Kültür

Mehmet Akif Ersoy, 150. doğum yıldönümünde çok yönlü mücadelesiyle anılıyor

Alaz Kitap’tan çıkan ve 3. baskısı yapılan “Mehmed Akif” romanı ile yakın tarihteki pek çok olaya işaret eden yazar Ali Emre, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “İstiklal ve Kur’an-ı Kerim” şairini anarken rutinleşen etkinliklerle yetinilmemesi gerektiğini belirterek, “Akif’i cehdinde ve eserinde aramalıyız öncelikle. Çok yönlü mücadelesinde, ahlakında ve çalışkanlığında… Üzerine bir hürmet şalı atıp karanlığa yahut içi boş törenlere terk ediyoruz kahramanlarımızı. Epeyce iş yapılmış olsa da merhum üstadımızın devasa emeğinin nirengi noktalarından habersiziz hala.” dedi.

Ali Emre, Ersoy’un eleştiri skalasının, gelecek tasavvurunun, Kur’an-ı Kerim ve tarihle irtibatının, işlek yeryüzü perspektifinin henüz detaylandırılmadığına dikkati çekti.

“Dosdoğru yolun ses sancağı” olarak nitelediği şairin çilesinin yeterince anlatılmadığını, fikriyatının ve istikametinin, ıslah ve inşa gayretinin yeni bir dille güncellenemediğini vurgulayan Emre, şunları kaydetti:

“Zaaflarını, eksiklerini, kaçamadığı çelişkilerini yeterince konuştuğumuz da söylenemez. Hayatını karartan takip ve eziyetin mahiyeti de aynı şekilde. Birçok noktada, sürgünde hala Akif. Üstündeki sırnaşık karanlıktan kurtularak aramıza dönmüş değil. Cesur ve dikkat çekici çabalar var elbette fakat bunları çeşitlendirmemiz, bir çatı altında toplamamız ve kalıcı hale getirmemiz gerekiyor. Özellikle de Safahat’ın günümüze, bugünün gençlerine taşınması noktasında göz açıcı, etkileyici çalışmalara muhtacız.”

“Daha kapsamlı bir Mehmet Akif evrenine ihtiyacımız var”

Emre, Mehmet Akif Ersoy’un eserlerinin, söz varlığından şahıs kadrosuna kadar didik didik edilmesi gerektiğini kaydederek, “İçindeki manzum hikayeler kısa filmlere dönüştürülebilir söz gelimi. Dergisinin gönderildiği ve çağrısının yankılandığı ülkelerde kalıcı eserler inşa edilebilir. Yaşadığı, koşturduğu bütün beldelerde Akif evleri kurulabilir. Ülkeyi vaazıyla ayağa kaldırdığı Kastamonu’da bile böyle bir mekan yok henüz. İstanbul’da belli adreslerde ve bir güzergah eşliğinde Akif merkezli geziler düzenlenebilir. Tematik belgeseller hazırlanabilir. Onun öncüleri ve yakın dostları hakkındaki çalışmalar da zenginleştirilmeli. Daha canlı, daha kapsamlı ve güncel bir Mehmet Akif coğrafyasına, külliyatına, evrenine ihtiyacımız var yani.” değerlendirmesinde bulundu.

Romanında Ersoy’un metaneti ve yiğitliği kadar, çaresiz kaldığı, çırpındığı zamanlara da dikkat çeken Emre, bu büyük önderin gücü yetse hilalin yükseldiği bütün ülkeleri kurtarmak, arındırmak ve geleceğe taşımak istediğini söyleyerek, “Dost, düşman herkesin parmaklarını ısırarak izlediği eşsiz bir fazilet medeniyeti kurmak istiyordu. Fakat hayal kırıklığına uğradığı, çaresiz kaldığı durumlar da oldu.” diye konuştu.

Ali Emre, milli şair Ersoy’un, hayatı boyunca milleti için fedakarlıktan kaçınmadığını, Balkan savaşlarında kendini helak ettiğini, İstanbul’un işgalini gördüğünde kahrolduğunu sözlerine ekledi.

Mehmet Akif Ersoy’un, Sebilürreşad kapatıldığı zaman tarifsiz bir ıstırap yaşadığına dikkati çeken Emre, şunları söyledi:

“Ali Şükrü Bey’in katledilmesi gibi birçok elim hadise, içinde bir acı oyuğu açmıştır. Fakat oğlu Emin’in eğitimi, terbiyesi konusundaki çaresizliği, hepsinden daha fazla yürek burkucudur. Eşref Edib’in başına gelenler de onun içine kanayan bir çeşme koymuştur. Düşünün, en yakın arkadaşınız aylarca şehir şehir dolaştırılıyor, istiklal mahkemelerinde idamla yargılanıyor ve siz bir şey yapamıyor, sesinizi kimseye duyuramıyorsunuz. Saçı sakalı tamamen ağarmıştır o günlerde. Mısır’da geçirdiği 11 yıl da öyle… Vatan haini muamelesi gördüğü o süreçte, kalbi ve aklı, devasa bir çöl kabristanında yanıp kavrulmuştur. ‘Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.’ diyen adama, vefatında bir avuç toprağın çok görülmesi de bizim için ayrı bir acıdır şüphesiz.”

Yazar Emre, kaleme aldığı kitapta, Safahat şairini Doğu’ya da Batı’ya da aşina, Arapça, Farsça, Fransızca öğrenen, hem inancını hem de yeryüzünü iyi bilen bir önder olarak tanıttığını dile getirdi.

Akif’in yetiştirmek istediği nesilde, geniş bir ufuk, çok yönlü bir cehd ve işlek bir yeryüzü bilgisi aradığına işaret eden Emre, “Muvahhid, muhkem ve müzeyyen bir Kur’an nesli rüyasıydı bu. Bu mevzuda, bir süre sonra hayal kırıklığı yaşıyor ne yazık ki. Sanat anlayışı yönünden Muhammed İkbal’i kendisine benzettiğini bizzat söylemiş. Daha sonra, ona benzeyenler arasında Aliya İzzetbegoviç geliyor aklıma. Şiirli, edebi yönü azaltılmış, buna mukabil fikri yönü pekiştirilmiş, felsefi birikimi derinleştirilmiş bir önder o da.” dedi.

“Safahat’tan parçalar serpiştirdim romana”

Emre, romanına yeri geldikçe, üstadın şiirlerinden bölümler serpiştirdiğini aktararak, “Mehmet Akif, zamanla birçok hasleti kendinde toplamış, birçok meşgale içinde yer almış olsa da ilkin şairliğiyle isim yapmış. Meclis kayıt defterinde bile ‘İslam Şairi’ olarak geçiyor adı. Büyük ölçüde hayatına, şahsiyetine, çabasına bitişik bir şiir bu. Bunu gözeterek Safahat’tan parçalar aldım romana. Üstadın şiirlerinin çoğunu ezbere bilirim. Fakat en sık okuduğum eseri, ‘Umar mıydın?’ başlıklı şiiridir.” diye konuştu.

Ersoy’un “Asım’ın nesli” tanımlamasının 1980 ve 1990’lı yıllardan bugüne çeşitli zamanlarda öne çıkarıldığına dikkati çeken Emre, şu bilgileri verdi:

“Samimiyetin, okumanın ve Müslüman neşvesinin epeyce yükseldiği o yılların ekmeğini yiyoruz hala. Fakat o özlemin hızlıca ışıyarak kitleleşmiş bir tezahürünü 15 Temmuz direnişinde de gördüğümü söyleyebilirim. Akif de o süreçte yeniden çıktı kürsüye. Fakat güzel işlerin arısı olan o insanların önemli bir bölümü geri çekildiler, geçtiğimiz günlerde hepimizin içini yakan o büyük felakette, o şiddetli depremde, en önde koşup mazlum ve mağdur insanların koluna girinceye kadar.”

Eserde 15 yaşından vefatına kadar Ersoy’un hayatı ele alınıyor

Ali Emre’nin, eserleri ve mücadelesiyle yakın tarihte önemli bir yeri olan Ersoy’u yad ettiği yeni romanı, 6 ana bölümden oluşuyor.

Usta şairin hayatını 15 yaşından vefatına kadar işleyen eserde her bölümünün sonunda, yaşanan döneme ve mütefekkir-şairin hayatına tanıklık eden önemli bir isim konuşturuluyor.

Emre, Ersoy’un muhkem inancına, Kur’an-ı Kerim ve sünnet bilgisine, şehirleri peş peşe ışıklandırıp ayaklandıran vaazlarına, savaş yıllarındaki kesintisiz cehdine, etrafındakilere şahsiyet kazandıran karakterine, yeni rejimin takibatı nedeniyle çektiği eziyetlere de atıflarda bulunduğu romanda, şairin az bilinen yönlerine de ışık tutuyor.

Romanda, “Balkan faciası” ve “31 Mart Vakası”ndan “İstanbul’un işgali”ne, Ali Şükrü Bey cinayeti ve istiklal mahkemelerinden “İrtica 906” dosyasına kadar pek çok önemli gelişme yer alıyor.

Eşref Edib, Babanzade Ahmed Naim, Sultan Abdülhamid, Talat Paşa, Mithat Cemal, Abbas Halim Paşa, Cemaleddin Efgani, Tevfik Fikret, Mustafa Kemal Paşa, Topal Osman, Prenses Emine Hanım, Muhammed İkbal, Ömer Muhtar, Emin Ersoy, Abdülvehhab Azzam, Kuşçubaşı Eşref, Yozgatlı İhsan Efendi, Neyzen Tevfik ve Celaleddin Ökten gibi isimlerin de söz aldığı eser, Ali Emre’nin, Mehmed Akif’le ilgili bir şiiriyle sona eriyor.