Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Fen Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedri Gencer, İslam mütefekkiri İmam-ı Gazali’nin büyük bir müctehid olduğunu belirterek, “İslam tarihinin en büyük müceddidi Gazali; Buhari, Şafii ve Eş’ari’nin başlattığı süreci tamamlayıp dini anlayışı tahkim ederek, İslam’da sekülerleşmeye giden yolu tıkadı ve akidevi-siyasi olarak Sünniliği formüle ederek meşruiyet krizini önledi. Kısaca Gazali’yi anlamak, İslam’ı anlamak demektir.” dedi.
Gencer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İslam dünyasının mütefekkiri Gazali’nin, tarih, felsefe, fıkıh ve sosyolojik açıdan sahip olduğu önemi anlatarak, onu anlamak için dinler tarihinin iyice araştırılması gerektiğine işaret etti.
Hristiyan dünyasında yaşandığı gibi dinlerde teodise probleminden kaynaklanan sekülerleşmenin “reform ve aydınlanma” olarak yansıtılan iki ana boyutu olduğunu anlatan Gencer, “Reform, dinin içinden, İslam’da şeriat, Hristiyanlıkta teoloji (akide) olarak dinin dogmatik yapısının tağyiri, aydınlanma ise dinin dışından tağyiri, önce şeriat ile hikmetin telifi, bilahare Hristiyanlıktaki gibi hikmetin şeriatın yerine geçirilmesi demektir. Dinin yozlaşması demek olan reformla aydınlanma, ancak nihai olarak teodise probleminin halliyle sonuçlanacak tecdidle önlenebilir.” ifadelerini kullandı.
Gencer, reform ve aydınlanmanın önünü kesecek anti-reformcu ve anti-aydınlanmacı tecdidin, nakil ve akıl arasındaki irtibat ve dengenin iyi kurulması gerektiğini ifade ederek, böylece dinin ve din anlayışının tahkimine bağlı olduğunu anlattı.
Prof. Dr. Gencer, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yani ilim-zan, iman- akıl, ilim-hikmettir. Buhari, rivayet eşittir hadisin sübutunu, Şafii, delalet bakımından ilim-eser münasebetinde ilim eşittir hadis eşittir rivayetin önceliğini, rivayetin asıllığını, dirayetin rivayette içkinliğini vurguladı. Rivayeti sünnete, sünneti vahye eşitleyerek hadis eşittir sünnet eşittir din formülüne ulaştı. Böylece ‘Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur.’ diyerek, dinde keyfi reform ihtimalinin önünü kesti. Eş’ari ise nakil-akıl dengesinde vahiy ve imanın akla önceliğini, dinin son tahlilde inanmak ya da inanmamak arasındaki sınırdan bir tarafın tercihi olduğunu ortaya koydu.
İslam tarihinin en büyük müceddidi Gazali ise Buhari, Şafii ve Eş’ari’nin başlattığı süreci tamamlayıp dini anlayışı tahkim ederek, İslam’da sekülerleşmeye giden yolu tıkadı ve akidevi-siyasi olarak Sünniliği formüle ederek meşruiyet krizini önledi. O, farklı seviyelerde Allah’ın marifetine imkan veren tasavvufi hiyerarşik bir tevhid anlayışıyla Allah’ın zatının adalet sorgulamasından tenzihini, diğer taraftan teodise probleminin alanını usul-i dinden usul-i fıkha kaydırarak, müessirden esere, (Allah) şari’den şeriata geçişi sağladı. Böylece şeriat ile hikmetin telifi yoluyla tanrı merkezliden, şeriat merkezli bir din anlayışına geçerek, İslam’da teodise problemini kalıcı bir şekilde çözümledi. Kısaca Gazali’yi anlamak, İslam’ı anlamak demektir.”
“Müctehid ve müceddid mertebesine çıktı”
Dört mezhep imamı başta olmak üzere İslam tarihindeki bütün müctehid ve müceddidlerin de istisnasız sufi olduğunu ileri süren Gencer, “Huccetü’l-İslam denen Gazali de ancak tasavvuftan nasibini aldıktan sonra müctehid ve en büyük müceddid mertebesine çıkmıştır.” değerlendirmesini yaptı.
Gencer, bu hususta İslam tarihinden örnek vererek, şöyle devam etti:
“İmam Şafii, ilm-i zahirde mütebahhir olduğu halde Şeyban er-Rai’nin önünde talebenin mektepte oturduğu gibi oturur ve ondan bazı meseleler sorardı. Bu yüzden bazıları ona Aziz Mahmud Hüdayi’nin, ‘İlim-Amel Seyr-u Süluk’ adlı eserinde belirttiği gibi ‘Senin gibi bir alim, nasıl oluyor da böyle bir bedeviye mesele soruyor?’ deyince, ‘Şeyban, bizim bildiğimiz ilmi de bizim bilmediğimiz ilmi de bilmektedir.’ diye cevap veriyor.
İkincisi, dini ilimler yanında astronomi ve matematik gibi tabii ilimlerde de İslam tarihine altın harflerle adını yazdırmış olan büyük alim Ali Kuşçu, Herat’ta ziyaret ettiği Nakşibendi şeyhi Molla Cami’den astronominin en ince meseleleriyle ilgili doyurucu cevaplar aldıktan sonra bu hakikati keşif melekesini Nakşibendiliğin geliştirdiğini söylemiştir. ‘O günden sonra bana, bu alemde kutsal nefes denilen şeyin varlığı malum oldu. Bazı mürşitler, bu kudretin Hacegan tarikatıyla meşgul olmaktan ileri geldiğini, çünkü bu tarikatta aklı terbiye eden ve idrak melekesini kuvvetlendiren bir tesir bulunduğunu söylediler.’ şeklinde ifade eder.”
“Gazali’nin ne yaptığını anlamıyorlar”
İbn Rüşd’ün, İmam-ı Gazali’nin yazdığı “Tehafütü’l- Felasife” (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserine karşılık olarak, “Tehafütü’t- Tehafüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eseri yazmasından sonra Rüşd ve Gazali arasındaki tartışmaları değerlendiren Gencer, “Modern Batılı ve oryantalist görüş, İmam Şafii, Eş’ari ve Gazali’yi İslam’da reform ve aydınlanmanın önünü keserek, İslam dünyasının geri kalışına sebep olan kişiler olarak hedefe oturtmuştur.” dedi.
Gencer, modern Batılı ve oryantalist görüşün Şafii’nin dirayeti, Eş’ari’nin akıl ve iradeyi, Gazali’nin ise felsefeyi öldürdüğü iddiasında bulunduğunu söyleyerek, şunları anlattı:
“Maalesef İslam dünyasında ve Türkiye’de bilhassa ilahiyat camiasında da Batı kaynaklı bu Gazali aleyhtarı görüş, revaç bulmuştur. Hatta bu husumet, ülkemizdeki bazı ilahiyatçıları ‘Gazali’ye sövmeyen, benim dersimden geçemez…’ dedirtecek kadar cinnet derecesine varmıştır. Bunlar Gazali’nin ne yaptığını anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar. Gazali’nin ne yaptığı, bugün bile tam olarak anlaşılamamıştır demek mübalağa olmaz. Gazali, aslında ‘Tehafütül-Felasife’ ile radikal bir tenkide tabi tuttuğu felsefeye dair, birbirine bağlı üç şey yapmıştır. Bunların birincisi teodise ve ona bağlı meşruiyet krizlerini çözerek felsefenin içtimai varlık sebebini ortadan kaldırmıştır. İkincisi, onun epistemolojik haddini çizmiş, teknik sahasına çekilmeye zorlamıştır. Üçüncüsü ise mantığa dayandırmak suretiyle kelama da ‘ontoloji’ gibi teknik bir muhteva kazandırmış ve felsefeyi entegre etmiştir. Böylece Gazali’den sonra felsefe kelamla imtizaç ederek, ‘İkinci Klasik Dönemi’ başlatan yeni bir ivme kazanmıştır.”
“İbn Rüşd, Batı’nın filozofudur”
Lafzen “teoloji” manasına gelen “ilahiyat”ın, dinde, tasavvufta, felsefede ve teosofide farklı mana ve anlamlar taşıdığını aktaran Gencer, “İlahiyat, dinde kelam, yani teodise problemine bağlı tanrı araştırması, tasavvufta marifet, felsefede ontoloji, teosofide ise ‘ilm-i hakikat’ denen kelam, ontoloji manalarını taşır. Hristiyan emsali Augustine, ‘teoloji olarak din’, Gazali ise tam aksine ‘sünnet olarak din’ anlayışını temellendirdi. İşte ilahiyat camiası bakımından çağdaş İslam dünyasındaki mücadele de ‘sünnet ile teoloji olarak din’ anlayışları arasındaki mücadeledir.” diye konuştu.
Prof. Dr. Bedri Gencer, İslam dünyasında Gazali ile İbn Rüşd arasındaki Tehafüt muhakemelerinde Osmanlı dahil, genelde Gazali’nin haklı bulunduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
“Böylece o, İslam dünyasında sahih din anlayışının ve düşüncesinin önderi olarak sarsılmaz bir otorite kazanmıştır. İbn Rüşd, Batı’dan farklı olarak umumi değil, hususi-batıni olarak hikmeti esas aldı. Aslında İbn Rüşd Batı’nın, ‘allame-i mutlak’ şeklinde ifade edilen Fahreddin Razi de Doğu’nun filozofudur. Modern çağda Batı’nın Eş’ari ve Gazali gibi İslam alimlerini mahkum ederken, İbn Rüşd ve İbn Haldun gibi alimleri sahiplenmesi, bayraklaştırması manidardır. Bu iki alimin Batı’ya cazip gelmesi, muhtemelen birinin hikmet-i nazariye, diğerinin hikmet-i ameliye alanında şeriata karşı hikmeti savunmasıdır. Halbuki bunlar da özünde mümin alimlerdir. Mesela ilginçtir, Gazali’ye göre temel kaynaklar kitap, sünnet, icma ve akıldan ibaret iken İbn Rüşd bunlardan aklı hariç tutmuştur.”
Yorum ekle