15 Eylül 2021 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başbakanı Joe Biden, Avustralya Başbakanı Scott Morrison ve Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, üç ülke arasında ‘Artırılmış Güvenlik Ortaklığı’nı (AUKUS) ilan etti. Avustralya’nın Fransa ile 2016 yılında dizel güçlü denizaltı satın alımı anlaşmasının feshetmesine Çin sert cevaplar verdi. İmzadaş ülkelerin güvenlik ve savunma çıkarlarını desteklemeyi taahhüt eden AUKUS’un içerik bakımından en çarpıcı noktaları; Avustralya Donanmasının nükleer enerjili denizaltılara sahip olmasının desteklenmesi ile yapay zekâ, siber kapasite, kuantum teknolojilerine odaklanılması olarak ön plana çıkmakta. Taraf ülkeler, Uluslararası Atom Ajansı’na (IAE) bilgi vererek,18 aylık istişare döneminden sonra anlaşmanın teknik hususlarına açıklık kazandıracaklarını da belirttiler.
Anlaşma içeriğinden ziyade zamanlaması bakımından değerlendirildiğinde; uluslararası konjonktürde birçok vektörün kesiştiği dilimlere denk geldiği gözlemlenmekte. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin hemen ardından, Şangay İşbirliği Örgütü toplantısıyla denk bir zamanda ve en dikkat çekici olanı ise; tam da AB’nin uzun süredir üzerinde münazara edilen Hint-Pasifik stratejisini açıkladığı gün ile çakışmaktaydı. Medya manşetleri, paktın stratejik önemi ve jeopolitik mahiyetini detaylandırmakla meşgul iken, bir anlamda Fransa’nın uzun süredir ‘stratejik özerklik’ adı altında inisiyatif edindiği AB’nin kendine özgü Hint-Pasifik Belgesinden rol çalmış olunmaktaydı.
ABD’nin Afganistan’dan Avrupa ile yeterince istişare etmeden, AB’nin önerilerini dikkate almadan bir nevi güven kırıcı biçimde çekilmesi Avrupa kanadında Trump sonrası Transatlantik ilişkilerindeki soru işaretlerini de bulanıklaştırmakta. Bununla birlikte, AUKUS özelinde Fransa’nın diplomatik tepkisiyle eş değer biçimde; Avrupa’nın supranasyonel ‘baş’ları anlaşmanın ‘ele alınış biçimi hayal kırıklığı’ olarak gördüğünü ve ‘kabul edilemez’ bulduğunu ifade etmesi, Afganistan sonrası soru işaretleriyle birleşince Transatlantik ilişkilerinde ‘beklenen’ derinliğin halen gerçekleşmediğinin göstergesi olarak okunabilir.
Tüm bu gelişmeler, bir anlamda Biden Amerika’sının; Covid-19 ile ekonomik mücadelenin ‘Amerika Yeniden’i zorlaştırma potansiyeline, Afganistan sonrası oluşan itibar kaybına, Transatlantik düzlemdeki hayal kırıklıklarına rağmen sıklet merkezini Obama yönetiminin yarım kalan Asya Pivotu’na -yeni jargonla Hint-Pasifik’e- doğru yöneltme gayretinin belirtisi sayılabilir.
Bu analizde, kamuoyunda geniş yankı bulan AUKUS’un ABD ve Avustralya için stratejik değeri, nükleer denizaltıların teknik özellikleri ile Hint-Pasifik caydırıcılık düzeni arasındaki bağıntı açısından ele alınmaktadır. Böylelikle, Transatlantik ilişkilerdeki tahrif saklı kalmakla birlikte, ‘Anglo-Sakson ittifak’ söyleminden farklı olarak caydırıcılık hesaplarına vurgu yapılmaktadır. Anlaşmanın Hint-Pasifik güvenlik düzeneğindeki konumu, bölgeyi birbirini tamamlayan ve müttefikler ile ilerleyen bir güvenlik mimarisine evirme ihtimali üzerinden irdelenmektedir.
Nükleer denizaltılarını stratejik yapan faktörler nedir?
