Yazarlar

Korona’dan Mao’ya; kıtlık ve yamyamlığın kısa tarihi

Uzak Asya’da zuhur eden ve süratle yayılan ölümcül Korona virüsü şimdiden ürkütücü bir istatistiğe ulaştı. Hastalığın kaynağına ilişkin iddia ve görüntülerse – yarasa çorbası, yılan ızgarası, porsuk sıçanı kebabı- günlerdir herkesin –her Çinli olmayanın- midesini kaldırmaya yetti de arttı. “Gizemli virüs” dense de aslında genetik yapısı itibarıyla SARS ile %80 aynı. 2003’te 774 kişinin hayatına mal olan SARS’ın da kaynağı gene aynı ülke ve yarasalardı.

Kültür

Çin’in mutfağı, iyi manada da kötü manada da, elbette bundan ibaret değil. Sebze yemeği çeşitleri, elbette ki gelişmiş bir mutfak kültürüne işaret ediyor. Gel gör ki kaç bin yıllık medeniyet olmakla övünen bir beldede en ilkel devirlerde bile yaşandığı şüpheli bir ilkelliğin ve vahşetin kol gezmesi akıllara durgunluk veriyor.

Neleri nasıl yediklerine dair uzun bir liste çıkarmak ve hayal gücünün ötesinde –kâbusvari- tasvirler yapmaksızın bu vahşeti ve habaseti tanımlamak gerçekten güç. Çünkü Çin tarihinin ayrılmaz bir parçası olan kıtlık vakıası ile meselenin doğrudan ilgisi olduğu aşikâr. Ne var ki günümüzde bu mücbir sebepler ortalıkta gözükmezken bile kıtlık dönemi alışkanlıklarının sürdürülmesi düşündürücüdür. Sadece yoksul kesimlerin değil, en varlıklıların dahi börtü böcek ve daha nice mide bulandırıcı yemeklerden tatmak, daha da fenası düpedüz yamyamlık güdülerini tatmin için lokantalara hücum etmesi kültürsüzlüğün kültür hâlini aldığının bir göstergesi.

Üç Acı Yıl

Çin kendini bildi bileli kıtlıkla sınandı. Geniş coğrafyasının kâh o vilayetinde kâh bu eyaletinde kıtlığın yaşanmadığı bir tek yıl olmadı. Bundan bin yıl evvel 100 milyon insanı barındıran topraklarda nüfusu beslemek normal zamanlarda dahi ciddi bir sıkıntıydı. Dünya nüfusunun 5’te birini yerkürenin 10’da biri toprakla besleme mecburiyeti başından beri halli zor bir müşküldü. Bazen yağışların azlığından bazen de aşırı yağış ve su taşkınları sebebiyle ekinlerin harap olması yüzünden yaşanan kıtlık Çin’in değiştiremediği yazgısıydı.

Devletin başarı ve saygınlığı kıtlık zamanında halkına gıda ulaştırmasına bağlıydı. Bu da ambarlarında yeteri miktarda gıda stoku bulundurması manasına geliyordu ki aksi hâlde felaket kapıda demekti. Nitekim 1876-77’de 13 milyon, 1927’de 6 milyon kişi açlıktan öldü. Facia, 1929, 1939, 1942’de de yeniden yaşandı.

1958’de başlayıp üç yıl süren kıtlık ise sadece Çin’in değil insanlığın gördüğü en ölümcül olanıydı. Resmî olarak Üç Yıllık Doğal Afet, Üç Yıllık Sıkıntı gibi adlar konsa da halk arasında Üç Acı Yıl diye anılmaktadır. Afetin doğal bir yanı vardı, bu biliniyor; 1959’da Sarı Irmak taşmış, milyonlarca hektar araziyi kullanılmaz hâle getirmişti fakat diğer yanda Mao vardı. Mao’nun İleriye Büyük Sıçrayış’ı, Büyük Kıtlık’ın en büyük sebebiydi. Bazı tarihçilere göre afetin %70’i onun yanlışlarından kaynaklanmıştı.

Geliyorum diye bağıran felaket

Masa başında yaptığı plan ve projelere göre tarımsal üretimi iki katına çıkaracaktı. Bunu tarımı kolektifleştirerek, komünelleştirerek yapacaktı. 1956’da önce araziyi temizlemekle işe başladı: Milliyetçi, toprak zengini, dinî lider kim varsa toplama kamplarına ve cellâtlara havale etti. Toprak Reformu Hareketi, baştan beri Stalinist bir tıynete sahipti. 400 milyon köylü zapturapt altına alınıp seyahat özgürlükleri son derece kısıtlandı. Şahsî üretim yasaklandı; bütün tarla bahçe işleri, tohum ve hayvanlar parti yetkililerinin tasarrufuna bırakıldı.

Sonuç, Stalin Rusya’sındakinden farklı değildi: Tahıl üretimi %40 düştü. Kamulaştırmadan kurtarmak için çiftlik hayvanlarının çoğu köylülerce boğazlandı. Parti yerel temsilcilerinin ilan ettikleri kotaları dolduramayanlar tahılı saklamakla suçlandı, işkenceye alındı. Basit suçlara bile, diri diri gömme dahil, korkunç cezalar verildi. Bazı köyler ceza olarak yıkıldı. Pek çok yerde mahalli kıtlık başladı. Felaket geliyorum diye bağırmaya devam etti ama Mao’ya yanıldığını söylemeye kimse cesaret edemedi. Ağzını açan herkes Maocu mangaların karşısına çıkartılmakta iken başka türlüsü de zordu.

Tabiata ateş açmalıyız

Büyük Sıçrayış’ın çeliğe ihtiyacı vardı. Milyonlarca köylü tarlalarını bırakarak demir-çelik üretimine katılmaya zorlandı. Demiri işlemek için ormanlar yok edildi. Hiçbir işe yaramayacak, kapı kolu bile olamayacak çelikler uğruna tarladaki ürün de çürümeye terk edildi.

Halkçılar “sadece halka değil çevreye de savaş açmıştı”; Mao bunu açıkça ilan ediyordu: “Bu yeni bir savaş: Tabiata ateş açmalıyız!” Dört Zararlı Kampanyası ile ateş açtılar. Yarasalar, sinekler, sivrisinekler ve serçeler yok edilecekti. Serçeleri Yok Et Kampanyası çok mühimdi, çünkü tarladaki tahılı yiyen “serçeler, kapitalizmin halk düşmanları” idi.

Ekolojik zafer

Pekin caddelerinden başlayarak her yerde askerler tüfekleriyle, köylüler sapanlarıyla kitlesel bir sürek avına çıktı. Kadınlar ve çocuklar ellerinde teneke, tencere-tava döverek kuşların dallara konmalarına engel olup havada yorgunluktan ölüp düşmelerini sağladı. Getirdikleri her serçe ölüsü için ödül aldılar. Serçelerin yuvalarını dağıttı, yumurtalarını kırdı, yavrularını öldürdüler.

Pekin’de kalan serçelerden bir kısmı Polonya Büyükelçiliği bahçesine sığındı. Serçe avcıları içeri girip halk düşmanlarını yok etmek istediler, Polonyalılar izin vermedi. Bunun üzerine binayı çepeçevre kuşatıp iki gün boyunca davullar çaldılar. Polonyalı çalışanlar bahçeye düşen serçeleri küreklerle yerden küremek zorunda kaldı.

Serçe nüfusunun tamamını -3 milyon- yok ettiler. Zafer Komünistlerindi. Ne var ki serçeler gitmiş, yerine çekirgeler ve hamam böcekleri gelmişti. Onlarla baş etmek için kullanılan zehirler bambaşka sorunlara yol açmış, tabiata karşı zaferin faturası gittikçe ağırlaşmıştı. Mao, 1960 Nisan’ında serçelere karşı kampanyayı durdurduğunu ilan etse de iş işten geçmişti. Ekolojik denge alt üst olmuş, tabiatla birlikte insan da kaybetmişti.

