Yazarlar

Libya sahasında gerçekler ve ihtimaller

Akdeniz’in ufka doğru mora çalan mavisi, yakında doğal gaz alevinin rengiyle özdeşleşecek. Belki de kıpkızıl bir kan gölüyle.  Rengi belirleyecek olan, Türkiye’nin Libya harekâtına verilecek tepkiler. Emsali nadir görülebilecek bir kuşatmayla karşı karşıya olan Türkiye, cesurca bir atılım ile korkakça bir ricat arasında kendi tercihini yaptı. Libya, ablukayı yarmanın, gasp edilmek istenen enerji kaynaklarına sahip […]

Akdeniz’in ufka doğru mora çalan mavisi, yakında doğal gaz alevinin rengiyle özdeşleşecek. Belki de kıpkızıl bir kan gölüyle.  Rengi belirleyecek olan, Türkiye’nin Libya harekâtına verilecek tepkiler.

Emsali nadir görülebilecek bir kuşatmayla karşı karşıya olan Türkiye, cesurca bir atılım ile korkakça bir ricat arasında kendi tercihini yaptı. Libya, ablukayı yarmanın, gasp edilmek istenen enerji kaynaklarına sahip çıkmanın diğer adı artık. Ülkenin ve daha nice ülkelerin doğal gaz ihtiyacını asırlarca karşılayacak muazzam yataklar belli ki masa başında centilmence müzakerelerle pay edilemeyecek. Kural işliyor: Temas Muhakkak!

Ve behemehal. Anlaşmanın diğer tarafı düştü düşecek bir başkent çünkü. Ülkenin %85’ini düşmanına kaptırmış, kalan kısmı da kapsamlı bir muhasaranın pençesinde kıvranan, naçar bir müttefik. İkmal ve tedarik için kala kala elinde risk altında bir liman ve ateş altında bir havaalanı kalmış. Başkent bile çatırdamış ve yarı yarıya bölünmüş durumda. Türkiye’yle dost olmanın bedeli ağır, düşman azimli ve iştahla ilerliyor.

Müttefiklerimiz, Hasımlarımız

Senelerdir bir türlü sahici bir ordulaşma süreci yaşayamamış, küçük hesaplar ve ihtilafların cenderesindeki küçük milis gruplarının zoraki koalisyonu bundan daha parlak bir neticeyi hak ediyor mu ki? Şu şartlarda bile devlet gibi değil çete gibi davranmaktan hayâ etmeyen, para lazım olduğunda banka ve bakanlıkları topla tüfekle basan mafyavari yapılar, huylarını bir çırpıda terk mi edecekti sanki? Bu hâlleriyle düşmana galebe çalarak ülkeyi yeniden tek bayrak altında birleştirmek onlar için hayal olmaktan bile uzak. Son mahalle ve semtleri birkaç hafta daha koruyacak kıvam dahi onlarda yok. Kuzey Afrika’daki tek dostumuz, bizi Akdeniz’den sürülmekten kurtaracak tek tutamağımız işte burası.

Düşmanımız Hafter ise, onu hafifsememize sebep olabilecek sicilindeki olanca başarısızlıklara rağmen, tecrübeli bir general. Sahada yetişmiş, epey harp görmüş, farklı güçlerle farklı cenklerin çemberinden geçmiş 60 senelik bir asker. Karnı tıka basa dolar ve riyal ile tok, sırtı bir yandan Kremlin bir yandan Pentagon hibeleriyle pek.  Onun 25 bin kişilik ordusu da yamalı bohça milis gruplarından oluşmakla birlikte Trablus güçlerine nispetle ordu sıfatını daha çok hak ettiği aşikâr. Daha disiplinli ve bütünlüklü; tek elden komuta edilen, lojistiği, üsleri, hava gücü ve havaalanları, donanmasıyla tam tekmil hem de.

Sıfır Saat

Uzun bir süredir yaptığı yığınağını tamamladı ve son kale Trablus’un kapısına alayişle dayandı. Hafter askerî tecrübesinin yanı sıra tipik bir Ortadoğu generalinin ve diktatörünün doğal olarak sahip olduğu siyaset ve entrika becerisine de ziyadesiyle sahip. Trablus saflarını dağıtmak için milislere af çıkarıyor, aşiretleri safına katmak için durmaksızın kulis yapıyor, kendi safında ölen askerler için ailelerine yüklü tazminatlar vaat ediyor. Nüfusun yarısına hükmettiği harap ülkeye nizam vaadinin karşılığında ise kalan ömrünü eski dostu ve hasmı Kaddafi’nin tahtında geçirmek istiyor. Bunu başarması an meselesi… Tablo en iyimser ressamımızca bile daha iyi resmedilemez.  Şu hâlde?..

Zaten sürdürülemez olan bu halet, Türkiye’nin sahaya doğrudan ve bizzat inmesiyle değişebilir ancak. Yoksa ne anlaşma kalır ne doğal gaz ne de Akdeniz. Nitekim Trablus taarruzunun son merhalede şiddetlenmesi üzerine lojistik desteğini süratle artırmanın yanı sıra Türk devletinin bir kurmay zekâsını da intikal ettirmeyi nihayet başardığı anlaşılıyor: Hafter’in şamatalı zafer yürüyüşü aniden sekteye uğradı; kayda değer hiçbir ilerleme kaydedemedi; hatta sertçe geri itilerek, elindeki stratejik mevkilerden bile oldu.

Dengelere etki edecek ağırlık ve hacimdeki kabilelerden bazıları ona karşı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer alacağını duyurdu. Kabileler ülkesi Libya’da, reisleri yanında tutan ülkeyi elinde tutar; bu, Hafter için hiç de hoş bir haber değil. Üstelik kendi kontrolündeki Sabrata gibi şehirlerde halk birleşerek Hafter güçlerinin şehri terk etmesi için 48 saat mühlet verip yönetime el koyarken. Son taarruzunu başlattığında “Trablus’un hürriyetine kavuşması için sıfır saat kaldı” demişti; şimdi yelkovan ve akrebin kıskacında olan kendisi.

Bayraktar, Wing Loong’a Karşı

Belki de El-Arabiya’nın haberi doğrudur, Türk özel kuvvetleri tez elden sahadadır. Ama külliyetli bir sayıda olmadıkları muhakkak. Çünkü henüz dost Libya tarafının Türkiye’nin kullanımına verebileceği güvenilir bir üssü bulunmamaktadır. İnip kalkan kargo uçakları isabet alırken Türk askerinin konuşlanması için henüz erken. Önce muhtemel üsleri ateş menzilinden çıkarmak gerekli, şu an yapılmakta olan da bu.

Bir öncü güç gibi savaşacak İHA’lar Kıbrıs Geçitkale’deki geçici tesislerinde konakladı bile. Geçici çünkü o kadar uzak mesafeden havada kalış sürelerini ve bombardıman sıklığını istenen seviyede tutmak mümkün değil. Bu F-16’lar için de geçerli. Uçak gemin yoksa fazla seçeneğin de yok. Pahalı seferlerden ve seyir füzelerinden başka.

Libya’daki kapışma son aylarda insansız hava araçlarının etkin ve yaygın olarak kullanımına dayalı idi, bundan sonra iyice İHA ve SİHA savaşına dönecek. Pilotlu uçak sistemlerinin altyapı ve zayiat endişesi sebebiyle asgari seviyede kullanılabildiği harpte SİHA’lar stratejik bir öneme sahip. Lojistik hedeflere ve komuta kademesine dönük saldırıların çoğu bunlarla yapılmakta çünkü. Katar’ın Türkiye’den alarak Trablus hükümetine verdiği Bayraktar’lar, Birleşik Arap Emirliği’nin Çin’den alarak Tobruk ordusuna verdiği Wing Loong’lara karşı cenk ediyor. Bu yönüyle Libya savaşı insansız araçların gövde gösterisi yaptığı bir arena olmaya aday. Bayraktar’ın prestijini alaşağı etmek için yedi düvelin güçlerini seferber ettiğini görmek için çok kuşkucu olmaya gerek yok. Silah sanayinin baronları, Türk teknolojisinin piyasadaki rekabet kabiliyetini düşürmek için mümkün olan en yüksek sayıda Bayraktar düşürmeye odaklanmış durumda.

Çöl, Hastalık ve Haşerat

“Bir gece ansızın gelebiliriz!..” Ne var ki Libya Suriye’deki kadar bekleyemez. Türk askeri de sanıldığı kadar yüksek bir mevcutla ve derinlemesine gidemez. Zira yarım asırdır denizaşırı savaşa girmemiş bir orduyu, ikmali bu kadar meşakkatli ve masraflı bir coğrafyaya göndermek, harekâtın kapsamı arttıkça riskli bir girişim. Libya’nın 60 dereceyi gören uçsuz bucaksız çöllerinde, İkinci Dünya Savaşı’nda buralara yolu düşmüş, hastalık ve haşerat karşısında bitap düşmüş İngiliz ve Alman askerlerinin yaşadıklarını hatra getirmektedir. Hele ikmal hatlarımızın Yunanistan ve Mısır gibi sırada bekleyen düşmanlarca zora sokulma ihtimalini hesaba kattığımızda, yeterince yakın hava desteği alamayan birliklerimiz ciddi biçimde sorunlar yaşayabilir.

