Yazarlar

“Ukrayna’ya Zafer!” Ama Nasıl?

“Slava Ukraine!..” Reisicumhur’un ziyareti sayesinde unutulmuş, müzmin bir savaşı hatırlar gibi olduk. Hâlbuki Karadeniz’in öte kıyısında yaşananlar daha fazla umurumuzda olmalıydı, başından beri; gel gör ki müzmin unutkanlığımız ve kendine gömülmüşlüğümüz buna elvermedi.

Her çekik gözlüyü Çinli sayan malumatfuruş cehaletimiz, Ukrayna’da yaşananları da Rusların bir çeşit iç savaşı olarak görmeye pek meyyal. Bari Slavların iç savaşı diyebilecek bir seviyede olsaydık. Ukrain ile Rus, Ukraynaca ile Rusça arasındaki ayrım hatlarına vakıf olamasak da meselenin tarihine dair genel geçer bir şeyler söyleyebilmeliydik. Hürrem Sultan’ın hatırına olsa dahi.

Timur’un azizliği

Bizdeki beylikleri andıran Kiev Knezliği, Moskova Knezliğinden daha eskidir ve işe bakın ki Osmanlı, ilkine Rus, ikincisine Moskof demiştir. Savaşlar verdiği, düşmanlığını tattığı asıl güç Moskof olduğundan tonlama ciddi bir farklılık göstermiştir.

Doğu Slavlarının bu iki kolu hep farklı lehçelerle konuşageldi. Farklı alfabeler ve harflerle. Ukrain dili, Rusçadan ziyade Slovakçaya ve Polonyalıların dili olan Lehçeye daha yakındır. Gündelik kelimelerin ciddi biçimde ayrıştığı Rusçayla %60 oranında ortakken Lehçeyle %70, Belarusçayla ise %80’ler civarında ortaktır.

U (-da), Krai (Sınır). Slavların doğudaki bu sınır bölgesinde 9. asır sonlarında Vlademir bir knezlik kurar. Kievskaya Rus, tüm kollarıyla doğu Slavlarının ortak atasıdır ve her biri diğerine karşı kendi öz atası olmasıyla övünür. Gerçekte ise kaderlerini tayin edecek olan 1220’lerde başlayan Moğol-Tatar istilasıdır. İki asırlık Altınorda hakimiyetinin –Timur’un azizliğine uğraması neticesinde- çözülmesiyle Moskova Knezliği öne çıkmaya başlar. Bölgeye yayıldığında kurduğu yeni bir düzen değildir, Altınorda’nın devamıdır; “Tatar Hanı’nın Moskova Çarı ile yer değiştirmesidir.”

Dinyeper Irmağı’nca

Kiev Rusları veya Rusinler de denilen Rutenyalılar, 1654’te resmen Rus çarına tabi olur. Ne var ki Polonya-Rusya arasındaki uzun savaşları müteakip ikiye bölünür. Dinyeper Irmağı’nın solu Kiev’e, sağı ise Moskova’ya bağlı olarak şekillenir. Bu ayrışma, farklı kimlik ve tutumlarla varlığını sürdürür. 1922’de SSCB’ye dahil oluşundan günümüze değin de.

“Rus SSC’si ile eş tutulan Beyaz Rusya ile birlikte tek ülke” oluşu Ukrayna’nın Sovyet dönemindeki ağırlığını izaha kâfidir. “1945’te yine Beyaz Rusya ile birlikte BM’nin kurucu üyesi olarak tasdik edilmesi” de. SSCB Komünist Parti başkanlarından Kruşçev ve Brejnev’in Ukrayna KP’sinden gelmesi de zikredilmeye değer. Sovyet dönemi dört askerî deniz üssünden birine ev sahipliği yapmışlığı, nükleer başlıkların konuşlandırıldığı nadir mevkilerden biri oluşu da bu meyanda kayda değerdir.

İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordusunun işgalini Rus işgaline yeğ tutanlar ile Komünistlerin safında yer alanlar arasında bir kez daha bölünen Ukrayna, savaşın bedelini en ağır ödeyen beldelerden biri olur. Sovyetlere karşı Nazilerle işbirliği yapan Ukrayna İsyan Ordusu, geniş bir kitle desteğine sahiptir fakat Almanların mütekebbir ve basiretsiz tutumları neticesinde namlularını müttefik işgalciye çevirmek zorunda kalır. 2010 yılında cumhurbaşkanlığınca bu ordunun Ukrayna Bağımsızlık Savaşçıları olarak tescil edilmesi, elan sürmekte olan savaşın kökenlerine dair ciddi bir atıftır.

İki zıt yön

Yeniden Yapılanma adı altında Sovyetler dağılma sürecine girdiğinde SSCB’yi oluşturan 15 ülkeden biri olan Ukrayna da kendi yolunu tutmaya yeltenir. 1991’de bağımsızlığını ilan ettiğinde Ruslarla çözülmesi gereken sorunlar dizisi sıraya girer. İlki Sivastopol’deki Karadeniz Filosu’yla ilgili ihtilaftır. Ruslar, en zayıf zamanlarında bile 2017’ye dek –kiracı sıfatıyla da olsa- mevcudiyetini korumayı başarır. Her fırsatta bu süreyi uzatmak öncelikleri arasında olacaktır. Nükleer silahların Rusya’ya taşınması bahsinde de iradelerini dayatmasını bilirler.

Ukrayna, resmî bağımsızlığını fiilî bağımsızlığa çevirmeye kalktığı her defasında ağır buhranlarla yüz yüze kalır. Yüzünü Batı’ya mı, Doğu’ya mı döneceğine dair kararsızlığı, onu korunması güç bir denge politikasına mahkûm eder. Bu kararsızlık ve hassas denge, 1991-2014 arasındaki 7 genel seçimde kurulan 18 koalisyon hükümetinde kendini belli eder. Ukrayna, iki zıt yöne hırçın atlarca çekilen, gerginliği iliklerine dek hisseden çetin bir ülkedir. Onun da kaderi coğrafyasıdır.

Denge/sizlik

Rusya’da 8 milyon Ukraynalı, Ukrayna’da ise bir o kadar Rus yaşamaktadır. 50 milyona yakın nüfusun %17’si Rus’tur. Dinyeper Irmağı, sadece araziyi değil nüfusu da ikiye böler. Doğu yakası Rus ağırlıklıdır, Ukraynalılar da Rusçaya yakın bir dil kullanır ve Ortodoks’tur. Batı yakası ise Katolik unsurlarla apayrı bir yapıdadır. Ateist kültürün canlılığına rağmen mezhebî farklılıklar kimlik ve aidiyet meselesinde hâlâ belirleyicidir.

Rus sultasından hiç kopmamış doğu yakası, madenleri, silah sanayisi, nanoteknolojisiyle hayli zenginleşmiştir. Batı yakası ise senede iki defa hasat veren verimli topraklarıyla Sovyetlerin tahıl ambarı olarak kullanılmıştı; günümüzde de ekmeğini tarımdan çıkarmaktadır. Kimlik ve tarih farklılıkları üstüne bu ekonomik ayrışma, siyasî tercihleri de ciddi biçimde farklılaştırmaktadır. Avrupa mı, Rusya mı sorusu, Dinyeper Irmağı’ndan daha keskin hatlarla Ukraynalıları ikiye bölmektedir. Avrupa Birliği ve NATO’ya yanaştığında Ruslar, Rusya’ya yanaştığında ise Batılılar, terazinin kefesine parmaklarıyla bastırarak Ukrayna’nın denge meselesini durmaksızın güncellemektedir.

Kederli bir destan

Bağımsızlıktan sonra yüzünü Avrupa’ya dönüp de ondan yüz bulamamanın neticesinde mevzi kazanan hep Ruslar olmuştur. Karnı tok sırtı pek Avrupalının -bugün değil ama “bir gün mutlaka!”- vaatlerine çoğu Ukraynalının da karnı toktur artık. Rusların somut, fizikî gücüne karşılık AB’nin ve NATO’nun desteğinin cılız ve sembolik kaldığına dair Gürcistan ve Kırım örnekleri gözlerinin önündeyken.

Doğrusu Ukrayna’nın NATO’ya üyelik başvurusu dahi doğru dürüst değerlendirilmemiştir. Ukrayna’nın birliğe katılması durumunda NATO’nun doğu sınırı Moskova’nın 480 kilometre dibine kadar sokulabilecekken Batı’nın ağırdan alan tutumu Rusya’ya ve Putin’e her zamanki gibi alan açmaktan başka bir işe yaramamıştır. Hâlbuki böylesi bir müttefikin kazanılması enerji nakil hatları bahsinde de Rusya’yı bypas edebilecek çok ileri bir hamle olabilirdi.

Ukrayna, Rusya’nın cevvalliği karşısında Batı’nın nasıl atıl kaldığını defalarca tecrübe etmenin hayal kırıklığını yaşadı. Bu acz, en iyi ifadesini Torbakov’un kaleminde bulur: ““Ukrayna-Rus ilişkileri ve rekabeti, Ukrayna seçkinlerinin sürekli kaçmaya çalıştığı ancak emperyal doğulu kardeşinin kendisini sarmalamasından nasıl kaçamadığını anlatan kederli bir destan olarak da nitelendirilebilir.”

Jeopolitik arena

Stratejik ve jeopolitik bakımdan Avrasya’nın en kilit ülkesinin önemi Ruslarca daha iyi kavrandığı için bu kederli destan pek biteceğe benzememektedir. Kuzey-güney hattında tampon, doğu-batı hattında ise geçit olan Ukrayna, Büyük Rusya rüyasının olmazsa olmaz bir cüzüdür. Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin yerinde teşhisiyle aksi hâlde Rusya’nın bütün hülyaları fiyaskoya mahkûmdur.

Boru hatları aslında bütün hikâyeyi satır satır özetlemektedir. Rus doğalgaz ve petrolünün %90’ından fazlası Ukrayna topraklarından geçmektedir. Sovyet zamanında inşa edilmiş 4 bin kilometre uzunluğundaki Drujba Petrol Boru Hattı mesela; veya 1967’den beri Sibirya gazını Avrupa’ya aktaran Brotherhood Hattı; veyahut Soyuz Doğalgaz Boru Hattı. Soyuz olmasa Ruslar Kazakistan ve Türkmenistan’dan ucuza kapattıkları doğalgazı Avrupa ve Türkiye’ye kazık fiyatlarla nasıl satacaktı? Rusya, bir silah olarak kullandığı doğalgazın elinde patlamaması için Ukrayna’ya mecburdur. Avrupalıların gösterdiği gevşekliği göstermek gibi bir lüksü yoktur.

Bu zaviyeden bakınca aslında bütün kavga Karadeniz etrafında dönmektedir. Rusya ile Batı arasındaki Soğuk Savaş dönemindeki rekabet, enerji nakil hatlarının geçişi bağlamında Karadeniz’e teksif olunmuştur. Batı, Hazar’a Rusyasız bir erişim için Karadeniz’i önemserken Rusya da bybas edilmemek için var gücüyle Karadeniz’de tutunmaya çalışmaktadır. Süper güç olma hayali sıcak denizlere inmeye ayarlı olan Ruslar güç mücadelesinde Karadeniz’i kaybettiklerinde her şeylerini kaybedeceklerdir. Hazar havzasına, Orta Asya’ya ve Orta Doğu’ya açılan kapılarıyla, “Rusya’yı güneyden çevrelemesiyle” Karadeniz, jeopolitik kapışmanın arenası mesabesindedir.

