Yazarlar

F. Gülen’den Ceza Hakimi’ne: Salıverilmeleri lüzumunu hissettim

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara’yla birlikte Türkiye’nin en önemli dosyalarını soruşturan makam. 15 Temmuz darbe girişimi, 17-25 Aralık kalkışmaları, ABD Başkansolosluğu görevlisi Metin Topuz’un da şüpheli olduğu soruşturmalarla birlikte çok sayıda terör dosyası İstanbul Çağlayan’daki o meşhur binada yürütülüyor. Yakın zamana kadar FETÖ’nün en önemli üslerinden biri olan bu binada çok sayıda komplo kurgulandı. FETÖ, hükümete […]

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara’yla birlikte Türkiye’nin en önemli dosyalarını soruşturan makam. 15 Temmuz darbe girişimi, 17-25 Aralık kalkışmaları, ABD Başkansolosluğu görevlisi Metin Topuz’un da şüpheli olduğu soruşturmalarla birlikte çok sayıda terör dosyası İstanbul Çağlayan’daki o meşhur binada yürütülüyor.

Yakın zamana kadar FETÖ’nün en önemli üslerinden biri olan bu binada çok sayıda komplo kurgulandı. FETÖ, hükümete karşı ilk büyük kalkışmaları burada planlayarak hayata geçirmeye çalıştı. Şimdi ise FETÖ burada yargılanıyor.

FETÖ’ye karşı yürütülen soruşturmaların birinde, şimdiye kadar geçirilen “en kritik belgelerden biri” bulundu. Örgüte müzahir gazetecilerden birinin el konulan bilgisayarını inceleyen emniyet birimleri bilgisayarın harddiskinde Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı antenti taşıyan bir belgeye rastladı. Belge 19 Nisan 2015 tarihi taşıyordu. FETÖ lideri Gülen’in bizzat imzaladığı belge, Çağlayan’daki o adliyede görevli iki asliye ceza hakimine yazılmıştı.

 

“Muhterem Asliye Ceza Hakimi” diye başlayan mektup şöyle devam ediyordu:

“Medrese-i Yusufiye’deki kardeşlerimizin salıverilmelerinin lüzumunu hissettim. “Onları çok rahatlıkla salıver Allahım” duasına siz de iştirak edersiniz inşallah. Sizin bu gayretiniz vesilesiyle on milyon aile sevinecek inşallah.

Fikriyatımızın paralel olması hasebiyle bunu sizden rica ediyorum. Gözlerinizden öperim.”

Mektubun muhatapları, daha önce Beşiktaş’taki özel yetkili mahkemelerde de çalışmış, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda kritik imzalar atmış ve Metin Özçelik ve Mustafa Başer’den başkası değildi. 17-25 Aralık girişimi, Selam komplosu / Telekulak, Tahşiye kumpası gibi soruşturmalar kapsamında tutuklanan 67 FETÖ şüphelisinin, avukatları aracılığıyla verdiği reddi hakim talepli dilekçeler bu iki hakimin nöbet günlerine denk getirilmişti.  Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi, FETÖ soruşturmaları yönünden tarihinin en hareketli saatlerini de işte o gece yaşadı. Bu yolla hapisten kurtulmak isteyen isimler arasında dönemin ünlü polis şefleri Erol Demirhan, Ali Fuat Yılmazer, Yurt Atayün, Ömer Köse, Kazım Aksoy, Serdar Bayraktutan, Yakup Saygılı ile STV Genel Müdürü Hidayet Karaca vardı.

Ali Fuat Yılmazer

 

 

Metin Özçelik

Mesaiden sonra, değişik iş

Dilekçeler 20 Nisan 2015 günü Metin Özçelik’in baktığı Asliye Ceza Mahkemesi’ne iletilmiş, Özçelik kendi eliyle bu dilekçelere havale vermiş ancak sisteme mesai saatinden sonra kaydetmişti.  Gün döndükten sonra tüm dilekçeleri “2015/92 Değişik İş” numarası üzerinden birleştiren Özçelik o gün resmi olarak muharebe nöbetçisiydi. Görevi sadece diğer adliyelerden gelen evrakları İstanbul Adliyesi’ndeki ilgili mahkemelere iletmekti. İstanbul Adliyesi’ndeki herhangi bir mahkemenin alanına giren bir işlem yapması usulen mümkün değildi. Özçelik bu kuralları çiğnemiş ve reddi hakim mekanizmasını başlatmıştı bile. Adliyede evraklar köşe kapmaca oynamaya başladı.

O gece nöbetçi olan Sulh Ceza Hakimine yukarıda belirtilen numarayla bir yazı yazan Özçelik, “Hakimin reddi talepleriyle ilgili değerlendirme yapmak” üzere şüphelilerin dosyasını hakimlikten istedi. Özçelik yazısında “işin tutuklu olduğu da dikkate alınarak” dosyaların “acele” gönderilmesini talep etmişti. Bu yazı, şüphelilerin dilekçelerinde reddettiği hakimlerden biri olan Sulh Ceza Hakimi İsmail Yavuz’un önüne düşmüştü. Tabii ki, 568 klasör ve on binlerce sayfadan oluşan o dosyalar Özçelik’e gönderilmedi. Özçelik ise dosyaları ya da UYAP’ta kayıtlı evrakları incelemeden reddi hakim taleplerini kabul etti. Özçelik’in dosyaya bakmak üzere görevlendirdiği hakim, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Mustafa Başer’di. Özçelik, bu görevlendirmeyle birlikte Başer’e tahliye taleplerini de Başer’e göndermişti.

Aslında benzer talep daha önce de asliye ceza mahkemelerine sunulmuştu. İstanbul 26. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Gülhan Kıtay, daha sonra FETÖ’nün Avukat yapılanması soruşturmasının şüphelilerinden biri olacak olan Sıddık Filiz aracılığıyla kendisine iletilen reddi hakim talepli dilekçeyi incelemiş ve 6 Şubat 2015 günü, 2015/19 numarasıyla şu kararı vermişti:

 

Mustafa Beşer

FETÖ Adliye’lerinde dilekçelerin paralel serüveni

 “Hakimlerin reddi için CMK’nun 22. maddesinde gösterilen ve belirlenen tanımlara uymadığı, ayrıaca buna ilişkin somut bir delil de gösterilmediğinden bahisle yerinde görülmeyen talebin reddine…”

Dilekçelerin Özçelik’in baktığı mahkemeye gönderilme şeklinde de bir terslik vardı. Konuyla ilgili ifade veren mahkemenin yazı işleri müdürü şaşkınlığını şu sözlerle anlatmıştı:

“Bize gelen evrakı tarama yoluyla alıyoruz ve sisteme kayıt ediyoruz ve işlemden sonra numara alıyoruz. Bu evrakın kabul yöntemi bu şekilde değil. Bize gelmedi ve biz taramadık. Bu evrak kaleme hiçbir şekilde gelmedi. İlk gelen evrakı biz aldıktan sonra tarıyoruz. Taramadan sonra tekrar bize geliyor ve bizim havalemizden sonra tekrar hâkime gidiyor. Bu dilekçede işlemler farklı yapılmış. Zannedersem doğrudan hâkim beye verilmiş.”

Mahkeme kararında çalışanların ifadelerine göre akşam 17:00’a kadar yazılmış bir karar da yoktu. Hakim, çıkmak için izin isteyen personele “Çıkabilirsiniz” diyordu.

Normalde en basit dosyalar için bile hakimlerin kapısını aşındıran avukatlar bu kez ortalıkta görünmüyordu. Hakim Özçelik, mesai bittikten sonra zabıt katibini çağırdı ve 51 dilekçenin tamamını tarattı. Tarama işleminin ardından söz konusu taleplerle ilgili Sulh Ceza Hakimliklerine müzekkere yazılmaya başlandı.

Özçelik kararı yazarken zabıt katibine “Şaibe olmasın diye hakim Mustafa Başer’in görevlendirilmesine dair karar yazıyoruz” da demişti. Özçelik, talepleri içeren klasörleri Başer’e göndermek için de katibi kullandı. Katip, mahkeme kalemine gittiğinde kimsenin olmadığını gördü. Memurlar çıkmıştı ancak hakim Mustafa Başer odasında bekliyordu.

Metin Özçelik, Başer’e göndereceği dosyalara son noktayı 17:28’te UYAP üzerinden e-imza atarak noktayı koydu. Artık top Başer’deydi. Başer’in baktığı mahkemeye gönderilen dosya  25 Nisan 2015 günü 18:39’da UYAP üzerinden açıldı.

O anlarda adliyede adeta bir savaş başlamıştı. FETÖ dosyalarına bakan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurarak Özçelik’in verdiği kararın yok hükmünde sayılmasını istedi. Talebi inceleyen Sulh Ceza Hakimliği, 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararın, yasal düzenlemelere göre usul ve esas yönünde açıkça yasal mevzuata aykırı olduğunu, kararın hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan, yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde bulunduğunu belirtti ve kararının sonuç bölümünde şu ifadeleri kullandı: “(Özçelik’in kararı) yok hükmünde olduğundan bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.”

Sulh Ceza Hakimliği bu kararında, taleplerin gönderildiği Mustafa Başer’den de dilekçelerin istemişti. Hakimlik, Başer’in mahkemesine hitaben bir yazı yazmış ve “Tutuklu şüpheli müfafilerinin tahliye talepleri istemli dilekçeleri ile birlikte nöbetçi hakimliğimize ivedilikle gönderilmesi”ni istedi. Bu yazı da Başer’in mahkeme kaleminde UYAP üzerinden 20:57’de okundu.

Başer, kararların uzun süreceğini bildiği için personelini arayarak yeniden adliyeye çağırdı. Tahliye kararlarını personeline yazdırmaya başladı. Sulh Ceza Hakimliği’nden bu karar çıktıktan sonra, Başer’in hukuku ayaklar altına alıp tahliye kararı vermesinin önüne geçmeye çalışan Adalet Komisyonu ve Başsavcılık, Başer’in UYAP sistemini kesti. Başer, UYAP’a erişimi olmamasına rağmen tahliye kararı yazmaya devam etmişti. Saat 22:00’a kadar tahliye kararı yazan Başer, 4 saat boyunca bu hukuksuz kararları yazmıştı.

Başer, şüphelilerin dosyalarını veya UYAP’taki evrakları incelemeden, sadece dilekçeler üzerinden kararı verdi. Nöbetçi hakimin kararıyla, 67 üst düzey FETÖ şüphelisi hakkında tahliye kararı verildi.

Hidayet Karaca

Başer, mahkemenin kadın katibine bu kararları yazdırırken Adalet Komisyonu’ndan yetkililer katibin cep telefonunu aradı ve katibi başsavcılığa davet etti. Telefonu katibinin elinden alan hakim Başer, telefonun diğer ucundaki isimle konuşmaya başladı. Strese dayanamayan katip bayıldı. Katibin hastaneye kaldırılması üzerine hakim kararları diğer personele yazdırmaya devam etti. Bu sıralarda eşi rahatsızlanan bir katibin gitmesine de izin vermedi.

 

FETÖ’nün silahlarından sadece biri: Algı

Tahliye kararlarının ardından sıra tahliye müzekkerelerine geldi. 4,5 saat de UYAP dışından müzekkere yazan Başer bu evrakları infaz savcısına göndermesi gerekiyordu. Ancak adliyede infaz savcısı “bulunamadı”. Tahliye müzekkerelerini alan avukatlar bu müzekkereleri basınla paylaşmış ve kamuoyunda soruşturmaların çöktüğü algısını uyandırmaya çalışmışlardı.

O gece STV veya Bugün TV gibi FETÖ kontrolündeki basın organlarını izleyen biri gerçekten de soruşturmaların çöktüğünü düşünebilirdi. FETÖ cephesinde bir zafer kazanılmışçasına kutlama yapılıyordu. Adliye önüne tutuklu şüphelilerin yakınları geliyor ve birbirlerine sarılıyorlardı. FETÖ, en başarılı olduğu silahlardan birini algı yönetimini yine devreye sokmuştu.

Adliyede bu kez kararlar savaşmaya başladı. Asliye Ceza Mahkemeleri’nin reddi hakim ve tahliye kararlarına karşılık Sulh Ceza Hakimliği’nin “Kararın Yok hükmünde sayılmasına ve herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığına” yönelik kararı birbiriyle vuruşuyordu. FETÖ, cezaevine kazdığı bu tünele son kazmayı o gün infaz savcısı ayarlayamadığı için vuramadı. Ertesi gün görevinin başına gelen infaz savcısı ise tercihini Sulh Ceza Hakimliği’nin kararından yana kullanmış ve Başer’in kararlarını uygulamaya sokmamıştı.

FETÖ’nün bu defaki kozu ise bir mahkeme kararının uygulanmadığı yalanını büyütmek ve ülkede adalete olan inancı zayıflatmak üzerine kurgulanmıştı.

Adliyedeki kararlar savaşı bitmemişti. 29.04.2015 günü mahkemenin hakim odasına dönen Metin Özçelik, 10. Sulh Ceza Hakimliği’nin kendi kararı için aldığı “Yok Hükmünde” kararı üzerine bir karar daha yazdı. Özçelik metinde şöyle diyordu: “(Sulh Ceza Hakimliğinin kararı için) Yok hükmünde sayılması gereken bir karar olduğunun tespiti ile bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına…”

Özçelik’in cepheyi büyütmesi üzerine, bir gün sonra aynı mahkemenin nöbetçi olmayan hakimi Maksut Karakulak, Özçelik’in tüm kararlarının “Yok Hükmünde Sayılması” kararı verdi.

