Yazarlar

İstiklâl Marşı bizim neyimiz olur?

İstiklâl marşı, sadece şiir olarak kalsaydı bile Mehmet Âkif’in şiir külliyatı içerisinde gerek şiirsel gücü gerekse muhtevasındaki zenginlik sebebiyle yine de önemli bir metin olarak görülmeye devam edecekti. Ama bu metin, şiir olmanın ötesinde geçti, millî vicdanın ve şuurun sesi olarak müstesna bir şiire dönüştü. Bu niteliğinden dolayı da 12 Mart 1921’de TBMM’de millî marşımız olarak kabul edildi. O günden bu yana da bu özelliğini korumaya devam ediyor.

Marşı nasıl anlamalıyız?

“Kahraman Ordumuza” ithafıyla yayımlanan bu metin bugün için nasıl anlaşılmalı gibi bir temel soruyu bugün için sormamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü; bu marş Millî Mücadelenin o zor şartlarında milleti ve askerleri mücadele konusunda güçlendiren bir metindi. Muhtevasında dile getirilen değerleri halkın şuuraltından şuur üstüne çıkararak bu mücadelenin hangi anlayış çerçevesinde verilmesi gerektiğini dile getiriyordu. Sonuçta kendisinden beklenen gaye gerçekleşti ve mücadele kazanıldı. Mücadele kazanıldıktan sonra ise yeni kurulacak siyasi yapının ve yazılacak anayasanın da kurucu metni olması bekleniyordu.

Ama olmadı. Olmaması bir yana süreç içerisinde kaldırılmaya yahut değiştirilmeye çalışıldı. Mesela 1926’da ve 1938’de böyle girişimler yapıldı. Yine 1960 ve sonraki darbe dönemlerinde hedef tahtasına oturtuldu. Tartışma konusu yapıldı. Bu sürecin günümüze kadar zaman zaman tekrarlandığı da biliniyor. Hatta İstiklâl marşına sahip çıkması gereken kimi kesimler bile bu tartışmaların öznesi oldu. Kısacası İstiklâl marşı milli marşımızdı ama hem muhalifleri hem de benimseyenleri hiç eksik olmadı.

Üzerine şal örtmek

Bütün bunların marş adına şöyle bir olumsuz netice doğurdu. Madem kaldırılamamıştı öyleyse üzerine bir şal örtülmeliydi. Öyle de oldu ve sadece müzikal tarafı öne çıkarıldı. Bu da anlam dünyasına girebilmenin bütün imkânlarını ortadan kaldırdı. Görünüşte her vesile ile ilk iki kıtası besteli olarak söylenmekteydi ama bu marş neden yazılmıştı, neden başkaları tarafından değil de Akif tarafından yazılabilmişti? Onda sadece hamaset mi vardı? Yoksa bir tarih yorumu, değerlerimize ilişkin bir tanımlama yapılmış mıydı?

İşte bu ve benzeri sorular üzerinde düşünme imkânları ortadan kaldırıldı. İstiklâl Marşını bugün de yine her vesile ile söylemeye devam ediyoruz ama bu marş bize ne söyler, muhtevasında hangi değerlere vurgu yapar gibi sorular bizden çok uzağa düştüğü için hep bir ağızdan “Korkma” desek “İstiklâl” desek “bayrak” desek dahi bunlardan ne anlaşılması lazım gelir sorusu gündemden düştü/düşürüldü. Böyle olunca da neredeyse herkesin ezbere bildiği ama anlam dünyası üzerine hiç düşünülmeyen bir metin oldu.

Oysa bugünlerde yaşadığımız şartlar, Millî Mücadele günlerinin şartlarından hiç de farklı değil. Ortada o yıllarda olduğu gibi askerî bir işgal, saldırı, bayrağı yere indirme, ezanı dindirme gibi girişimler somut olarak henüz gözükmese bile –ki bunlar da hiç denenmemiş değildir- bu kavramların anlamları tefekkür edilip gerek anayasanın gerekse millî ve dînî anlayışımızın temelini oluşturmadığı için işgal de saldırı da başka renk ve şekillerde devam ediyor. Mesela İstiklâl meselesi, sadece siyasî ve askerî bir mesele midir? Kültürel ekonomik manada bir İstiklâlden söz edebilir miyiz? Yine mesela neden ilim dilimiz Türkçe değildir? Neden bu ülkede dînî ve millî değerlere savaş açılmakta ve bunlarla mücadele hiç bitmemektedir? Bunlar ve benzeri sorular İstiklâl harbinin cephede kazanılmış olsa bile maneviyatta, kültürde, ilimde, sanatta, ahlakta devam ettiğini göstermektedir. Bu da İstiklâl marşını yeni bir yorumla ele almamız lazım geldiğini ortaya koymaktadır.

