?

Türkiye’nin AB üyeliği ve Ermeni Meselesi hakkında görüş belirten Brzezinski, Türkiye’yi kırmadan kullanmayı tavsiye etmiştir. Ancak “İttihatçıların lideri Atatürk’ün 1921’de Batı modeli laik-ulus devlet modeline geçişi ilan ederek” Türkiye’yi Batı ittifakında bir yere oturttuğunu yazsa da bu bilgi pek çok yönden eksik ve hatalıdır. Zira Türkiye tarihine dair rakamları ve siyasi geçiş dönemini eksik bilmesine rağmen Türkiye jeopolitiğinin ABD çıkarları gereği geleceğine dair yorumları kayda değerdir. O’na göre Türkiye, jeopolitik konumunu kullanarak Rusya ile birlikte Avrupa’nın geleceğini belirleme potansiyeline sahip bir ülkedir. Bu yüzden AB, istikrarsız Ortadoğu’ya karşı doğu sınırlarını emniyet altına almak istiyorsa Türkiye’yi kendisine kalkan yaparak bünyesine katmak gerektiğini bilmelidir ve Almanya ile Fransa’nın bu gerçeği kabul etmemekte direnmesi ileride Avrupa’ya zarar verecektir.

Ermeni Meselesi ve soykırım iddialarına gelince… Demokrat Parti’nin California temsilcilerinden Yahudi kökenli Adam B. Schiff’in teklifiyle 2007’de Temsilciler Meclisi’nin gündemine getirilen Ermeni soykırımını tanıma meselesi, Türkiye – ABD ilişkilerini etkileme potansiyeline sahip olduğundan Washington’da kabul görmeyecekti. (California’daki Ermeni lobisiyle birlikte çalışan US Representative Schiff, son zamanlarda Süryanilerin de Osmanlılar tarafından katledildiğini söylemeye başlamıştır.) Brzezinski, Temsilciler Meclisi’ne sunulan sözde Ermeni soykırımı teklifini meclisten geçirme teklifine tepki gösteren isimlerin başındaydı. CNN’e yaptığı bir açıklamada, “Temsilciler Meclisi’mizin tarihi mevzular üzerine hüküm verebilen bir nevi akademi merkezi olduğunu bilmiyordum” diyerek kinayeli bir üslupla bu teklifi tenkit etmiştir. Brzezinski’ye göre, I. Dünya Savaşı esnasında pek çok kötü hadise yaşandığı gibi Ermeniler de katledilmişti ancak bu yaşananları “soykırım” olarak mı yoksa “katliam” olarak mı ifade etmek gerektiği meselesine karar vermek ve hüküm açıklamak ABD Temsilciler Meclisi’nin işi olamazdı. Meclis’in böyle şeyler hakkında gelişigüzel karar açıklaması veya bu tarz teklifleri kabul edip ahkam kesmesi ABD çıkarlarına ve anayasanın bu meclise verdiği yetkiye aykırıydı.

2015’te attığı bir tveet ile Türkiye hakkında bir görüş açıklayan Brzezinski, bölgesinin liderliğini yapma potansiyeline sahip olan Türkiye’nin “aşırı milliyetçilik cazibesine kapılmaması” gerektiğini ifade etmişti. Bu açıklamadan bir yıl sonra bu kez Erdoğan’ı devirmeye çalışan CIA operasyonu (15 Temmuz darbe teşebbüsü) aleyhindeki açıklamalarıyla Türkiye’de gündeme gelecekti. İşin ilginç tarafı, Brzezinski CIA’nın Türkiye’de yapmaya çalıştığı darbeyi mantıksız bulduğunu ifade ederken aynı günlerde bu darbe stratejisinin arkasında yer alan ismin Graham Fuller olduğu konuşuluyordu. Fuller, Soğuk Savaş’ın son döneminde Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşan “insan kaynağının” örgütlenmesi için çalışmıştı.

Kısacası, Türkiye geçmişte NATO içinde tutularak ve kollanarak Batı ittifakında yer verilmiş bir ülkeydi ancak artık sadece NATO ile Türkiye’yi zapt etmek kolay olmadığından AB’ye angaje edilmelidir. Ancak bu görüşü Batı’da sahiplenen Brzezinski gibi isimlerin artık toprak altında olduğunu ve aksini iddia eden stratejistlerin görüşlerinin revaç bulduğunu görüyoruz.

 

 

Dr. Cafer Talha Şeker

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

bs için bir cevap yazın Cevabı iptal et

  • Su ifade kesinlikle yanlis; Ancak Batılı müttefiklerin Irak’tan sonra Suriye’de de kendi aralarında anlaşmazlık yaşamaları …, Rusya’nın elini güçlendirmeye başlayacaktı”

    2011-12 yillarinda israil medyasini takip edenler israil’in hemen hergun, ‘Esed bizim icin en iyi secenek, bilmedigimiz bir riski lamaktansa, bildigimiz bir kotuyu tercih etmeliyiz’ vb haberlerin ciktigini hatirlarlar. Yani Suriye’de Esed’i ayakta tutan israil oldu! Bati’yi frenleyerek, bolerek ve Putin’i Suriye’ye getirerek tabi.