Dosya

Türkiye, kendi coğrafyasında uygun görmeyeceği düzenin kurulamayacağını kanıtlamıştır

Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’de rejim güçleri tarafından 33 askerimizin şehit edilmesi ve birçok askerimizin de yaralanmasına yol açan kalleşçe saldırı, konunun İdlib’le sınırlı kalmayacağı yeni bir süreci başlatmış oldu. Bu yeni süreç İdlib’le sınırlı kalmayacağı gibi konunun mevcut taraflarıyla da sınırlı kalmayacağı görünüyor. Mücerret olarak, yaşanan gelişmeler doğrultusunda üç önemli isme yönelttiğimiz sorulara gelen cevaplarla özel dosyamızı […]

Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’de rejim güçleri tarafından 33 askerimizin şehit edilmesi ve birçok askerimizin de yaralanmasına yol açan kalleşçe saldırı, konunun İdlib’le sınırlı kalmayacağı yeni bir süreci başlatmış oldu. Bu yeni süreç İdlib’le sınırlı kalmayacağı gibi konunun mevcut taraflarıyla da sınırlı kalmayacağı görünüyor.

Mücerret olarak, yaşanan gelişmeler doğrultusunda üç önemli isme yönelttiğimiz sorulara gelen cevaplarla özel dosyamızı takdim ediyoruz.

Türkiye, ‘benim coğrafyamda beni yok sayarak iş tutamazsınız’ kararlılığını yaşanan her türlü kuşatmaya rağmen devam ettiriyor. Gezi olayları, Hendek savaşları, 15 Temmuz ve yaşanan diğer olaylara rağmen Türkiye sahadan çekilmedi, çekilmiyor. Türkiye’nin kararlı cesametini ABD ve Rusya ile süren “göreceli savaş” bağlamında nasıl okursunuz?

Türkiye, kendi coğrafyasında kendisinin uygun görmeyeceği yeni düzenin kurulamayacağını kanıtlamıştır

Gürkan Zengin:

Türkiye, 2011 başından itibaren ‘Arap Baharı’na büyük umutlarla destek vermişti. Sisteme hâkim güçler 2013’te Mısır’daki karşı darbeyle bu süreci doğal akışından çıkartıp statükoyu yeniden tesis etmeye başladı. Aynı yıldan itibaren, Suriye’deki isyanı da IŞİD gibi nevzuhur örgütler üzerinden zehirleyip yolundan çıkarttılar. Beşar Esed’i ‘ehven-şer’ bir konuma oturtup yerinde tutma kararı aldılar. Bu aşamadan sonra da Türkiye gibi değişimi destekleyen aktörleri hedef almaya başladılar. Türkiye ortaya çıkan bu yeni durumu ve takip eden süreçte kendisinin de hedef tahtasına oturtulduğunu doğru bir zamanlamayla fark etti.

Amerika’nın,  Türk devleti içindeki taşeronu olarak hareket eden Fethulah Gülen örgütünün 2013’teki 17-25 Aralık hamleleri, 2014’te MİT tırlarının durdurulması hâdiseleri bu açıdan göz açıcı oldu. PKK da aynı dönemde (2015) “Hendek Savaşları”nı başlatarak, kurtarılmış bölgeler yaratma çabasına girerek Suriye’deki çatışma ve kaos ortamını Türkiye içine taşımaya gayret etti. IŞİD’in Türkiye’nin şehirlerinde patlattığı bombaları da bunun üzerine koyduğunuz zaman Türkiye’ye karşı gayet senkronize  “büyük devlet operasyonu”nun yürütülmekte olduğunu gördük. Bundan sonra gelen 15 Temmuz darbe girişimiyse en son ve bitirici hamle olarak düşünülmüştü.

Peki, Türkiye neden hedefte?

Türkiye, Ortadoğu’daki yeni düzen kurma arayışlarında yıkılması gereken en önemli kale olarak değerlendirdi. Zira Türkiye, siyasi istikrarı, ekonomik ve askeri gücüyle güncellenen ‘yeni düzen’in merkezi coğrafyası durumundaki Irak-Suriye’de bütün tasarımların önündeki bir engel olarak duruyor. Peki, gerçekten de kadar da büyük bir engel mi? Evet o kadar büyük bir engel. Bunun böyle olduğunu FETÖ eliyle iğdiş edilmiş haliyle bile 2016 Ağustos-2020 Şubat tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahadaki yeni düzen tasarımlarını darbeleyen harekâtları kanıtlamıştır. Türkiye, kendi coğrafyasında kendisinin uygun görmeyeceği bir yeni düzenin kurulamayacağını kanıtlamıştır. Belki ağır bedeller ödemiştir, ama “oyun bozucu” rolünü kanıtlamıştır. Bu kale zaten bu yüzden yıkılmalıydı, ama yıkamadılar. Pes ettiler mi? Hayır; emperyalist güçler pes etmez, sonuç alana kadar devam eder, dolayısıyla mücadele devam ediyor.

Tabii, Rusya’nın bu anlatılan tabloda Amerika ile birebir görüş birliği içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Belli aşamalarda Rus-Amerikan mutabakatları olabildiğini görüyoruz, ama ortak bir tasavvuru hayata geçirmek için Amerika ile birlikte hareket ettiği söylenemez.  Rusya’nın, Zeytin Dalı harekâtı öncesinde olduğu gibi sürecin bazı kritik aşamalarında Türkiye’nin yanında da yer almış olması bunu kanıtlar. Ama açıktır ki Moskova’nın hedefleri ve oyun planı Türkiye’ninkiyle aynı çizgide değildir. “Uçak krizi”nde ve son dönemde İdlib sahasında görüldüğü gibi aralarında zaman zaman zirveye çıkmış olan krizler de bunu kanıtlar. Zaten mücadelenin seyri, çıkarları zaman zaman çatışan zaman zaman örtüşen küresel ve bölgesel aktörlerle,  sahadaki vekillerin birbirlerine üstünlük sağlayıp gerilemeleri üzerinden belirleniyor.

Türkiye’nin Suriye’den geri çekilmesi demek, Suriye’deki katliamın önlenemez şekilde devam etmesi demektir

Mete Sohtaoğlu:

Hendek meselesi biraz daha ilerleseydi, YPG ile eş zamanlı olarak, siyasi olarak farklı söylemler olacaktı. Sınırın Türkiye tarafında özerklik gibi bir proje dillendirilmeye başlanacaktı. Zaten dillendiriliyordu. Bunun karşı tarafında da YPG daha güçlendirilmiş halde olsaydı farklı bir yapılanmayla karşılaşacaktık. Türkiye sınırında ve Suriye’nin kuzeyinde alan oluşturulmak istendi. Böyle bir proje vardı. Üç tane harekât düzenlendi.

Suriye meselesinin ilginç tarafı da var.  Türkiye iç siyasetini de etkileyebilecek şekilde bazı muhalefet partileri tarafından olumsuz bir şekilde kullanılıyor. Hükümeti yıpratmaya yönelik malzeme oldu. Burada Türkiye’nin çıkarlarını hiçe sayan söylemler oldu. Şu anki coğrafyada “asker çekin, geri dönün” diyorlar.

Türkiye’nin Suriye’den asker çekmesi Suriye’de neyi değiştirecek?

Hiçbir şeyi değiştirmez. Hatta var olan sorunları daha da arttırır. Suriyeli mülteciler meselesinden dolayı bunu biliyoruz, Esed’ın İdlib’de yaptıklarını da biliyoruz. Türkiye’nin Suriye’den geri çekilmesi demek, Suriye’deki katliamın önlenemez şekilde devam etmesi demektir. Yaşananları hala görüyoruz. Yunanistan, mültecilere biber gazı ve plastik mermi atıyor.  Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve NATO sessiz. Türkiye, kendi göbeğini kendi kesiyor.