Slav Kardeşliği

Çarlık ve Sovyetler tecrübesinin farklı araçlarla devamı olan Avrasyacı ideoloji veya Slav Kardeşliği söylemi, 1993 sonrasında devlet katlarında gücünü artırmış ve pro-aktif Rus dış politikasının esasını teşkil etmiştir. Yakın Çevre Doktrini de denen bu yaklaşım, Sovyet bakiyesi ülkeleri arka bahçesi olarak ele almaktadır.

Bu itibarla Ruslar için “Ukrayna’nın bağımsızlığı geçici bir sapma”dan daha fazlası değildir. Eski tebaaları zapturapt altında tutmak için her türlü vasıtayı masada tutmak Ruslar için elzemdir. Ukrayna Avrupa’nın Komşusu Değil, Avrupa’dır diye bas bas bağıran bir hükümeti bertaraf etmek için doğalgaz fiyatlarını yukarı çekmek, vanaları kapatmak bu vasıtalardan sadece biridir ve Avrupa, Rusların manevraları karşısında dostlarını desteksiz ve yalnız bırakmaktan hicap etmemiştir.

Putin, Demir Perde veya Sovyet İstilası gibi bir gayesi olmadığına dair kameralar önünde teminatlar verse de yaptığı şey tam da budur. 2004’te Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya katılmasına karşı bir şey yapamamış olmanın hıncını, aynı şeyi deneyen diğer eski tebaalarından çıkarmaktadır. 2008’de Ukrayna ve Gürcistan’a üyelik yolu açılınca bu iki ülkeyi de kırmızıçizgi olarak nitelemiş ve gereğini de yapmıştır. Karadan, havadan, denizden sürdürdüğü beş günlük harekâtla Tiflis’in kapılarına dayanmış, Güney Osetya ve Abhazya’yı Gürcistan’dan ayırarak Yakın Çevre politikasından ne anladığını yakın-uzak herkese göstermiştir.

Eski bir sigara kaçakçısı

Gürcistan’daki oldubittisiyle cesaretlenen Putin Rusya’sı, kukla bir yönetimle elinde tuttuğu Ukrayna’da ivmelenen sokak muhalefetini Batı’nın müdahalesi olarak okumakta tereddüt etmedi. Nitekim Rus genelkurmayı, başta Turuncu’su olmak üzere, renkli devrimleri  ve Arap Baharı’nı yeni savaş konsepti olarak tanımlamıştı. İşbirlikçisi Yanukoviç kaçıp kendisine sığınınca hiç gecikmeksizin Rus azınlığı harekete geçirerek iç savaş şartlarını tetikledi. Batılıların Karma Savaş veya Melez Savaş dedikleri yöntemle, amblemsiz, bayraksız 30 bin üniformalı askeriyle Kırım parlamentosunu ve başkanlık binasını istilayı kotardı. Rusya resmen ortalıkta yoktu; işleri çekip çeviren Aksyonov adında eski bir sigara kaçakçısından başkası değildi güya.

Rumeli ve Anadolu ile birlikte Osmanlı’nın da üçlü sacayağından biri olan Kırım, doğal limanları ve Sivastopol’daki deniz üssü ile Rusların tarih boyunca sıcak denizlere açıldıkları yarımada olagelmişti. Ta Stalin zamanında Türksüzleştirilerek Rusların iskân edilmiş olması Putin’in işini bir hayli kolaylaştırdı. Soğuk Savaş döneminde Macaristan ve Çekoslovakya’da yaptığı üzere tanklar eşliğinde değil de kimliği belirsizleştirilmiş unsurlarla yürüttüğü bu savaşı çok cazip bulmuş olmalı ki Kırım’la eş zamanlı olarak Ukrayna’da da Rus nüfusunu sıçrama tahtası suretinde kullandığı bir harekâta girişti.

