Yazarlar

Batı Medyasında Rusya

  Özellikle son bir senedir Batı medyasında neredeyse her gün Rusya ile ilgili en az bir “olumsuz” habere rastlamak mümkün. Karşımızda mütemadiyen Amerika’ya siber saldırıda bulunan, Suriye’deki vahşette başı çeken, Kırım’ı ilhak eden ve belli aralıklarla nükleer silah varlığını dile getiren bir Rusya imajı var. Özelde ise, 2012’de üçüncü kez devlet başkanlığına seçilen Vladimir Putin’in […]

 

Özellikle son bir senedir Batı medyasında neredeyse her gün Rusya ile ilgili en az bir “olumsuz” habere rastlamak mümkün. Karşımızda mütemadiyen Amerika’ya siber saldırıda bulunan, Suriye’deki vahşette başı çeken, Kırım’ı ilhak eden ve belli aralıklarla nükleer silah varlığını dile getiren bir Rusya imajı var. Özelde ise, 2012’de üçüncü kez devlet başkanlığına seçilen Vladimir Putin’in otokrat liderliğine ve anti demokratik uygulamalarına dair birçok analiz mevcut.

Batı medyasının basmakalıp olumsuz Rusya tasvirleri günümüze özgü bir olgu değil kuşkusuz. Avrupa seyahatiyle ünlü Birinci Petro, nam-ı diğer Deli Petro’nun hükümdarlığından bu yana Rusya kendi yörüngesini kendi mi belirlemeli yoksa Avrupa’ya geçişken bir kapı mı açmalı tartışması Rusya siyasetinde itici bir güç olarak yerini aldı. Tarihsel olarak özellikle Rusya İmparatorluğu’nun zaferi ile sonuçlanan Napolyon’un Rusya seferlerinden sonra Rusya’nın Avrupa’da artan siyasi nüfuzu Batı’da ciddi bir kaygıya yol açtı. Bu endişe, hem kültürel hem siyasi olarak olumsuz bir Rusya imajı oluşturulmasını da beraberinde getirdi. Rusya, bir tehdit unsuru olarak algılanmakla kalmadı, aynı zamanda ‘çağdışı’ ve ‘gerici’ olmakla itham edilmeye başlandı. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Avrupa siyasetine doğrudan dahil olmasıyla iyice kızışmaya başladı. Bu kez Amerika, Rusya’yı kültürel olarak aşağı, sığ ve düşük ahlaki değerlere sahip bir ülke şeklinde nitelendirmeye başladı. Şüphesiz, Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki Soğuk Savaş dönemi her iki ülkenin birbirleri hakkındaki olumsuz propagandaları ile bu imaj savaşının zirve yaptığı dönemdi. Soğuk Savaş yirmi beş yıl önce bitmiş olsa da günümüzde Amerika (ve birçok NATO müttefiki) ile Rusya birbirlerini önemli bir tehdit unsuru olarak görmeye devam ediyor.

Son yıllarda Rusya ve Amerika ilişkileri özellikle Orta Doğu ve Ukrayna’da yaşanan gelişmelerden mütevellit iyice sarpa sarmış bir durumda. Bu gelişmelere Rusya ve Çin’in Orta Asya’da enerjiden güvenlik ve istihbarata kadar çeşitli oluşumlarda iş birliği içinde olup somut adımlar atmasını da ekleyebiliriz. O kadar ki, BBC’nin diplomasi muhabiri Jonathan Marcus’a göre iki ülke arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş’tan bu yana hiç bu kadar kötü olmamıştı.[1] Obama, 2014 yılında Rusya’yı gerileyen bölgesel bir güç olarak adlandırdıysa da Rusofobik söylemler Batı medyasında geniş yankı bulmaya devam ediyor. Batı medyası bir yandan Rusya’nın ekonomik ve demografik açıdan gerileyen bir aktör olduğuna vurgu yaparken, öte yandan Rusya ve özellikle Putin’i alaşağı edecek birçok söyleme yer veriyor.