Kırlar ıpıssızdı

Öldürülecek serçe kalmamış olabilirdi ama insan vardı; Mao, Büyük Sıçrayış’ından vazgeçecek değildi. 1959 boyunca durumun vahametine, açlıktan ölümlere dair pek çok rapor, mektup, tanık kendisine ulaşmasına rağmen taviz vermedi. Ölümleri sınırlayabilir, milyonlarca insanı kurtarabilirdi. O ise şatafatlı tören ve kutlamalar yapmayı tercih etti.

Açlıktan kıvranıyordu köylüler. Derelerde balık yoktu. Ot yiyorlardı, bazı yerlerde toprak. Hayvan gübresindeki tohumları, bazen de gübrenin kendisini. Ağır hastalıklara yakalandı veya öldüler bu yüzden. Köpeklere yöneldiler, kedilere, farelere, yarasalara; ne bulurlarsa, kalmamacasına.

Histeri ve diğer akıl hastalıkları salgın hâlindeydi. Ve intihar. 2 ila 3 milyon insan yeis içinde canına kıydı… Kırlar sessiz, ıpıssızdı. Kuşlar ağaçlarda ötmüyor, hiçbir çiftlik hayvanı ortalıkta gözükmüyordu. Bir tek ağlayan çocukların feryatları duyuluyordu.

Mao, kurtar bizi

Devlet ambarlarının etrafında köylüler büyük kuyruklar oluşturuyordu. Mecalsiz kitle sloganlarla yalvarıyordu: “Komünist Parti, lider Mao, kurtar bizi!” Parti sorumluları çığlıkları duymadı, ambarları açmadılar. Binlercesi gözlerinin önünde öldü. Umursamadılar.

O günleri yaşamış biri şunları söylüyordu: “Okuldaydım, tahtaya İleriye Büyük Sıçrayış yazıyordum. Köyden çocuklar geldi ve babamın (açlıktan) öldüğünü haber verdiler.”

Başka biri: “1959’da uzun mesafeli bir otobüs yolculuğuna çıktım. Camdan bir ceset gördüm. Sonra bir başka ceset daha. Otobüsteki hiç kimse cesetleri hakkında konuşulacak kadar önemsemedi. Guangşan’da ahalinin üçte biri ölmüştü. Her yerde ölüler olmasına rağmen parti liderleri güzel yemekler ve likörlerle keyiflerine bakıyorlardı.”

Bir başkası: “Xinyang’daki bir parti yetkilisi 1959-60’ta dedi ki, bir köye gittim 100 ceset gördüm, başka bir köye gittim başka bir 100 ceset gördüm. Hiç kimse onlara ilgi göstermiyordu. Bazı insanlar diyor ki köpekler cesetleri yiyormuş. Hayır, doğru değil dedim ben. Köpekler uzun zaman önce insanlar tarafından yenmişti.”

Ölülerden başladılar ilkin

Sonrası yamyamlık. Görülmemiş yaygınlıkta. İnsanlık tarihinin en karanlık sayfaları o dönemde yazıldı. Ölülerden başladılar ilkin. Taze ölülerden. Çocuklar akıllarını yitirmiş, domuzlar gibi davranmaya başlamıştı. Rüyalarında sadece yiyecek görüyor ve uykularında bile ağlıyorlardı. Sahipsiz çocuklar sıradaki hedefti. Sonra öz çocukları.

Bazı köylüler sefalete son vermek için çocuklarını, eşlerini, anne baba ve akrabalarını öldürmeyi tek şerefli seçenek olarak gördü. Bazılarıysa kendi çocuklarını öldürerek yemiş olma utancından sakınmak için başka ailelerin çocuklarıyla takas etti. Erişkinler ise kendi anne babalarını yiyorlardı. Karaborsada insan eti satılıyordu. Kimi zaman kompostu, kimi zaman köpek etiyle karıştırılmış olarak.

Yetkililer tarafından sert biçimde cezalandırılsa da yamyamlığın önü alınamadı. Belgeler binlerce vakadan söz ediyor, mesela 1960’ta Anhui eyaletinde 1289 vaka. Sözlü gelenek ise çok daha fazlasından.

Yirminci asırda böylesi insan manzaraları beklenmedik ölçüde sürrealistti. İşin korkunç yanı, tüm bu vahşet ve cinnetin Komünist Parti’nin ambarları yiyecek doluyken yaşanmasıydı. Mao, dışarıya tahıl ihracına devam ediyordu. Gerçek yamyamlık buydu.

Gulag ve Holokost gibi

Dünya savaşlarında ölenlerle kıyaslanacak rakamlar. Resmî kayıtlar, gerçeği gizli tutma çabasında olduklarını saklamaksızın, 20-30 milyon dese de bazı araştırmacılar 45 milyon diyor. Toplam nüfusun 650 milyon olduğu hatırlanırsa yıkımın boyutu daha iyi anlaşılır.

Tarihçi Dikötter’in dediği gibi “Pol Pot’un soykırımından 20 kat daha büyük” bu kıtlık, doğal afetler hanesine değil, Gulag ve Holokost gibi 20. asrın büyük zulümleri hanesine yazılması gereken bir hadise. İlaveten istatistiklerin en az 2.5 milyonu Maocuların işkenceleriyle can vermiş insanlardan oluşuyor. Bu bakımdan Büyük Sıçrayış, insanlığın en büyük kitle katliamlarından biri olarak zulüm galerisindeki mümtaz yerini almaya hak kazanıyor.

Cins deha

Mao ve avenesini çok da etkilemedi yaşananlar. Kıtlık Komünist parti yetkililerini teğet geçiyordu nasıl olsa. Halk Cumhuriyeti’nde halkın sorumlulardan hesap soracağı bir mekanizma da yoktu. Mao ambarlardaki tahılı partizanlarına dağıttı, muhalif ve sorunlu gördüğü bölgeleri açlığa mahkûm etti. Partinin yerel liderleri de erzak dağıtımında keyfî davranmaktan kaçınmadılar; dilediklerine verdiler, dilediklerini eli boş gönderdiler. Yaşlılar, hastalar, zayıflar, üretime katkılarının düşüklüğü sebebiyle, harcanacaklar listesindeydi, harcandılar. Köylülerin hakları için yola çıkmış devrim, köylülerin hakkından bihakkın geldi.

Dönemin Solcuları içinde buna itiraz eden neredeyse yoktu. Dünya Sol’unda Mao Çin’i ile ilgili romantik bir iyimserlik hakimdi. François Mitterand, 1961’de üç haftalık turunun ardından, kıtlığa dair haberlerle alay ediyor, Mao’ya “dehasının cinsliği tüm dünyaca bilinen büyük bilgin” diye methiyeler diziyordu. Che Guevera gibi halk için dağlarda silah çatan gerillacılar bile Çin’e baktıklarında gördükleri “büyük gelişme”den başka bir şey olmuyordu.

Fıtratın tahrifatı

Büyük Sıçrayış’tan sonra Mao kenara çekildi, kurduğu sistem de bir süre sonra kenara çekildi fakat Komünist düzenin kurduğu yalan çarkı dönmeye devam ediyor. Tarihi sistematik biçimde imha edip kullanışlı yalanlar üretmekten el çekmeyecekler. Halkına sürü muamelesi yapmaktan fütur getirmeyecekler.

Mao da müfsit ve müflis kampanyaları da geride kaldı. Kapitalist Çin’de artık kıtlıktan değil obeziteden söz ediliyor. Her türlü gıda ve lezzete erişim pekâlâ mümkün. Fakat hâlâ kıtlık ve yamyamlık döneminden kalma alışkanlıklar yaygın biçimde devam ediyor. Fıtratın tahrifatına tabiat defaten itiraz ediyor, SARS’la, Koronavirüs’le fakat Çinli kulak asmıyor. Kaç bin yıllık medeniyet hastalık saçmaktan kendini alamıyor.