Yazarlar

Mustafa Kutlu’nun tek silahı ve 21 yaşımın heyecanı

Mustafa Kutlu…

Soyismi ile müsemmadır benim için.

O’nu görmek için kitabevine doğru yürürken bambaşka bir heyecan vardı üzerimde. Kitabevine vardım, Mustafa hoca gelmeden aldım yerimi. Kitapları incelemeye dalmıştım ki hocanın selamını işittim. Geldi, usulca bir köşeye geçip namazını eda etti. Selam verip duaya durdu, bitirdikten sonra yanımdaki sandalyeye oturdu. Birkaç genç daha girdi içeri, onlar da masanın etrafında sessizce yerlerini aldılar.

Mustafa Hoca başlattı sohbeti, geçenlerde izlediği bir yarışma programına katılan hanımefendinin elendiği soruya canı sıkılmış, Boğaziçi mezunuymuş yarışmacı. Nasıl bilemez o soruyu, diye yakındı epey. Derin bir iç çektim… Sanatla bezenmiş, teknolojinin kirine karışmamış hayatında o kadar güzel ki, umudunu tüketmemek adına hiç açmadım ağzımı. Bilse nasıl üzülür halimize, her şeyden bîhaber yaşayıp gittiğimizi, üretkenlik adına yaptığımız belki de tek şeyin sosyal medyada paylaştığımız gönderiler olduğunu bilse…

Her neyse.

KUTLU’NUN BEĞENDİĞİ SİNEMACILAR

Sinemaya getirdi konuyu Mustafa Hoca. Buğday’dan bahsetti, Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan’ı beğendiğini paylaştı bizimle. Bu beğenileri ilk kez Mustafa Hoca’dan duymadım tabi ki ama adı üstünde ‘’Mustafa Kutlu’’ ya hu! Artık aşina olduğumuz, yorum üstüne yorum okuyup dinlediğimiz o filmleri Mustafa Hoca’nın beğendiğini, bizzat ağzından duymak bambaşka hissettirdi o an. Derken bir sesle irkildik, Ulvi Alacakaptan girdi içeri, tam da sinemadan konuşurken. Etkilenmemek elde değil. Öyle samimi bir şekilde selamladılar ki birbirlerini, diyaloğa şahit olan herkes en fazla birkaç aydır görüşmedikleri hissine kapılmıştır eminim. Tam 20 yıldır görmemişler birbirlerini, 20 yıl…

O an iki ustanın samimiyeti kendimi sorgulamama neden oldu. ‘’Ben olsam’’ dedim, 20 yıl boyunca bir arkadaşımı görmemiş olsam yıllar sonra bu samimiyeti sağlayabilir miydim?

Elbette hayır.

Dedim ya, o kadar tüketici bir nesil olduk ki arkadaşlıklar da çok hızlı tükeniyor, samimiyet yok oluyor. Sonra bıraktım bunları düşünmeyi. O an başka şeyler düşünmektense karşımdaki samimi tabloyla ısınmak en iyisiydi.

İki dost hasret giderdi, sağlık sıhhatten konuştular, biz de yüzlerimizde tebessümle onları dinledik. 70 yaşlarındaki iki insanın rutin sohbetini hiç bu kadar keyifli bir şekilde dinlememiştim daha önce.


“ETRAFIMDAKİ SES BENİM FON MÜZİĞİMDİ”

Sohbet devam ederken Mustafa Hoca yazarlığa getirdi mevzuyu. Kendine dair şeyler paylaştı bizimle. Yıllarca yazılarını kahvelerde yazmış, “Etrafımdaki ses benim fon müziğimdi”, dedi. Görüşmenin başındandır kendime içten içe umutsuz notlar çıkarıyordum ama burada gözlerim parladı. Mustafa Hoca ile sonunda ortak bir noktam olduğunu duymuş olmak inanılmaz mutlu etti beni. Kahvede konsantrasyonum müthiş olur benim, hem yazarım hem okurum, dedi. Tabi son 3-4 yıldır maalesef evde çalışıyormuş. ‘’Alışkın değilim’’ dedi. O kadar iyi anladım ki O’nu, anladığım için ise mutluluktan yerimde zor duruyordum.

RESSAM OLARAK ALMANYA’YA GİTMEYİ REDDETMİŞ

Eee koskoca Mustafa Kutlu’yu anlamışım sonuçta. Sonra hiç bilmediğim bir şeyden bahsetti hoca. Uzun yıllar resim yapmış. Hatta zamanında Erzurum’dayken yabancı bir hocası resimlerini Almanya’ya yollamış. Almanya’da bir enstitü Mustafa Hoca’yı çağırmış, masraflarını da karşılamak taahhüdüyle. Tabi hoca ailesinin geçimine yardım olmak düşüncesiyle, kabul etmemiş gitmeyi. Bu fedakârlığı tabi ki şaşırtmadı beni ama yine de üzüldüm o an. Resim yapmak hep içinde kalmış, yıllar sonra telafisi için ise kendi kitap kapaklarına resimler çizmiş. Ne güzel vazgeçmemiş sevdasından. Ne güzel isyan etmemiş, şikâyetçi olmamış…

Şimdilerde yine çizmeye başlamış, içim kıpır kıpır etti duyunca.

Tam da o an bana döndü ‘’Bugünümüze şükür be! Değil mi hanımefendi?’’ dedi. Tüm heyecanımı gizleyerek ‘’Elhamdulillah’’ dedim. Benden bahsetti Ulvi Hoca’ya, o sırada bir yandan anın tadını çıkarmaya çalışıyordum diğer yandan ise Allah’a dua ediyordum bunların hiçbirini unutmamak için. Gelmez ki bir Mustafa Hoca daha, tabi ki dua edecektim.

Sonra tekrar neler yaptığını anlatmaya başladı hoca. ‘’Ulviciğim yıllarca hissiyatımı yazdım, şimdilerde fikriyatımı yazıyorum’’ dedi. Hala yazmayı bırakmıyor, kendine bahane üretmiyor, vazgeçmemiş dünyadan. Gencecik yaşına rağmen her şeyden vazgeçmeye oldukça hevesli olan bizlerin tam aksine…

MUSTAFA KUTLU’NUN SİLAHI!

Ben bunları düşünürken ‘’Benim bir silahım var’’ dedi Mustafa Hoca. Çok kitap okumadığından ama ömrü boyunca hep insanlarla bir arada olmasından bahsetti. En aşağıdan en yukarıya bütün insanlarla beraber olmaya özellikle dikkat etmiş, böylelikle tanımış insanları.

Öyle güzel sohbet ediyordu ki bizimle, öğüt ve nasihatle boğmak yerine hayattaki başarısının nedenlerini anlatıyordu. Üstümüze düşeni alırdık biz zaten, o ortaya bırakıyordu sıkmadan, boğmadan.

ULVİ ALACAKAPTAN’IN 50. YILI

Karşısında Ulvi Alacakaptan olunca konu bir şekilde gene sinema-tiyatroya geldi. İkisi de Yılmaz Erdoğan’ın ‘’Bir Demet Tiyatro’’ eserini çok severmiş, keza Yılmaz Erdoğan’ı da öyle. Bir Demet Tiyatro’dan hatırladıkları esprileri paylaştılar bizimle. Ne kadar iyi izleyiciler olduklarına da şahit olmuş oldum onları dinlerken.

Konu buralara gelince Ulvi Hoca aldı sazı eline, çok değerli anılarını paylaştı bizimle. Tiyatroda 50. yılıymış, bunu paylaşırken o kadar heyecanlı ve mutluydu ki…

‘’İnsan ne olursa olsun sevdiği mesleği yapmalı’’ dedim içimden. Eğer ben de yıllar sonra Ulvi Hoca gibi içten gülmek, Mustafa Hoca gibi hayata karşı umut dolu olmak istiyorsam sevdiğim mesleği yapmalıydım.

“80 DARBESİ ÖNCESİ HERKESİN DERDİ VARDI”

Sonra bir ara 1980 darbesi öncesinden konuştu iki usta. Darbe öncesi ülkücüsü de İslamcısı da, solcusu da bir şeyler yapmak isterdi bu ülke için dediler, herkesin bir derdi varmış. Düşündüm ‘’Bizim var mı derdimiz, var ise ne?’’ dedim. Soruyu orada sordum kendime ama cevabı hala arıyorum.

Bir Mustafa Kutlu ziyareti bana çok pahalıya patladı. Sorulması gereken sorular, aranması gereken cevaplar… Ama bütün bunları bir kenara bırakacak olursam, bütün hayatımı etkileyeceğine zerre şüphem olmayan, harika saatler geçirdim o kitabevinde.

Bunu yazıya dökmekten de mutluluk duydum. Nasıl bitirsem daha uygun olur bu yazıyı diye düşünüp durunca ise aklıma tek cümle geliyor ‘’Mustafa Kutlu iyi ki var, var olsun!’’

 

Etiket /

Afra Nur Bucak

3 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın