Yazarlar

Kudüs ve Kuzuların Sessizliği

Son dönemde Ortadoğu’da baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta. Bölgeyi uzun zamandır gözlemleyen uzmanların dahi anlamlandırmakta zorlandıkları bu gelişmelerin temelinde Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez ülkeleri ile bölgede “Arap Baharını Fars Yazı”na dönüştürerek nüfuzunu artıran ve Körfez’in kâbusu haline gelen İran var. Bir de buna Körfez ülkeleri ve Mısır ile genelde Batının geleneksel korku filmi Müslüman Kardeşler’i (İhvan-ı […]

Son dönemde Ortadoğu’da baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta. Bölgeyi uzun zamandır gözlemleyen uzmanların dahi anlamlandırmakta zorlandıkları bu gelişmelerin temelinde Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez ülkeleri ile bölgede “Arap Baharını Fars Yazı”na dönüştürerek nüfuzunu artıran ve Körfez’in kâbusu haline gelen İran var. Bir de buna Körfez ülkeleri ve Mısır ile genelde Batının geleneksel korku filmi Müslüman Kardeşler’i (İhvan-ı Müslimin) ilave edebiliriz.  Kudüs meselesi dahil son bir kaç aydır Ortadoğu’da vuku bulan çok önemli ve kafa karıştıran gelişmelerin hemen hemen tümü bu İran ve Müslüman Kardeşler karşıtı cepheyle alakalı. Ortadoğu’da son aylarda oluşan ve “Kuzey Bloğu” olarak adlandırabileceğimiz Türkiye, Rusya, İran ve Katar’dan müteşekkil cepheye karşılık; “Beyaz Küre” sembolizminde ABD öncülüğünde vücut bulan Körfez, özellikle de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Mısır ve İsrail’den müteşekkil “Güney Bloğu” vücut bulmuş durumda. Bunu Ortadoğu’nun jeolojik gerçeklerinden olan deprem metaforuyla açıklayacak olursak Güneydeki Arap tabakasının Kuzeyde Anadolu ve İran tabakasına vurması neticesinde Ortadoğu’nun etnik ve mezhebi sosyolojik fay hatlarının kırılmasıyla açıklayabiliriz. Kudüs hadisesi de bu çarpışmanın en son örneği.

Kudüs hadisesinden evvel de  2012’de devrilen ve bundan sonra tekrar Yemen’e hâkim olmak için önce İran destekli Hûsîlerle iş tutan ancak son dönemde tekrar Suudi Arabistan’la işbirliği yapmaya başlayan Ali Abdullah Salih’in 4 Aralık’ta Husilerce öldürülmesi de aslında bu iki cephe arasında mücadelenin mikro bir örneğiydi bölgede. Körfez’deki Katar krizi de yukarıda zikrettiğimiz İran-Körfez ve Körfez-Müslüman Kardeşler gerilimiyle yakından ilgili. Ortadoğu’da son dönemde vuku bulan pek çok hadiseyi  tadat ederek örnekleri daha da çoğaltmak mümkün.

Asıl gündemdeki konu olan Kudüs’e gelince 22 yıl beklendikten sonra Ortadoğu’nun zaten türbülansta olduğu bugünlerde ABD tarafından büyükelçiliğin taşınacığının ilan edilmesi genel olarak Balfour deklerasyonu ve Kudüs’ün işgalinin 100. Yılıyla ilişkilendirilmekle birlikte esas olarak ABD tarafından oluşturulan “Güney Bloğu” ilgili olmalıdır. Zira bunun ârâzları bir kaç zamandır aşikâr olmuştu. Kudüs kararının ardından Suudi Arabistan, Körfez ve Mısır medyasına göz atmak bu konuda bizlere yeterli fikri verecektir sanırım.

Kudüs krizinde Türkiye, İran, Ürdün, Endonezya ve Malezya gibi pek çok ülkede devlet veya hükûmet başkanları karşı çıklamalar yapıp protesto gösterileri düzenlerken Suudi Arabistan önderliğindeki Körfez ülkeleri ve Mısır’dan çıt çıkmamakta. Bu ülkelerde büyük oranda yönetimlerin kontrolünde olan medyada tüm İslam âleminde olduğu kadar Arap milliyetçiliğinin de sembolü olan Kudüs, İsrail ve Trump hakkında çıkan haber ve yorumların itidali kuzuların sessizliğini hatırlatıyor. Halbuki 1950-1980 yılları arasında büyük yükseliş gösteren Arap milliyetçiliğinin ana teması Arap halk ve topraklarının birliği (Pan-Arabizm)  ile Filistin ve Kudüs meselesiydi. Arap milliyetçiliği ve Pan-Arabizm’i komaya sokan ve radikal akımların yükselmesini sağlayan sebeplerin başında da Arapların İsrail karşısında aldıkları kronik yenilgiler ve Filistin ile Kudüs’ün kaybı gelmekteydi.