Türkiye; Rusya, İran ve Suriye rejiminin oluşturmuş olduğu üçlüye karşı amansız mücadele veriyor

Yusuf Alabarda:

Türkiye, Çukur terörü ve 15 Temmuz dahil olmak üzere, uzunca zamandır uygulamış olduğu önleyici mücadele stratejisi doğrultusunda 15 Temmuz 2016’dan bugüne terörle mücadelesinde gelmiş olduğu noktayı devlet içi boyuttan devlet dışı boyuta taşımış durumda. Türkiye’nin bu anlamda sınaması  Fırat Kalkanı Harekatı dahil olmak üzere, DEAŞ’tan PKK’ya, İran destekli terör unsurlarına ve Rusya’ya kadar uzanan periferde son sürat devam ediyor. Türkiye, tüm bu yaşananlara rağmen, içeride terörle mücadelenin kendisine vermiş olduğu avantaj, Suriye’de icra ettiği operasyonların kendisine kattığı avantaj ve Irak coğrafyasında açmış olduğu üssünde desteğiyle şu an Rusya’nın, İran’ın, Suriye rejiminin oluşturmuş olduğu üçlüye karşı amansız mücadele veriyor. Suriye’de gerçekleştiren harekatların, Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen operasyonların, içeride vermiş olduğu mücadelenin geriye doğru gelme riski vardır. Türkiye, bu riski alamayacağı için İdlib noktasında bundan önceki operasyonlardaki gibi kararlı duruş sergilemesi ve şehitler olmasına rağmen İdlib noktasından asla taviz vermeyeceğini, sınırlarına göçmen dalgasına izin vermeyeceğini, bu sığınmacıların içinde olduğunu bildiğimiz radikal örgütlerin Türkiye içerisine sızarak siyaseti manipüle edebilecek her türden terör eylemlerinin icra edilmesine müsaade etmeyeceğine bu harekatla birlikte gösteriyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin bu hususu iç kamuoyuna çok net anlatması lazım. İçeriden manipülasyon içinde olanlar var. Ama sağduyulu halkımız, siyasi görüşü ne olursa olsun, TSK ve siyasi iradenin arkasındadır.

Stratejik ortağımız ABD destekli terör örgütlerine karşı verdiğimiz mücadeleden aylar sonra bu kez, bir başka “stratejik ortağımız Rusya”nın desteklediği Esed unsurlarına karşı mücadelede 33 şehit verdik. Özellikle Rus medyası, İngilizce hesapları üzerinden Hatay mesajları vermeye başladı. Yaşadığımız sürece, jeopolitik bir savaştır denebilir mi?

Türkiye’nin bu jeopolitik tabloda herhangi bir stratejik ortağı yoktur

Gürkan Zengin:

Kullanmaya devam ettiğimiz bazı kavramlar yaşadığımız yeni durumlar karşısında çoktandır anlamını yitirdi ama hâlâ onları kullanıyoruz. Türkiye’nin bu jeopolitik tabloda herhangi bir stratejik ortağı yoktur. “Stratejik ortaklık”  kavramı bugün belki sadece Amerika ile İsrail arasında söz konusu olabilir. Türkiye, bugün Amerika ile bırakın stratejik ortaklığı, müttefik bile değildir. Aynı ittifak sistemi içinde ‘müttefik’ konumunda bulunuyor olmamız bu gerçeği değiştirmiyor. Amerika ile uzunca bir süredir ilân edilmemiş bir ‘stratejik düşmanlık’ ilişkisi içindeyiz. Amerika, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve siyasi rejimine kast eden iki etkili aktörle müttefiklik ilişkisi içindedir. Amerika Başkanı, PKK’nın Türk askerinin ve polisinin kanını döken PKK elebaşlarına ‘general’ diye hitap edebilmekte, onunla telefon görüşmeleri yapabilmektedir. Amerika, geldiği noktada PKK’yı meşrulaştırma gayretine girmiş bir ülkedir. Bu örgütle fiilen askeri işbirliğine geçip örgüte 33 bin tır silah verebilmiştir.

Amerika, aynı zamanda elinin altında bulunan bir örgüt eliyle Türkiye’deki demokratik sistemin darbeyle devrilmesine hamle etmiş bir ülkedir. Amerika, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalamış bir örgütün hamisidir, örgüt liderinin koruyucusudur. Türkiye’de hiçbir darbe ve darbe girişimi Amerika’nın bilgisi ve onayı dışında gerçekleşmemiştir. Zaten İran-Irak ve Suriye ile toplam bin 500 kilometre ortak sınırı olan bir NATO ülkesinde Amerika’nın onayı olmadan bir darbe girişimi olamaz. 15 Temmuz darbe girişinin kararı da onayı da Amerika’dan verilmiştir.