Kapsamlı ve derinlikli bir kara harekâtı o yüzden  Türkiye’nin tercihi olamaz. Bir gece ansızın gitmeli, Tobruk’taki düşmanı dağıtıp nüfusu kıt çöllere sürmeli ve bunu mümkün olan en az insan zayiatıyla yapmalıdır. Görev, -imkânsız olmasa da- harekâtı destekleyen kamuoyunun sandığından daha zordur.

En Berbat ve En İyimser Senaryolar

Evvelemirde SİHA’lar ve donanma ateşiyle Hafter’in kıyı savunması bertaraf edilecektir. F-16’lar marifetiyle Tobruk güçlerinin üsleri devre dışı bırakılarak hava hakimiyeti sağlanacaktır. Özel kuvvetler ve komando ancak bundan sonra nakledilecektir. Bu süreç ne kadar uzarsa Türk ordusunun uğrayacağı olası hasar ihtimali yükselecektir.

Kaddafi’den kalma hava savunma sistemi aşılsa dahi bonkör tedarikçiler Rusya’dan ve Doğu bloğu ülkelerinden yeni sistemlerin temini için koşturmaya başladılar bile. Baş tedarikçi Birleşik Arap Emirlikleri boş durmuyor; seyir füzelerimizi havada avlamak için Rusya’dan aldığı Pantrisleri kullanıcılarına teslim etmeyi başardı. Daha yeni ve işlevsellerini bulmak için de elinden geleni yapmaktan geri duracak değil. Tobruk’un belini bir an evvel kırmazsak alacağı yeni takviyelerle bu her kademede daha bir çetin olacaktır.

Yunanistan, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Fransa, Rusya, ABD, İsrail… Hepsi Türkiye’yi Akdeniz’de hezimete uğratmak için farklı seviyelerde işbirliği içinde iken askerî güç ve irade kadar diplomatik ustalık ve manevralar da hayati önem arz ediyor. Hassaten savaşa istekli gözüken Yunan ve Mısır donanması Türkiye’nin bütün harekâtını baltalayacak imkânlara sahip; bu çok hassas bir nokta. Mısır’ın elini çabuk tutup Libya’ya karadan girmesi durumunda çölde mekanize birliklerin ve piyadelerin çarpıştığı bir Türkiye-Mısır savaşı senaryoların en berbatı.

Türkiye, tüm düşmanlarıyla çarpışmayı göze alarak bu yola girdi ama dövüştüğü düşman sayısını en aza indirerek muradına ermek için çok dikkatli ve titiz bir diplomasi yürütecektir. İşin doğrusu Akdeniz’deki zenginlikler herkese yetecek kadar çoktur; Türkiye de masayı dağıtmak için değil, bilakis kurmak için sahaya çıkmak zorunda kalmıştır. Kuvvetini etkili biçimde kullanır, Hafter’i tasfiye ederek CIA’den alacağı emekli maaşına mahkûm etmeyi başarırsa bileğini öpmek için düşmanlarının hepsi sıraya girecektir. Bu da en iyimser senaryodur.

Melez Savaş

Türk askerine karşı Libyalı milisler savaşabilir mi, kültürel kodları buna ne kadar müsaittir? Ya Mısır’ın? Tarih ve sosyoloji hiç de aleyhimize değil. Kendilerini Türk soylu olarak tanımlayan Tuaregler gibi Sahra Çölü’nün kadim sakinlerini Hafter’e kaptıran süreci alt edebilirsek talih de yüzümüze gülebilir.

Türkiye’yi Libya’da da bundan sonraki sahalarda da hibrit/melez savaşlar bekliyor. Devlet, çevresini saran bu yeni şartlar karşısında ne yapacak? Mecbur bırakıldığı kirli savaş yöntemlerini elini kirletmeden ne derece kullanabilecek? Savaş sadece sahada kazanılmayacak yani, masada da değil. Bu özel savaş teknikleri harbin bir cüzü artık.

Mesela Türk düşmanlığını kimselere bırakmayan BAE, bilhassa 15 Temmuz’dan bu yana, Türkiye’ye karşı her komplonun içinde pervasızca yer almasının bedelini ödemezse bundan vazgeçecek değil. Bizim fakiranemizde kırılmadık cam bırakmadılar ama bu sonradan görme eyyamcıların unuttukları şey evlerinin baştan sonra camdan olduğu. Tek başına Dubai tüm Türkiye’ninki kadar yıllık turizm gelirine sahip: 30 milyar dolar. Tüm bu şatafatı sıfırla çarpmak işten bile değil.

Ruslarla Dans

Ülkeyi Suriye’de Rusya’nın inisiyatifine teslim eden aynı kadrolar olması hasebiyle Libya’da da Ruslarla dans dejavusu yaşatabilirler bize.

Suriye gelmiş geçmiş en girift savaştı. Libya onu aratırsa şaşırmayalım.