Batı medyasında yer alan haberlerde Rusya’nın neden çoğu konuda -Batılılara göre- tepkisel davrandığına baktığımızda genel olarak iki argümanla karşılaşıyoruz. Birincisi, Rus devlet adamlarının, özellikle eski KGB üyesi Vladimir Putin’in, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün intikamını almak istemesi. Çünkü Rusya, Sovyetlerin çöküşünden sonra uluslararası arenada adeta tek başına kaldı ve dünya sisteminde kendine uygun yeri bulamadı. Ne tam anlamıyla Avrupa’ya ne de tam olarak Asya’ya adapte olabildi. İkinci argüman ise Rusya’nın saldırganlığının kendi iç meselelerinden kaynaklandığı iddiası. Bu iddiaya göre başarısız, kleptokratik ve dış politikada yetersiz olan Putin hükümeti, iç politikasını dengeleyebilmek için dışarda bir düşman yaratmaya ihtiyaç duyuyor.

“Batı medyası çifte standartlara sahip”

Batı medyasının ortaya koyduğu bu gibi iddialar karşısında ikna olmadığını dile getiren Londra Ekonomi Okulu (LSE) Uluslararası Tarih Profesörü Vladislav Zubok’a göre, eğer bu argümanlar doğru olsaydı, örneğin Kuzey Kore’nin de Batı medyası tarafından aynı düzeyde, hatta daha çok saldırıya uğraması gerekirdi. “Neden Kuzey Kore liderini Putin’e yaptıkları gibi Economist dergisi kapağında şeytanlaştırılmış bir şekilde görmüyoruz?” gibi manidar bir soru soran Zubok, bahsedilen argümanları mantıklı bulmadığını belirtiyor.

“Rusya tehdidinin bu kadar büyük olduğuna beni ikna edebilmeniz için öncelikle bahsedilen durumlar arasındaki bağlantıları kurmanız gerekir. Economist dergisi bana göre bu bağlantıları kurmak konusunda başarılı olamıyor. Dolayısıyla beni ikna edebilmiş değil. Putin’in dostu yahut Rusya’nın Suriye’deki ve birçok yerdeki politikalarını destekliyor değilim. Ancak Putin’in neden saldırgan olduğu konusunda Batı medyası tarafından bana sunulan kanıtlara, argümanlara basit bir mantıkla baktığımda bu iddiaları gerçekçi bulmuyorum ve ikna olmuyorum. Mesela Economist dergisinde ortaya konan ‘Rusya Kırım’ı kendi iç meselelerini çözebilmek için ilhak etti’ argümanını kesinlikle yanlış buluyorum. Benim düşüncem, Rusya Kırım’ı Ukrayna’daki özel bir kriz üzerine ilhak etti. Putin Kırım’daki krizi NATO’nun giderek kendi sınırlarına yaklaşması şeklinde yorumladı. 2014’ten önce Rusya herhangi bir yayılımcı politika izlemedi. Şu an herkes, ‘Eğer bunu kabul edersek, Baltık ülkeleri sıradaki kurbanlar olacak’ diyor. Fakat bunun için ‘kanıtlarınız ne?’ diye sorgulamaya başladığınızda herkes sizi Putinist ilan eder. Yine de bağımsız bir analiz yapmak için tüm bu suçlamaları göz ardı etmeniz gerekir” diyen Zubok, birçok Batılı analistin gerçeklere gözünü kapattığını ve Rusya konusundaki realiteleri kabul etmek istemediğini kaydediyor.

Ne Asya ne Avrupa’da

Batı medyasının, söz konusu Rusya olunca kesinlikle çifte standartlara sahip olduğunu vurgulayan Zubok yine de bunu ‘Batı, Rusya’nın çıkarlarını önemsemiyor’ şeklinde okumanın eksik olacağını söylüyor. Problemin daha derin olduğunu, Rusya’nın uluslararası düzlemde ne Asya’ya ne de Avrupa’ya oturamadığını dile getiren Zubok, istatistiklere bakıldığında, gerileyen bir güç olarak nitelendirilse de günümüzde Rusya’nın hala büyük bir ülke ve etkin bir aktör olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğine de dikkat çekiyor.

“Rusya, Sovyet sonrası NATO’dan dışlanan tek Avrupa ülkesi. Batılı siyasetçiler Rusya’nın NATO’ya yakın gelecekte de giremeyeceğini çünkü demokratik bir ülke olmadığını dile getiriyor. Ancak Rusya demokratik bir ülke dahi olsa NATO’ya almayacaklar. Bunun nedeni Rusya’nın gerek siyasi gerek demografik ve askerî açıdan büyük bir ülke olması. NATO zaten demokrasiyi teşvik amaçlı kurulan bir kurum da değil, Batı’da güvenliği sağlayabilmek için kurulmuş uluslararası bir kurum.” diyen Zubok, NATO ve Avrupa Birliği gibi kurumlara üyelikte ülkelerin büyüklüğünün önemli bir rolü olduğu görüşünü savunuyor.

Demokrasi için yanlış zaman

Bütün bunlarla birlikte Batı medyası Rusya’yı sürekli Orta Doğu ve özellikle Orta Asya’daki bazı otokratik rejimleri desteklemekle suçluyor. Profesör Zubok bu konu üzerine de şunları kaydediyor:

“Benim kanaatime göre dünya yavaş yavaş otoriter rejimlerin hâkim olacağı yeni bir evreye giriyor. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Muhtemelen kötü bir durum. Ancak sanırım demokrasiyi teşvik etmek için yanlış bir zamandayız. Batı’nın Irak ile başlayan “demokrasi götürme” mücadelesinin sonuçları Suriye’deki durum ile gözler önünde. Uzun vadede kimse ne olacağını bilmiyor. Irak’ta Sünni-Şii ayrımı, geçmişte bir şekilde var olsa da Batı tarafından iyice tırmandırıldı. Ve bütün bunlar “demokrasi” adı altında yapıldı.”

Zubok’a göre tarihsel olarak liberal geleneğe sahip olmayan ve toleransın yüksek olmadığı toplumlarda yüzeysel demokrasi tehlikeli sonuçlara yol açıyor. Nitekim günümüzde özellikle Orta Doğu’ya baktığımızda vahim bir tabloyla karşı karşıya olmamızın nedenlerinden biri de bu. Ve görünen o ki, Batılı güçlerin müdahalesiyle başlayan bu durumdan Batı medyasında son zamanlarda büyük oranda Rusya sorumlu tutulur hale geldi. Bu tutumun yanlış olduğunu söyleyen Zubok, özellikle Orta Doğu’daki gelişmelerle ilgili artık bölgeyi ne Rusya ne de Amerika’nın kontrol edebileceğini, iki taraflı büyük bir açmaza girildiğinin altını çiziyor.Öte yandan, geçtiğimiz yıl gerçekleşen Amerikan seçimleri ile Trump’ın zaferi üzerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Trump’ı arayan ilk liderler arasında olması Batı medyasında geniş yankı bulmuştu. Tam bu konuda Profesör Zubok bizler şu hatırlatmayı yapıyor: “Unutulmamalı ki yine aynı Putin 11 Eylül saldırılarından sonra Bush’u arayıp küresel teröre karşı savaşta desteğini belirten ilk liderlerden biriydi.”

Diğer aday Hillary Clinton’ın ‘demokrasi’ adı altında savaşa girmekten çekinmeyeceği minvalindeki konuşmalarının yansıdığı ses kayıtlarından sonra, Rusların ekseriyetinin Clinton’a karşı büyük bir antipati beslediği de medyada geniş yankı bulmuştu. Zubok’a göre bunun asıl nedeni Rusların Sovyet sonrası demokrasi deneyimlerinden kaynaklanıyor.

“Bu, Amerikalıların kabul etmek istemedikleri bir şey. Ancak Sovyet sonrası demokrasi deneyimi, Ruslar ve diğer ex-Sovyet ülkeleri için işsizlik, siyasi kargaşa ve belirsizlik anlamına geliyor. Bu yüzden birçok insan hala Putin’i destekliyor. Batılı siyasetçiler ve Batı medyası bu gerçeği göremiyor.” diyen Zubok, aynı zamanda meselenin ‘demokrasi’ ve ‘otoriter rejim’ arasındaki bir seçimden kaynaklanmadığını; ‘otoriter rejim’ ile ‘savaş-siyasi istikrarsızlık’ gibi daha kötü bir durum arasındaki bir seçimden kaynaklandığını savunuyor.

Suriye’deki gelişmeler, NATO’nun Ukrayna-Gürcistan gibi Rusya sınırındaki ülkeleri kapsayacak şekilde genişleme planları derken, son olarak Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in Rusya temaslarının soruşturmaya tabi tutulmasıyla ‘Rusya sorunu’ Batı medyasının tekrar gündemine oturdu. Bu durum da haddizatında Batı medyasında Rusya örneği üzerinden günümüzün önemli güç araçlarından biri olan, yasama-yürütme-yargı ile birlikte dördüncü kuvvet addedilen medyanın önemine eşsiz bir emsal teşkil etmeye devam ediyor.

 

[1] http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-37658286