Amerikan stratejik aklı – ki siz onu İsrail merkezli neo-con akıl- diye okuyun- belirli stratejik hedeflere ulaşmak üzere bölgeye yeniden şekil vermeye karar vermiş durumda. Az önce de vurguladığım gibi, biz resimlere bakan, resimler üzerinden konuşan bir toplumuz. En büyük entelektüel zaaflarımızdan biri de bu zaten. Oysa olayları süreç analizine tâbi tuttuğunuzda tabloya görebilmeye başlarsınız. Öyle baktığınızda tablo gayet nettir. 1991 Birinci Körfez Savaşı’ndan itibaren başlayan, 2003 Mart ayındaki İkinci Körfez Harekâtı ve Irak’ın işgaliyle hızlanan, Arap Baharı’ndan sonra ortaya çıkan yeni konjonktürle ivme kazanan bir durum var: Bölge devletleri parçalanıyor. Siyasi karar merkezlerinin felç edilmesi, bu ülkelerin başkentlerinden yönetilemez hale getirilmesi ve etnik ve mezhebî zeminde ülkeleri iç savaşa sürükleyen uzun vadeli bir politika takip ediliyor. Bağdat’ta aldığınız bir kararı artık Süleymaniye’de Erbil’de, Selahaddin’de uygulatamazsınız; aynı şekilde Şam’da alınan bir kararı Kamışlı’da, Rakka’da, İdlib’de uygulayamazsınız. İsrail’in etkili muarızları olan iki Arap devleti olan Irak ve Suriye bugün devlet kapasitelerini ve tabii İsrail’e karşı potansiyel bir tehdit olma vasıflarını kaybetmiştir. Zaten proje öyle görünüyor ki,  ağırlıklı olarak İsrail’in stratejik güvenliğinin temin edilmesi amacıyla kurgulanmıştır.

Dünün düşmanları, dost oluyor; dünün dostları, düşman oluyor

Mete Sohtaoğlu:

Ülke başkentlerinin geçmişteki hesapları devam ediyor. Bu, komple teorisi değil. Neticede, Suriye’de bir dönem Fransa varlığı vardı. Kapanın elinde kalan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Örneğin Ukrayna’nın doğusu, Kırım meselesi. Kapanın elinde kaldı. Kırım’ı veya Ukrayna’nın işgal altındaki yerlerini Rusya’dan geri almak mümkün mü? Pek mümkün görünmüyor. Çünkü bunu yapabilecek uluslararası örgüt yok. O yüzden kapanın elinde kalıyor. Rusya’nın Hatay’ veya Türkiye’nin doğusuna ilişkin propagandaya girişeceği de aşikâr.

Hiç kimse kendi emellerinden vazgeçmiş değil. Bir süre sonra Esed, kendi kamuoyunu toparlamak için, Hatay’ı geri alacağını söyleyebilir. Buna inan da olacaktır. Ama içindeki niyeti göstermek açısından saklanamayacak bir şey. Esed ve onun temsil ettiği zihniyet bunu istiyordur. Bunu da Rus medyası üzerinden dilendirtiyordur.

ABD, Türkiye’nin stratejik ortağı olabilir ama hiçbir başkent Türkiye’nin dostu değildir. ABD nasıl ağır eleştiriyi hak ediyorsa, bundan aynı şekilde Rusya’nın da payını alması gerekir. Bir dönem Moskova ile yakınlaşıldı, bir dönem Washington ile yakınlaşıldı. Hayır… Türkiye, kendi bağımsız politikasını sürdürüyor. Rusya’ya yakın bir Türkiye yok. ABD’ye yakın bir Türkiye yok. Dönem dönem böyle okumalar olsa bile bu hatalı bir okumadır. Özellikle bizim askerlerimizin şehit olmasından sonra Suriye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yeni bir Suriye’ye uyandık. Bu yüzden, şu anki Suriye özelinde ve bölgesel sorunlarda Dünya Savaş’larından örnekler vererek yaşadıklarımızı açıklayamayız. Şu an geldiğimiz noktayı tarihten yola çıkarak açıklayamayız. Jeopolitik kapışma var, kapanın elinde kalıyor. Girilen yeri kimse bırakmıyor, durumdan dolayı da bırakmak istemiyorsunuz. Uzun zaman Türkiye Suriye’de kalacak. Ankara, Suriye için demokrasinin işlediği ve Suriyelilerin kendi ülkelerinde güvenli bir şekilde hayatlarını idame ettirecek şartları sağladığında çıkma kararı alacaktır.

Jeopolitik didişme yaşıyoruz. Dünün düşmanları, dost oluyor; dünün dostları, düşman oluyor. Karşılıklı yer değiştirmeler var. Karma karışık bir durum ama yer değiştirmeler olacaktır. Safların değiştirildiği, yeni safların kurulduğu bir dönem içerisindeyiz. Türkiye, kendi çizgisinde yerini alacaktır.

Türkiye, son 3 gündür ortaya koyduğu performansla bileğinin bükülmesinin güç olduğunu gösterdi.

Yusuf Alabarda:

Uluslararası ilişkiler perspektifinden baktığımızda ABD ile stratejik ittifaklı anlaşmamız olmasına rağmen Rusya ile stratejik ittifaklı anlaşması içerisinde olduğunu söylememiz zor. Stratejik ittifak içerisinde olmamız için bir takım daha önceden hazırlanmış altyapısı, teşkilat yapısı ve bununla ilgili bir anlayış birliğinin olması gerekli. Rusya ile ilişkilerimize baktığımızda batıyla olan ilişkilerimizde olduğu gibi Birçok Avrupalı platformda Türkiye’nin üye olması gibi bu tür şeyleri Rusya ile henüz kurumsallaştırmış değiliz. Dolayısıyla, Rusya ile olan ilişkimizi “stratejik düzeyde hizalanma” cümleleriyle ifade etmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Rusya ile aramızdaki stratejik hizalanmalara rağmen Suriye konusunda özellikle İdlib üzerinde ilişkilerin gerilmesi aslında uluslararası ilişkilerin doğasıyla çelişir bir durum değil. Rusya, Türkiye’nin hangi noktaya kadar iddialarını sürdürebileceğini test ediyor.

Türkiye, son 3 gündür ortaya koyduğu performansla bileğinin bükülmesinin güç olduğunu, İdlib noktasındaki azminin sahaya yansıtılmasında sıkıntı olmayacağını gösterdi. Askerlerimizin şehit edilmesinde sonra askerlerimizin komple sınır hattına ricad edilmesiyle ilgili konuyu bekledi. Suriye’deki hava savunma sahasının kapalı olmasından dolayı elinin kolunun bağlı olacağını düşündü. Ama gelinen noktanın bu şekilde olmadığını Rusya’ya net ifadelerle gösterdi. Her batıldı devlet aklı gibi Rus devlet aklının da pragmatik bir yaklaşım gösterdi. Cumhurbaşkanı ile yapılacak toplantıda daha uzlaşıcı ve Türkiye’ye daha alan açıcı bir müzakere masası kuracağını düşünenlerdenim. Böyle olduğu takdirde, Rusya ile İdlib üzerinde mutabakata varmasının çok şaşırtıcı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki süreçte Rusya ile Türkiye arasındaki mutabakatın İran tarafından nasıl karşılanacağı cevaplamamız gereken önemli boyutlardan olacaktır.

Son 3 gündür, hava sahası bağlamında özellikle İHA ve SİHA’larımızın, KORAL sistemi ile birlikte Rus hava savunma sistemlerini körleştirmesi de dahil bir çok olağanüstü başarısına şahit oluyoruz. Adeta bütün dengeleri değiştiren SİHA’larımız, savunma sanayiimiz, hava sahasına dair neler söylemek söylersiniz?