Marşın anlam dünyası

Bunun için ise marşın anlam çatısını oluşturan dört temel unsura bir daha bakmak gerekiyor. Bunlar “din”, “devlet”, “millet” ve “vatan” kavramlarıdır. Bunları destekleyen, zenginleştiren diğer kavramlar ise bu marşta ifadesini bulan “İstiklâl”, “hürriyet”, “bayrak”, “sancak”, “aile”, “mabed”, “ezan”ve “şehitlik”tir. İşte bu marşı söylerken mesela devlete bakışımız nedir? Dine nasıl bakıyoruz? Bir millet hükmünde miyiz yoksa dağılma, çözülme gibi bir tehlike altında mıyız? Vatan deyine ne anlıyoruz? Keza aynı şekilde bayrak, aile, ezan, cami bize neler söylemektedir?

Bu doksan dokuz yıllık sürece baktığımızda şunu görüyoruz? Geniş halk kitleleri duygusal manada da olsa bu kavramlara sahip çıkmışlardır. Halen de büyük ölçüde öyledir. 15 Temmuzda milletin tavrı bize bunu göstermiştir. Ne var ki Tanzimat’tan beri süren batılcılık, yabancılaşma aramızda bu değerlere muhalif hatta düşman nesilleri de ortaya çıkarmıştır ve bu bir asırlık sürede inisiyatif daha çok onların elinde olmuştur. Böyle olunca da İstiklâl marşında ifadesini bulan değerler şeklen ortadan kaldırılamasa bile muhteva olarak ya itibarsızlaştırılmış ya da anlam değişmelerine uğratılmıştır. Hele 15 Temmuzdan sonraki süreç, bu anlamda daha feci sonuçlara neden olmuştur. Artık insanlar dini görünümlü bu hain yapının bu teşebbüsünün ardından dînî-millî olan her şeye şüphe ile bakar hale gelmiş ve çareyi bunlardan uzaklaşmada bulmaya başlamıştır. Bu da varlığımızın dün olduğu gibi bugün ve yarın da teminatı olan ve olacak olan değerlerin tehdit ve saldırı altında olduğunu göstermektedir.

İstikbâl marşı olarak da görülmeli

Millî Mücadele yıllarında İstiklâl marşı ihtiyacı bu mücadeleyi destanlaştırarak geleceğe taşımak ve ebedileştirmek arzusundan ortaya çıkmış ve böyle bir marşı mücadelenin başından beri içinde bulunan yerli-millî bir şahsiyet olan Mehmet Akif yazmıştı. Üstelik bu marşta ifadesini bulan değerler, milletin ortak değerleriydi ve bu yüzden bu marşı her ne kadar Akif yazsa da bunu milletine tercümanlık yapmak adına yazmıştı. Yani bu marş milletin ortak duygu dünyasını yansıtıyordu ve şairi de bu yüzden onu Safahat’ına almamış ve milletine armağan etmişti. Yine bu marş, sadece o günlerdeki İstiklâl mücadelesini yansıtan bir metin olmaktan ibaret değil muhtevasındaki değerlerle aynı zamanda bir “istikbal” marşıydı. Geleceğin Türkiye’sinin de bir “mutabakat” metni idi.

Şimdilerde doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden kuşatıldığımız bu günlerde “İstiklâl” ve “istikbal”imiz adına bu marşta ifadesini bulan değerler üzerinde daha çok durmamız, bunları kelime ve kavram olmanın ötesinde taşıyıp yaşanan değerler haline getirmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde bir asır önce kazanılan millî mücadele akim kalacak, istiklâlimizi kaybedeceğimiz gibi istikbalimizi de kaybedeceğiz demektir. İşte İstiklâl marşı bu yüzden bir tören marşı olmanın ötesinde anlaşılmalı ve anlamlandırılmalıdır. Unutmayalım ki bu marş, bize Mehmet Âkif’in ve Millî Mücadelenin şehit ve gazilerinin bir hatırası olmasının ötesinde bir vasiyetidir. Öyle olmasa idi Âkif, bize “Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın/Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın” demezdi.

Şimdi bütün şahsi ve indi mülahazaları bir yana bırakıp yine bu marşı orak bir “mutabakat metni” ve “birleştirici bir değer” olarak görmemiz gerekiyor. Sağduyulu bir yaklaşım ve ciddi bir geçmiş-gelecek okumasıyla eminim ki bu marş bunu bize sağlayacaktır. Yeter ki ön yargılarımızdan kurtulalım. Mesela “ırk” kelimesi geçti diye bu metni reddetmeyelim. “Batıya “canavar” denildiği için “medeniyet” muhalifi bir metin olarak görmeyelim. Bu metinde yer alan dini değerler ise kimseyi ürkütmesin. Bunlara inanmayanlar en azından şunu görmeliler. Bunlara inanan bir millet var ve bu millet sizin milletiniz. Bu vatan, sizin de yaşadığınız yer.

Birleştirici dil ve değerler

Bütün bunlar için ise “birleştirici bir dil” ihtiyacımız var. Siyaset, doğası gereği ayrıştırman medet umabilir ve böyle bir dil kullanabilir. Bu dile yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin odun taşımaması gerekir. Unutmayalım ki biz Batının gözünde Orta Asya steplerine dönmesi gereken gayr-ı medeni bir topluluğuz ve onların derdi aslında ne petrol ne şu ne bu. Sadece bizi millet yapan değerlerimiz. