Hayır hayır başlığa bakıp, Saadet Partisi’nin 24 Haziran seçimlerinde CHP ile aynı safta yer alarak AK Parti karşıtı küresel güçlere hizmet ettiği imasında bulunduğumu sanmayın. Ben bir normalleşmeden bahsediyorum. Nasıl mı? Bakın anlatayım.
1994 yılı yerel seçimleriydi. Bulunduğumuz ilçe 40 yılı aşkındır CHP tarafından yönetiliyordu. Yönetiliyordu demek zor tabi. 40 yıl önce yapılanlar yani statüko korunuyordu desek daha doğru olur. Büyükçe bir köydü diyebiliriz bu ilçe için. Sadece yolları çakır çukur olsa, kaldırımları yürümeye namüsait olsa, çocuklar için parklar, bahçeler olmasa belki büyükçe bir köy demeyecektim. Bu tanımı kullanmamdaki asıl neden ilçenin bir kanalizasyonunun olmamasıydı.
Düşünebiliyor musunuz yaklaşık 20 bin kişinin yaşadığı bir ilçede kanalizasyon yoktu onun yerine evlerin önüne kazılan fosseptik çukurları vardı ve bu çukurlar doldukça, kokular yer üstüne çıktıkça belediyenin vidanjörü gelir, kuyunun içindeki atıkları alır ve ilçenin dışındaki bir alana boşaltırdı.
1994 yılı bizim gençliğimizin en dinamik dönemiydi. Seçimler öncesi Refah Partisi’nin bütün kadrolarında müthiş bir motivasyon vardı. Herkes canla başla çalışıyordu. Gündüzleri salon toplantıları, akşamları köy gezileri. Sonuca, yani kazanmaya odaklı çalışıyorduk. Köylere tek dolmuşla gidiyorduk, mazotunu para toplayarak alıyorduk. Gecemiz gündüzümüz parti binasında, MGV salonlarında geçiyordu.
“İşte ordu işte komutan”
Necmettin Erbakan sadece parti başkanı değil, aynı zamanda bu ordunun da başkomutanıydı. Miting meydanlarını “işte ordu işte komutan” sesleriyle inletmemiz bundandı. Milli görüş diyorduk savunduğumuz dünya düzenine. Adaletli bir sistemden, adil bir düzenden bahsediyorduk. Refah Partisi’nin İstanbul il başkanı ve daha sonra da belediye başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan’dı. Seçim startı ilk İstanbul’dan başlardı. Türkiye’nin tamamında hepimiz gözümüzü İstanbul’a diker ve adeta kampanyanın başlama vuruşunu beklerdik. Kampanya başlar başlamaz da bizim için yeni bir heyecan ve umut rüzgarı eserdi. Gece geç saatlere kadar sokakları bayraklar ve pankartlarla doldururduk. En yüksek elektrik direklerine çıkar, gerilim hatlarının bulunduğu yerlere bayraklarımızı asardık. En ufak ölüm korkumuz yoktu. Çünkü ölürsek bunun apaçık şehadet olduğunu bilirdik.
Çünkü kavgamız kutsaldı.
Türkiye’deki eğitim sistemi çocuklarımızı kendi inanç ve kültürlerine yabancılaştırıyordu. Batılılaşma adına benliğimizi kaybediyor, geleceğimiz olan çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı düşünüyorduk. Laiklik adı altında bir millet başkalaştırılıyor ve Batı karşısında özgüvenini yitirmiş yeni bir nesil kurgulanıyordu.
Kavgamız vardı çünkü üniversitelerde başörtülü kız kardeşlerimiz ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, zenci muamelesine, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutuluyor ve okullarına alınmıyordu. Gücü elinde bulunduranlar bu çocukların kapı önlerinde sürüklenmelerinden, feryatlarından ve acılarından hiç etkilenmiyor, katı laik uygulamalarıyla bir nesli yok ediyorlardı. İktidarda DSP’nin de olduğu koalisyon vardı ama bürokrasi özellikle eğitim kurumları CHP zihniyetli, 68 kuşağı sol örgütlerin kalıntılarına teslimdi.
Nur Serter gibi adı akademisyen kendi militan kişiler binlerce çocuğun eğitim özgürlüklerini ellerinden alıyor okulların önünde ikna odaları kurarak öğrencilerden başörtülerine çıkarmalarını istiyorlardı. Başörtüsüne de zaten türban diyorlardı.
Kavgamız vardı çünkü insanlar dini inancından dolayı tahkir ediliyor, kafalarındaki laiklik şablonuna uymayan herkes yok edilmeye çalışılıyordu. Gazetelerinde dindarlar en iğrenç şekilde tasvir ediliyor, Müslümanların inançlarıyla alay ediyorlardı. Muhafazakar bürokratları devletten temizliyorlar ve onlara yaşam hakkı tanımıyorlardı.
‘Topyekün savaş’
Kavgamız vardı çünkü Türkiye’nin zincirlerini kırarak yeniden ayağa kalkmasını engelleyenler siyasi, bürokratik, sermaye ve medya iktidarını ellerinde tutuyorlardı. İrtica çığırtkanlıklarıyla milletin kendisini ötekileştiriyor ve kıyasıya savaşıyorlardı. 1996 yılında ucundan kıyısından iktidara gelen Erbakan hoca topun ağzındaydı. ‘Topyekün savaş’ ilan etmişlerdi. Hürriyet, Milliyet, Sabah, Star vs. Bütün Türk basını her gün hoca aleyhine yayınlar yapıyor ve onu sürekli kavgaya çekmeye çalışıyorlardı. Erbakan hocaya Müslümanlarla mücadele kararlarının altına imza attırıyorlardı. Ve bir gün bu muktedirler milyonlarca kişinin oyunu almış Refah Partisini bir anda kapattılar.
Refah Partisi’nin kapatılması kavgamızı bitirmedi. Bilakis bizi daha da kavileştirdi. Fazilet Partisi kurulduğunda mücadele kaldığı yerden devam edecekti. Ama ona da fazla tahammül göstermediler.
Partilerden bir parti
Aradan yıllar geçti. 2001 yılında Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları AK Parti’yi kurarak Türk siyaset tarihine yeni bir başlangıç yaptılar. Bu yeni başlangıç adım adım Türkiye’yi demokratikleştirdi ve özgürleştirdi. Kavgamızın nedeni olan kültürel soysuzlaştırma projeleri tarihin çöplüğüne atıldı. Din ve ifade özgürlüğü tam anlamıyla uygulanmaya başladı. Türkiye 16 yıl için adeta devrim niteliğinde değişikliklere sahne oldu. Kalkındı, güçlendi. Ak parti iktidarında Türkiye’nin yıllarını yok eden bütün anormallikler kaldırıldı. Toplum da siyaset de normalleşti. İş bu normalleşmeden Saadet Partisi de nasibini aldı. Bir dönem kavgamızın adresi olan bu ekip Saadet Partisi’nin politikalarıyla normal siyasi sürece adapte oldu. Artık o da kutsal davamızın ordusu değil, siyasi partilerden birisi haline geldi.
Saadet Partisi bugün iç ve dış muhalefet ile birlikte AK Parti ve Erdoğan’ı devirmek için var gücüyle çalışıyor. Bu anlamda normal bir partinin yapması gereken ne varsa onu yapıyor. Erdoğan’a karşı çatı aday çıkarmak için bütün partilerden daha fazla çaba harcıyor, partiler arasında adeta mekik dokuyor, etkili olabilecek bütün planları en detaylı şekilde düşünüyor, tasarlıyor. Çatı aday olmayınca kendisi aday olarak çıkıyor. Erdoğan’ı devirme koalisyonunda her parti kendi adayıyla çıkarsa daha fazla oy toplar diye düşünüyor. Tıpkı CHP gibi, tıpkı Meral Akşener gibi, tıpkı HDP gibi yegane gayesi seçimi kazanmak değil, Erdoğan’a seçimi kaybettirmek oluyor. Saadet Partisi de diğerleri oluyor.
Mesela seçim sloganı olarak yine Erdoğan’ı hedef alan ‘değiştir’ kavramını kullanıyor. Parti Genel Başkanı olarak Temel Karamollaoğlu’nun da onu takip eden taraftarların da artık “kutsal kavga” diye bir gündemleri yok.
Bu Türkiye için iyi bir gelişmedir. Saadet Partisi’nin İslam’ın sancaktarlığı gibi bir misyona sığınma ihtimali olmadan normal bir siyasi parti görünümüne bürünmesi doğrudur. Zaten milletimiz de onları artık hep böyle görecektir.
Yorum ekle