SİHA teknolojisini geliştirdikçe uluslararası harekat düzenleyebilecek kapasiteye eriştik

Mete Sohtaoğlu:

Hava sahası meselesi Türkiye için önemli. SİHA’larımızın ve Hava Kuvvetlerimizin varlığı etkiliyor. Bir dönem Suriye’nin doğusunda harekât düzenleneceği zaman tartışmalar vardı. ABD hava sahasını açmayacak, deniyordu. Ama Türk Hava Kuvvetleri’nin, pilotların kendini geliştirdikleri taktikler var. Örneğin, üstten kalkan savaş uçakları Türkiye sınırına son sürat hızla yaklaşıyor, Türkiye sınırına geldiklerinde hedef aldıkları düşman noktasına bombasını bırakıyor ve geri dönerek uçuşuna devam ediyor. Pilotlar çok çalıştılar. O yüzden İdlib’de Hava Kuvvetleri’nin uzun menzilli füzelerle vurduğunu görüyoruz. Pilotlar,  hava sahsı engelini aşmakta yöntemler buluyor. Bu yöntemleri de etkili bir şekilde uyguluyorlar. Son üç gündür TSK’nın silah gücünü yüzde yüz kullandığını görüyoruz. Yeni nesil silahlar Esed rejimi üzerinde deneniyor.

Esed rejimi dediğiniz zaman, bunun içerisinde İran’ın Pakistan’dan ve Afganistan’dan getirdiği militanlar da var. İran’ın desteklediği militanlar Türkiye’ye karşı İdlib’de çarpışıyor.  Biz, sadece Esed rejimi güçleri diyoruz ama Filistin’den getirilenler, hesapta İran’ın Kudüs’ü kurtarmak için kurduğu silahlı örgütler Türkiye’ye karşı savaştırılıyor.

Bu operasyonun en büyük hava gücü olarak İHA’ları ve SİHA’ları gösterebiliriz. Çok etkili oldular. İHA’ların ve SİHA’ların nasıl çalıştığına dair görüntü yoktu. Bu harekatla beraber görüntüler paylaşılmaya başlandı. Savaş ortamında SİHA’ların nasıl etkili olduklarını gördük. Yeni nesil bombalar yerleştirildiğini biliyoruz. Bu bombaların nasıl etkili olduklarını gördük. Savunma sanayisinin yaptığı büyük hamleleri, yeni nesil ürettiği her şeyi İdlib sahasında canlı olarak görmüş olduk. Ateş gücü çok yüksek ve bölge ülkeler için korkutucu bir güç olduğunu gördük. SİHA teknolojisini geliştirdikçe uluslararası harekat düzenleyebilecek kapasiteye eriştik. SİHA, Türkiye’nin bir ilçesinde faaliyet yapmıyor, sınır ötesi operasyon yapıyor. Suriye topraklarında düşman hedeflerini vurabilecek uzun menzilli yeteneği var.

Elektronik harp unsurlarının Türkiye tarafından ciddiyetle ele alındığı çevre coğrafyalara gösterildi

Yusuf Alabarda:

33 askerimizin şehit edilmesinin ardından başlatılan operasyonlarda TSK’nın bölgede göstermiş olduğu etkinlik bütün dünya tarafından izleniyor. Türkiye, kapalı olan hava sahasına rağmen Suriye hava sahasının içerisinde elektronik harp tedbirlerini C160 uçaklarıyla, KORAL sistemiyle, ASELSAN tarafında geliştirilmiş sistemlerle uygulayıp İHA\SİHA başta olmak üzere Suriye içerisinde harekat icra ettirerek dosta düşmana gücünü gösterdi. Bu kapsamda elektronik harp unsurlarının Türkiye tarafından ciddiyetle ele alındığı çevre coğrafyalara gösterildi.

Türkiye’nin geliştirmiş olduğu insansız hava araçlarıyla hava savunma sistemlerini vurmuş olmasını, varil bombalarının üretildiği tesisleri vurmuş olmasını ve pek çok askeri noktanın aynı anda yok edilmesini sağlayan yegane ülkeyiz. ABD, Çin ve Rusya’nın bugüne kadar bu kadar kapsamlı şekilde insansız hava araçları teknolojisini elektronik harp unsurlarıyla birleştirerek sahaya sürmüşlüğü yok. Suriye hava sahası içerisinde hava savunma sisteminin kilitlenip SİHA\İHA ile çok yoğun saldırı başlatılıp Suriye rejiminin önemli miktardaki ateş gücünü etkisiz hale getirilmesi belki de harp tarihi açısından uzun süre incelenmesi gereken kapıyı açıyor. Türkiye, SİHA\İHA alanında yaratmış olduğu farkı daha öte noktalara taşıyarak diğer rakiplerinden ayrılacak gelişmelere hamle yapacaktır.