Yazarlar

GÜRUH

Evet doğru kelime bu. Güruh…

Kelimenin epistemolojik anlamını araştırırken aklımdakine en yakın tarifi Altınoluk dergisinde buldum.

Şöyle tarif ediyor güruhu. Cahiller topluluğu, bölük, kuru kalabalık, sevimsiz topluluk, sürü.

Evet tamı tamına güruhun anlamı sevimsiz cahiller topluluğu, kuru kalabalık veya sürü.

Türkiye’de son 10 yıldır artarak kendini gösteren bir güruhtan bahsetmemizin zamanıdır artık.

Zira başlangıçta kimsenin pek ciddiye almadığı ama her geçen gün daha da vahşileşen bir sürünün, oyun alanı haline gelen sosyal medya, ülkenin toplumsal birliği ve bütünlüğü için tehlikeli bir mecraya dönüştürüldü.

Sosyal medya alanlarında peydahlanan binlerce kişi adeta aynı yerden aldıkları talimatla insanları yok eden bir sürüye dönüşüyor.

Düğmeye basılmışçasına hep bir ağızdan linç kültürü başlatıyorlar

Sosyal medyayı bir savaş arenası haline getirip hasımlarına karşı en acımasız, en vahşi darbelerini vuruyorlar.

Hiçbir ahlaki bağları yok.

Tavırlarıyla adeta bu ülkenin kültüründen, geleneğinden, edebinden, aile terbiyesinden nasiplenmemiş de Türkçe konuşan uzaylılar gibi ruhsuz ve dayanaksız saldırıya geçiyorlar.

Kendilerini cumhuriyetin sahibi zannetmeleri onlara sınırsız bir özgüven vermiş.

Hasımlarına yalan yanlış bilgilerle hakaret ediyor, ağızlarından akan salyalarla nefret kusuyorlar.

Türkiye’de bir kutuplaşmadan bahsediyorsak, işte kutuplaşmanın temeli de çatısı da bu güruhun eseridir.

2013 yılında başlayan Gezi parkı olaylarıyla boy gösteren bu güruh, sosyal medyayı Türkiye’yi adeta ikiye ayıran bir nefret koridoruna çevirdi.

O zamana kadar siyasette hiç de varid olmayan küfür ve hakareti bir öfke kusmuğu gibi ortaya saçtılar.

Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a, eşine, annesine, çocuklarına ağıza alınmayacak küfürler ettiler. Hem de kadınları ve erkekleriyle.

Anadolu insanının bir kadının yanında kullanamayacağı ifadeleri kadın erkek ülkenin seçilmiş yöneticilerine karşı kullandılar. Kadınıyla erkeğiyle ahlaksız bir güruh bu.

Recep Tayyip Erdoğan’da bu ülkenin halkını gördüler. Aslında küfrettikleri tarlasında, bağında, bahçesinde, ‘namazında niyazındaki’ amcalar ve teyzelerdi.

Düşmanlıkları sadece Erdoğan ve bu milletin tarihinden gelen derin bağlarına değildi. Her kim ki Erdoğan’a birazcık dost olsun bu güruhun linçinden nasibini alıyordu.

Mesela yere göğe sığdıramadıkları sanatçı Yavuz Bingöl.

Yavuz Bingöl ne zaman ki Erdoğan’ın yanında yer aldı işte o gün tarihinin en ağır lincine uğradı, hakaretler ve küfürlere maruz kaldı. Adı ‘dönek yalaka’ya çıkarıldı.

Bu güruhun hiç affı yoktur. En basit bir eleştiride bulunduğunuzda derhal sizi yok edecek olan mekanizmalar devreye girer ve linç başlar. Genellikle bu işin öncüleri belli başlı medyalardır. Yani start oradan verilir ve güruhun ahtapot gibi kolları sağa sola uzamaya başlar.

Yavuz Bingöl bir alevi sanatçı olmasına rağmen adeta aforoz edildi, eski mahallesinde ambargoya uğradı ve yok edilmek, sanat dünyasından silinmek istendi.

Kendisiyle yapılan şu röportajda bu linç kültürünü net ifadelerle anlatıyor.

https://gunlukbakis.com/dnek-yalakadan-solculara-hakaret-ustune-hakaret/

Bu sürünün gadrine sadece Yavuz Bingöl uğramadı. Arabesk dünyasının Orhan abisi Orhan Gencebay da Erdoğan ile olan yakın ilişkisi yüzünden aforoz edilenlerden bir diğeri. Ne yalakalığı kaldı, ne müzisyen olmadığı. Sanatıyla dalga geçmeye kalkışanlar ve elbette hakaret ve küfre kadar vardıranlar.

Sözcü gazetesi bazı sanatçıların ülkenin Cumhurbaşkanıyla olan ilişkisini o kadar anormal bulmuş ki 13 Temmuz 2014 tarihli sayısında şu manşeti atmış. ‘Tayyip’in Papatyaları’

https://www.sozcu.com.tr/2014/gundem/tayyipin-papatyalari-554900/

Dedik ya pası bazı medya kuruluşları veriyor. Bir gazetede ya da bir sitede yer alan haber üzerine dişliler hızla dönmeye ve önüne geleni ezmeye başlıyor.

Bu güruhun saldırılarından nasibini alan bir başka sanatçı ise Türk sinemasının zarif kraliçesi Hülya Koçyiğit. Koçyiğit’e devletin televizyonu TRT2’de yaptığı programdan dolay linç kampanyası başlatıldı. Sürü o kadar ahlaksızca saldırıyor ki, Koçyiğit ne olduğunu anlamakta zorlanıyor. Gazeteci Cengiz Semercioğlu’na “ Sadece biz mi, Cumhurbaşkanına kim yakınsa eleştiriliyor. Bilmiyorum neden, ben de merak ediyorum” şeklinde cevap veriyordu.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/cengiz-semercioglu/filiz-ve-turkan-beni-aramadi-41159769

Öylesine bir güruh ki, bu ülkenin kodlarını hiçbir davranışlarında göremezseniz. Ne terbiye, ne saygı ne de vefa.

Tarihinin en kötü bütçe dönemini yaşayan Galatasaray futbol kulübü için gece gündüz mesai harcayıp İstanbul’un en güzel yerine stadyum yapan bir başbakanı kendi yaptığı stadyumda yuhalayacak kadar alçalmış bir güruh bu.

2011’in Ocak ayında yaşanan bu hadise nasıl bir ‘kütle’ ile karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından ibretliktir.

Bu ahlaksız sürü şimdi de hedefe üstad Kadir Mısıroğlu’nu almış durumda.

Üstadın kalp krizi geçirdiğine dair haberlerin yayılmasından sonra güruh yeniden ağzından salyalar akarak saldırmaya, ağır hakaretler etmeye başladı.

Bunların hiç birinin tarihle ilgili en ufak bilgisi yoktur aslında. Kendilerine anlatılan ve gerçek tarihle alakası olmayan hikayelere inanırlar.

Ne zaman ki ortaya gerçekler çıkar işte o zaman saldırganlıkla etrafa yönelirler.

Kadir Mısıroğlu üstad tarihi adeta ciğerinden kalemine kan çekerek yazmıştır. Onların bu tarihi ne okuyacak ne de anlayacak güçleri vardır.

Bir hilafet aşığı olan Mısıroğlu’nun halifeliğin ilga edilmesine olan öfkesiyle ifade ettiği cümleleri bakın nasıl çarpıtarak saldırıyorlar.

Mısıroğlu şöyle demişti.

“Keşke Yunan gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı, ne medreseler lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı. Hiçbiri olmazdı. Buna inanmayanlar, orada Yunanistan’da bir şeriat mahkemesi var. Orada Yunanlıların esiri olan Müslümanlar için”

Peki onlar bu ifadeleri nasıl çarpıttılar.

Mısıroğlu “Keşke Yunan galip gelseydi” dedi.

İşte bu cümle bağlamından koparılmış olarak bu güruh tarafından iğdiş edildi. CHP’nin kifayetsiz, cahil genel başkanı KK, adını bile doğru dürüst söyleyemediği üstad’a kameral önünde soytarı deme cüretinde bulundu. Hem de o hastanede ölümle pençeleşirken.

Bugün kalp krizi geçirerek yeniden hastaneye kaldırılan üstad için salyalı ağızlarından adet tempo tutarcasına “gebersin” diyebilecek hadsizliği yapanlar işte bu güruh. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in vefatından sonra 40 gün bayram yapan Bizans gibi. Onlar da Kadir Mısıroğlu üstadın vefat etmesi halinde bayram edeceklerini söylüyorlar. Ama şunu unutuyorlar; Kadir Mısıroğlu bir sancaktardır ve sırada nice sancaktarlar vardır.

Peki bu güruha karşı milletin çocukları ne yapmakta?

Şunu çok açık şekilde ifade edelim ki; milletin çocukları ailelerinden, geleneklerinden tevarüs eden asaletleri, ağır ve vakur duruşlarıyla bu ibret vesikası güruhu sadece izlemektedir.

Bu ülkenin çocukları devletine, milletine, tarihine güvenmekte hasımlarına bile haksızlık yapmamak adına sabırla yoluna devam etmektedir.

Sessizliği ülkesinin üzerine titremesindendir, korkusundan değil.

Ne var ki tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi milli iradeye kast edildiğini gördüğünde gövdesini tankların önüne atacak kadar metanetlidir.

Milletin çocukları gücünü sosyal medyadaki türedi tiplerden değil, imanlarından alır.

İşte bu kadar.

Etiket /