Batılılar kendilerini aptal yerine koyan bir şaşkınlıkla yepyeni bir savaş konseptiymiş gibi birtakım adlar bulmaya çalışsa da Rusların taktiklerinin klasik gayrinizami harpten öte bir şey olmadığı ehlince malumdur. Aynı hile, belirsizlik ve yalana dayalı operasyonlardır bunlar. İnsanî yardım konvoyu görünümünde askerî sevkiyat, çok sürpriz ve özgün bir tarz sayılmaz.

Nazi gönüllüler ve Yahudi patronları

Öyle ya da böyle Rusya, Gürcistan’da olduğu gibi Ukrayna’da da ülkeyi fiilen bölmüş ve bunu tedricen resmîleştirme yoluna gitmiştir. Kurtarılmış bölgelerinde emekli maaşları dahil yaptığı ödemeler 1,5 milyar doları bulsa da Rusya’nın bundan vazgeçeceğini sanmak safdilliktir. Askerî hamlelerinin yanı sıra yürüttüğü propaganda ve bilgi savaşındaki performansı da onun kararlılığının bir nişanesidir. Yenilgiyi hazmetmekte zorlanmış gözükmeyen NATO üst düzey subayları, bu mücadeleye “Tarihte görülmüş en büyük enformatik yıldırım harbi” şeklinde övgüler dizmektedir.

Bunca olan bitene rağmen Ukrayna’nın Batı’dan aldığı destek hâlâ sembolik düzeyde kalmaktadır ve savaşı gönüllüler üzerinden yürütmektedir. 50 taburdan müteşekkil, yaklaşık 15 bin kişilik gönüllü birliklerinin Oligark denen ve sanayi bölgelerinin işgal edilmesiyle zarara uğramış para babalarınca finanse edilmesi savaşın veçhesini epeyce garipleştirmektedir. Bu gönüllülerin hemen tamamının Nazi sempatizanlarından oluşması ile oligarkların bir kısmının Yahudi oluşu arasındaki garabet de işi parodi boyutuna taşımaktadır.

Ukrayna’da kim iktidar olursa olsun Ruslarla topyekûn savaşa cüret edemez. Ruslar da ileri harekâta heveslenmelerini caydıracak hiçbir ciddi hamleyle karşılaşmış olmasalar da mesela Odessa Limanı’na saldırarak Karadeniz’i Ukrayna’ya kapatmak gibi bir aşırılığa normal şartlarda yönelmeyecektir. Savaşta vitesi ancak Rusya büyütebilir fakat bunu sadece Batı cephesinde daha ciddi bir zafiyet gördüğünde yapacaktır. Dolayısıyla Ukrayna da Kremlin’in dondurulmuş cephelerinden biri olarak kalmaya aday gözükmektedir.

İcazetli savaş

Stratejik soru şu: ABD veya NATO, yeni bir Soğuk Savaş tertiplemek için mi Ukrayna ve diğerlerini yem olarak kullandı, yoksa sahiden kendilerine rağmen Rusya’nın kudret ve azamet ile kazandığı zaferler midir tüm bunlar? Bunu anlamak için başka bir cepheye, Suriye’ye bakmak zaruridir ve orada aşikâr olan şudur ki Rusya Batılıların rızasıyla oradadır ve büyük oranda icazetli bir savaşa vaziyet etmektedir.

Suriye’de Ruslarla netameli bir barıştan örtülü bir savaşa girmek zorunda kalmış, şimdi de açık cephe savaşına sürüklenme riskiyle karşı karşıya olan Türkiye’den daha fazla hiç kimse Ukrayna’da zafer istiyor değil. ABD ve NATO, şayet cidden Rusları durdurmak istiyorsa bunun yolu gayet açık: Türkleri desteklemek. Suriye’de Türklerin zaferi gerçekleşmeden Ukrayna’da zafer muhal. Gerisi herkes için laf ü güzaf.

Slava Türkiye!