Körfez ve Mısır medyasının amiral gemilerinde köşe yazıları kaleme alan Arap milliyetçisi ağır topların Kudüs meselesi karşısındaki tutumları Nasreddin Hoca’nın “hırsızın hiç mi suçu yok” hikâyesini hatırlatıyor. Arap dünyasının bu seküler Arap milliyetçisi muharrirlerinin  Kudüs meselesinde bırakın ABD ve İsrail’i kınamayı, Filistinlileri, Müslüman Kardeşleri ve İran’ı  suçlayan yorumlar yapmaları, medyada Trump ve ABD ile ilgili haber ve yorumların yapılmasını engellemeleri uzun yıllardır bitkisel hayatta olan Arap milliyetçiliğinin artık son nefesini vermekte olduğunu gösteriyor. Arap milliyetçilerine başsağlığı dileklerimizi sunarken Kudüs meselesinde daha fazla duyarlılık gösteren Türkiye ve Malezya gibi Arap olmayan ülkeler vasıtasıyla problemin daha ziyade beynelmilel sahaya taşınarak tüm İslam toplumlarını ilgilendiren bir şekle dönüşmesi sevindirici. Zira Arap Dünyasını Batının ve Rusya’nın da desteğiyle yarım asıran fazladır zulüm ve baskıyla idare eden Saddam Hüseyin ve Hafız Esed vs. gibi idareciler Filistin ve Kudüs meselesini hep halk nazarında olmayan meşruiyetlerini sağlamak için bir araç olarak kullanmışlardı.

Ortadoğu’nun Arap olan iki mihver devletinden Mısır, Arap Dünyası’nda eğitim, kültür, sanat ile nüfusu itibarıyla orduyu, Suudi Arabistan (ve Körfez) ise finansmanı temsil eder. İslam Dünyasının kalbi olan Kudüs için yaptıkları ya da yapmadıkları Ortadoğu’daki her meselede olduğu gibi çok belirleyicidir. Bu hafta İstanbul’da yapılacak İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine kimlerin hangi düzeyde katılacağı ve ne kararlar alınacağı da Kudüs meselesinin İslam Dünyasında nasıl ele alınacağı hakkında ipuçları verecek.

Kudüs’te

Mahmud Derviş / Çeviri: Cengiz Tomar

Kudüs’te, yani eski sur’un içinde
Geçiyorum, bir zamandan diğerine, beni yönlendiren 
Hatıralardan beri, orada paylaşır peygamberler
Mukaddes tarihi …. Yükselirler semâya
Dönerler geriye daha az kederli, Sevgi
Ve barış, gelir bu şehre her iki mukaddes.
Yürürken yokuşlarında birden geldi hatırıma. Nasıl da
İhtilaf eder raviler ışığın taş üzerindeki kelâmında
Bu ışık pintisi taş yüzünden mi çıkıyor harpler?
Yürüyorum uykumda. Gözlerimi dikmişim rüyamda
Hiç kimseyi görmüyorum ne önümde ne arkamda
Bütün bu ışık benim için, yürüyor, hafifliyor ve uçuyorum
Bir başkası oluyorum tecellimde. Bitiyor
Kelimeler, çayırlar gibi İşaya peygamberin ağzında:
“İnanmazsanız emin olmazsınız”
Yürüyorum sanki başkasıyım kendimden. Yaram gül,
Beyaz ve İncîlî. Ellerimse iki güvercin gibi
Haça asılmış, taşıyorlar yeryüzünü. 
Yürümüyorum. Uçuyorum. Kendimden başkası oluyorum
Tecellimde. Mekânsız ve zamansız. Kimim ben?
Ben, ben değilim Mi’raç hazretlerinde. Velakin
Düşünüyorum: Bir başına, Muhammed peygamber
Konuşuyordu fasih Arapçayla “Eee sonra”
Sonra. Bir asker bağırdı âniden
Dur, o sen değil misin? Öldürmemiş miydim seni ben?
Şöyle dedim ona: “Öldürdün beni. Ama unuttum senin gibi. Ölmeyi.

 

Prof. Dr. Cengiz Tomar

Marmara Üniversitesi / Siyasal Bilgiler Fakültesi

 

 

Prof. Dr. Cengiz Tomar

Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı,

Kudüs Çalışmaları Merkezi Müdürü

Yorum ekle

Yorum göndermek için buraya tıklayın