Krizin hemen ardından iki hakim hakkında soruşturma başlatıldı ve haklarında yakalama kararı verildi. Şüpheli sıfatıyla Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ifade veren Özçelik, yargı süreçlerine o kadar hakimdi ki mahkemeye şunları söyledi:

“Usül açısından görevdeki Hâkim savcı ile ilgili, soruşturma işlemleri izinle en yakın Ağır ceza mahkemesinde yapılabilir. Mahkemeniz bugün Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi değildir. Anlayabildiğim kadarıyla terör suçlarına bakmakla yetkili ağır ceza mahkemesi yetkilendirilmesi bulunmaktadır. Bu anlamda da soruşturma aşamasında herhangi bir yetkiniz bulunmamaktadır. Ancak dava açıldığı takdirde HSYK yetkilendirmesi gereği evraka bakma görev ve yetkiniz bulunmaktadır. Bu açıdan da bu evraka bakma yetkiniz ve göreviniz bulunmamaktadır. Evrakı Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinin bakması gerekir.”

İfadesinin devamında verdiği kararı savunan ve hukuka uygun olduğunu söyleyen Özçelik’in son cümlesi ise şuydu: “Umarım Türkiye’ye bağımsız ve tarafsız adalet geri döndüğünde siz ve şu ana kadar Türkiye’de hukuksuzluğa imza atan tüm yetkililer benim gibi kararlarının ve yaptıkları işlemlerin arkasında durabilirler”

Başer’in hakim karşısına çıkarılması için biraz daha sancılı oldu. O sancıyı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nin 18.06.2015 tarihli raporundan anlıyoruz. Raporda Başer’in yakalış süreciyle ilgili ilginç bilgiler bulunuyor.

Mustafa Beşer

Raporda, “24.04.2015 tarihinde bir konuya esas  olmak üzere yapılan çalışmalar sırasında, 54 D 6666 plaka sayılı araç ile 34 HU 8187 plakalı aracın artarda seyir halinde iken şüpheli hareketleri üzerine yapılan araştırmada; aracın Mikron Makine Ticaret Sanayi Limited Şirketi adına kayıtlı olduğu ve şirket sahibi Nadir ÖZTÜRK tarafından kullanıldığı, 34 HU 8187 plakalı aracın 30.04.2015 tarihinde hakkında yakalama kararı verilen Hakim Mustafa BAŞER’e ait olduğunun tespit edilmesi üzerine araçların takibe alındığı, Sapanca otoban çıkışında 34 HU 8187 plakalı aracın Kocaeli istikametine, 54 D 6666 plakalı aracın Sakarya istikametine gittiğinin görüldüğü, Saat 23.30 sıralarında 34 HU 8187 plakalı araçtaki Mustafa BAŞER’in Kuruçay Caddesi’nde araçtan inerek aracın ön ve arka plakalarını söktüğü, 34 HU 8187 plakalı aracın saat 23:33’te Sakarya istikametine doğru yol aldığı, saat 23:45’te Sapanca Merkezine dönerek hızını artırdığı ve ara sokaklarda dolaşmaya başladığı ve sonra izini kaybettirdiği, 54 D 6666 plakalı aracı kullanan Nadir ÖZTÜRK ile ilgili yapılan çalışmalar sonucu; şahsın iddia olunan Paralel Devlet Yapılanması (PDY) sözde Sakarya Mütevelli Heyeti içindeki şahıslarla birlikte hareket ettiği, sözde mütevelli heyeti içinde bulunduğuna dair hakkında iddialar olan bazı kişilerin yanı sıra iddia olunan PDY içerisinde faaliyet yürüttüğü değerlendirilen kişilerle de irtibatlı olduğuna dair istihbari bilgilerin elde edildiği bildirilmiştir. Anayasa ve kanunlarla hakları koruma altına alınmış olan bir hâkimin, takip edilme korkusu ya da can güvenliği gibi gerekçelerle tedbir alma ihtiyacı duyması halinde, güvenlik kuvvetlerinden yardım isteyeceği ve bu talebinin en seri ve ciddi şekilde yerine getirileceği kesindir” deniliyordu.

 

Gülen’in “salıverilmesi lüzumunu hissettiği” polis, Sarraf kumpasında “tanık

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi iki ismi tutukladı, hala cezaevinde olan Başer ve Özçelik meslekten de atıldı. Yaptıkları usulsüzlüklerin tüm kodları ortaya çıkarılmak üzereyken malum mektup bulundu ve tekrar hatırlandılar. FETÖ liderinin söz konusu mektupla tahliyelerini istediği isimler arasında bulunan eski emniyetçi Hüseyin Korkmaz 9 Şubat 2016 günü tahliye edilmişti. Hapisten çıkan Korkmaz, ABD’ye kaçtı ve Sarraf/Atilla davasında FBI ile ortak çalışmaya başladı. Tanık olması karşılığında FBI’dan 50 bin dolar ve kira yardımı alan Korkmaz’ın ifadeleri New York’taki dosyaya girdi.

İstanbul Başsavcılığı’nın “FETÖ soruşturmalarındaki en önemli delillerden biri” olarak gördüğü bu mektup ise New York’taki davada FETÖ’nün dahlini ortaya koyacak deliller arasında savunma avukatları tarafından kullanılacak.