Tarihsel olarak bakıldığında, ilk kez ABD’de 1940’larda başlayan nükleer deniz tahrip gücü çalışmaları, 1953’te ilk deneme reaktörüyle devam etmiş[1] ve 17 Ocak 1955 tarihinde E.Wilkinson’ın 98 metrelik USS Nautilus’u denizlere açmasıyla nihayete ermiştir. ABD donanma tarihçesinde sembolik bir yere sahip rekorlar sahibi USS Nautilus, toplam 284,559 millik yolculuğunun 222,714 milini su altında geçirdi. 1958’lerde Arktiklere yolculuğa başlamıştı bile. 1954-1964 arasında ise; ABD nükleer denizaltıları denizaltında kalma süreleri giderek artan bir ivmeyle dünya turu gerçekleştirdi.[2]
Dünyada hâlihazırda 6 ülkenin nükleer denizaltısı bulunmaktadır: ABD, Rusya, Çin, Fransa, Birleşik Krallık ve Hindistan. ABD Donanması tümü nükleer güçle çalışmak üzere; üç tip denizaltı sistemine sahip;[3]
SSNs olarak adlandırılan sınıf, nükleer güçle çalışan atak denizaltıları (3 sınıf SSN’i (Los Angeles, Seawolf ve Virginia),
SSGNs sınıfı nükleer güçle çalışan kruz füze denizaltısı (4 SSGN),
SSBNs nükleer güçlü balistik füze denizaltısı (14 SSBN) biçiminde sınıflandırılmakta.
SSN ve SSGN sınıfları nükleer silah taşımazken, SSBN kategorisindeki denizaltılar; kara, hava ve deniz caydırıcılık unsurlarını kapsayan ‘nükleer üçleme’nin deniz kısmını oluşturmakta. AUKUS’daki sınıf ise Avustralya’nın güneyinde inşa edilmesi planlanan en az 8 nükleer güçle çalışan atak denizaltı (SSN) satın alımını kapsıyor. Avustralya Başbakanı Scott Morrison, söz konusu denizaltıların nükleer silah taşımayacağını ve Avustralya’nın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme anlaşmasına yükümlülüklerini koruduğunu ve IAE’ya bildirildiğini belirtti.
Buna istinaden, 18 aylık süre ile teknik destek alacak olan Avustralya, Nükleer güç denizaltı Görev Gücü oluşturulacak. İngiltere’nin muhtemelen reaktör ve sessiz pompa tahrip reaktör teknolojilerinde destek vereceği ve ortak üretim yapılabileceği tahmin edilmekte.
Dizel-güçle çalışan denizaltılarına göre, nükleerle çalışan denizaltıların hız avantajı ilk göze çarpan detay olmakta. Yakıt yenileme ihtiyacı olmaksızın en az 30 yıl hizmet verebilen nükleer denizaltıların su altında kalma süresi daha uzun, daha büyük olmaları ise kapasitelerinin artmasını sağlamakta. Stratejik önemi ise; denizde/okyanusta gizli kalabilmesi sebebiyle daha derinlerde ve daha uzak mesafelerde görünmeden yol alabilmesinde yatıyor. Bunun yanı sıra, maliyetinin yüksek olması ve teknik detaylarının karmaşıklığı bu teknolojilere sahip ülke sayısının az olmasında önemli bir faktör.
Avustralya neden tercih değiştirdi?
Ülkelere stratejik caydırıcılık avantajı sağlayan nükleer denizaltılar, Avustralya’nın gündemine 2010’ların ikinci yarısında gelmeye başlamıştır. Nitekim nükleer altyapısı kısıtlı bir ülke olan Avustralya için nükleer tahrip sistemlerindeki eğitim ve teknik altyapı gibi kısıtlar mevcutken, maliyet ve teknik karmaşıklık başlı başına dezavantaj oluşturmaktadır. Bu gibi sebeplerden ötürü nükleer denizaltılara; kiralama ve Avustralya’da farklı ülkelerden reaktör satın alınarak üretim seçenekleri gündeme gelmiştir.
Avustralya Savunma Bakanlığı’nın 2016 Değerlendirmesinde, ülkenin nükleer tahrip sistemli denizaltılarına sahip olma gerekçelerini; ticaret rotalarının güvenliğini muhafaza etme, nükleer denizaltıların dizellere oranla daha hızlı ve uzun sürede hareket etme kapasitesi ile Avustralya’nın stratejik ihtiyaçlarını daha etkin karşılayabilecek olmasıyla ilişkilendirmektedir.[4] Bu doğrultuda, 12 nükleer güçle çalışan denizaltının stratejik hedeflerine hizmet edebileceği belirtilmektedir.
Avustralya, Fransız Naval Group ile Nisan 2016’da 12 nükleer olmayan Barracuda sınıf denizaltının 2034 yılı teslimatı için 66 milyar dolarlık anlaşmaya imza attı. Belirtmek gerekir ki, Fransa nükleer tahrip sistemleri teknoloji paylaşımı gerçekleştirmemiştir. Anlaşmada zaman çizelgesindeki aksamalar, maliyetin artması ve iş gücü beklentilerindeki gibi belli noktalarda anlaşmazlık yaşandığı belirtilmekle birlikte, Avustralya’nın görece aniden seçim değişikliği; ‘Hint-Pasifik’teki artan güvenlik gerilimi’ söyleminin Biden Amerika’sının müttefiklere taahhütleriyle birleşince Avustralya için stratejik avantaj oluşturmasıyla ilişkilendirilebilir. Öyle ki, bir yandan ABD’nin daha önce sadece Birleşik Krallık ile paylaştığı ve küresel liderlik ettiği nükleer tahrip teknolojisini paylaşacak olması Avustralya’nın caydırıcılık potansiyelini artırarak ülke için pratik bir çözüm olmakta. Diğer yandan, teknik olarak bakıldığında bu ‘pratik’ çözümün yansımaları çok net gözükmekte. Nitekim güncel bir araştırma[5], Perth’de konuşlanmış konvansiyonel bir denizaltının 11 gün Güney Çin Denizi’nde kalacağını nükleer denizaltının ise 2 aydan fazla süre denizde kalabileceğini öne sürmekte.
Avustralya- Çin ilişkilerinin son dönemde aldığı rota özellikle eko-politik alanların iç içe geçtiği ticari ihtilaflar boyutu, Çin’in Batıyla ilişkilerinde de rol oynayan Güney Çin Denizi, Tayvan ve en önemlisi Çin’in artan donanma gücü ve son NATO Zirvesi’nde de geçen askeri modernizasyonu; Avustralya’nın donanma stratejilerinde ‘Çin faktörünü’ caydırıcılık unsuru olarak konumlandırmakta. Tüm bunlara, Biden Amerika’sının Çin’i ‘yeni çevreleme’ olarak da nitelendirilen Trump dönemi ve Obama dönemi Çin politikalarını içeren müttefiklerle Çin’i çevreleme stratejisi eklenince AUKUS her taraf için stratejik iş birliği alanı açıyor.
Burada, AUKUS’un hukuki temelinin 2007 yılındaki ABD-Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki savunma ticaret iş birliğine dayandıran görüşe de yer vermek gerekir[6]. Ancak belirtilmelidir ki savunma ve güvenlik iş birliği ön gören bu anlaşmada nükleer tahrip teknolojileri dâhil edilmemiştir.
AUKUS’un açıklanmasından hemen sonra 24 Eylül 2021 tarihinde QUAD Zirvesi’nin gerçekleşmesi de Hint-Pasifik’de iç içe geçmiş, birbirine rakip olmayan güvenlik iş birliği formlarının da Biden yönetiminin önceliği olarak ortaya çıktığının göstergesi sayılabilir. Dolayısıyla, QUAD’daki rolü de göz önünde bulundurularak, Avustralya açısından AUKUS Çin’e doğrudan meydan okuma yerine, müttefikleri ile iş birliği alanı açarak Hint-Pasifik’teki güvenlik denklemlerinde derinleşen güvenlik bağları oluşturmak olarak da görülebilir.
ABD için neden Avustralya?
Biden yönetiminin ABD-Çin ilişkilerinde Çin’i ‘stratejik rakip’ olarak nitelendirmesi hatta ‘ABD’nin 21.yüzyılın karşılaştığı en büyük meydan okuması’ tabiri özellikle Hint-Pasifik’teki ABD liderliğindeki oluşumların Çin’i çevrelemeye yönelik olma ihtimalini yükseltmekte. Bu noktada, AUKUS’ta her ne kadar doğrudan Çin zikredilmemiş olsa da, mevcut konjonktür ve Çin-ABD, Çin-Avustralya ilişkileri kapsamında bakıldığında ABD’nin ‘yeni çevreleme’ stratejisine paralel okunabilmekte.
Güncel ABD Savunma Bakanlığı Değerlendirmesinde, Çin dünyanın en büyük donanmasına sahip ve 350 gemi ile denizaltısı olduğu belirtilmiş, kıyasen ABD’nin 293 gemisi olduğu açıklanmıştır. Çin’in tonaj bakımından en büyük gemi inşa eden ülke olduğu ve tüm donanma kapasitesini artırmaya yönelik faaliyetlerine de vurgu yapılmıştır. Çin’e karşı caydırıcılık bakımından değerlendirildiğinde; sayısal olarak ABD Savunma Bakanlığı tahminlerine göre; Çin’in 4-6 Jin-sınıfı SSBN, 6-8 SSN ve 50 dizel-elektrikli denizaltından oluşan filosu bulunmakta. Jin-sınıfı, bir önceki Xia-sınıfı (Tip 092)[7] denizaltılarına göre daha uzun menzile ve daha sessiz çalışma prensibine sahip ve Çin’in gerçek anlamda caydırıcılığa sahip ilk denizaltısı olarak gösterilmekte. Son NATO Zirvesi’nde de bahsedilen, Çin’e ithafen nükleer üçlemeye erişmek için nükleer arsenalini sofistike taşıma sistemleri ve savaş başlıkları artırma yoluyla geliştirmesinin vurgulanması da ilk kez NATO’da Çin’in nükleer üçlemesinden bahsedilmesi bakımından önem arz etmektedir.
Tüm bu veriler ışığında da; AUKUS ile nükleer altyapısı dahi son derece sınırlı olan Avustralya’nın Çin’e doğrudan caydırıcılık stratejisi oluşturmak yerine ABD’nin Hint-Pasifik’teki Çin’e karşı kurmak istediği ‘müttefiklerle çevreleme’ perspektifine yakınlaştığı yinelenebilir. Nitekim ABD barış zamanında Pasifik’e 51 deniz altılık SSN gücünün %60’ını ayırıyor. Bununla beraber, Los Angeles sınıfının emekliye ayrılması ve Virginia sınıfının imalatının uzun sürmesi gibi sebeplerle 2020 sonundan 2041’e kadar 42 denizaltıya ineceği tahmin edilmekte. Dahası, ABD Rusya ve Çin’e karşı ‘caydırıcılık’ hesabıyla hedeflediği sayı 66 denizaltı. [8]Tam da bu noktada, Avustralya’nın ‘en az 8’ SSN sınıfı denizaltına sahip olması Hint-Pasifik’te ABD’nin de çıkarlarını korumak adına önem taşıyor.
Öte yandan Avustralya’nın, ABD’den de önce, 2012’de ilk kez resmi savunma belgesinde Asya-Pasifik terimi yerine, Hindistan’ı da bölgeye öncelik olarak ekleyen ve Pasifik ve Hint Okyanuslarını birleştirerek ‘Hint-Pasifik’i kullanmış olması kuşkusuz ABD’nin Hint-Pasifik stratejisi için müttefiklik mertebesinde ayrı bir yere oturtmakta. AB ve ASEAN dâhil bölge ülkelerinin Çin çekincesi nedeniyle Hint-Pasifik terimini doğrudan kullanmaya başlamasının görece yeni bir gelişme olduğu da dikkate alınmalı.
Sonuç
AUKUS gerek açıklanma biçimi gerekse zamanlaması bakımından; ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya arasında var olan savunma iş birliklerini derinleştiren bir oluşumdan ziyade ‘sansasyonel’ bir görünümde ortaya çıkmıştır. Bir yandan Avrupalı müttefikleri ‘Avrupa özerkliğini’ sorgulatacak kadar ‘kızdırırken’ diğer yandan ‘Anglo-Sakson ittifakı mı oluşuyor?’ sorularını da beraberinde getirmiştir. Hint-Pasifik’teki güvenlik denklemi bakımından incelendiğinde ise; caydırıcılık unsurları anlaşmayı bir takım hesap-kitap çerçevesinde irdelemeye yöneltmektedir. Bu noktada, muhtemel ABD-Avustralya denizaltı gücü Çin’e karşı nükleer denizaltı avantajlarının daha verimli kullanılmasına sebep olabilmektedir. Dolayısıyla, AUKUS Hint-Pasifik’te tek başına ‘oyun değiştirici ‘olmaktan öte oyun düzenine zımni ve uzun vadede etki eden bir anlaşma olmaktadır.
Bununla beraber anlaşmanın muhtemel bölgesel ve küresel etkileri yönünden bir nokta daha öne çıkmaktadır: Hint-Pasifik güvenlik denkleminde iç içe geçmiş ‘birbirini tamamlayıcı’ olarak sunulun güvenlik anlaşma/paktlarının oluşmaya başlaması. Aynı zamanda bu yaklaşım Biden yönetiminin aynı dünya düzeni anlayışına sahip müttefiklerle ilerleme mottosuna denk bir oluşum zinciri olarak okunabildiği gibi, ABD’nin Çin’i çevrelemeye yönelik daha etkin, daha kafa karıştırıcı ve daha kapsamlı bir strateji geliştirmeye yöneldiğinin de işareti olarak da görülebilir. Quad ile birlikte nispeten ‘aniden’ oluşturulan AUKUS sonrası, Quad’ın etkinliği ve güncelliği noktasında; ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi sonrası jeostratejik konumundaki endişeleri de artan ‘müttefik’ Hindistan’a, verilen teminatlar bu tezin destekleyicisi sayılabilir. NATO Zirvesi’nde ilk kez Çin’in askeri tehdit olarak belgelenmesi de, ABD’nin ‘müttefiklerle’ hareket etme düsturunun ‘tehdit ve rekabet unsurlarını müttefiklere de delege etme’ yansıması olarak gösterilebilir.
Tüm bu tabloya ilaveten, ABD’nin ulusal güvenliğindeki tehdit anlayışının Asya-Pasifik’ten yeni kavramsallaştırılan Hint-Pasifik’e kaydırılması ve nihayetinde yeni terminolojinin AUKUS sonrasındaki analiz ve yorumlarla yaygınlaştırılması da ABD’nin ulusal menfaatlerine denk bir gelişmedir. AUKUS’un AB’nin uzun zamandan sonra açıkladığı Hint-Pasifik Strateji Dokümanı ile aynı güne denk gelmesi ve gerektiğinde Avrupalı müttefiklerin ‘feda edilebilmesi’ de AB’nin “kapasite/beklenti” doğrultusunda özerk bir Hint-Pasifik stratejisi ve eylem planına olan ihtiyacını gündeme getirmektedir.
Sibel Karabel
*İstanbul Gedik Üniversitesi ASEAN Araştırmaları Merkezi Müdürü
[1] https://world-nuclear.org/information-library/non-power-nuclear-applications/transport/nuclear-powered-ships.aspx
[3] https://sgp.fas.org/crs/weapons/R41129.pdf
[4]https://www.dst.defence.gov.au/sites/default/files/publications/documents/DSC%201618%20-%20DST%20Submarine%20Report%20PRO4%20LR.pdf
[5] https://www.institutmontaigne.org/en/blog/australia-and-future-deterrence-against-china
[6] https://www.lawfareblog.com/legal-mechanisms-aukus-explained
[7] Asya’da üretilen ilk denizaltı Xia-sınıfı SSBN, 1987’de denizlere açıldı.
https://www.nti.org/analysis/articles/china-submarine-capabilities/
[8] https://battle-updates.com/what-does-the-aukus-deal-provide-its-participants-in-strategic-terms-dr-sidharth-kaushal/
Yorum ekle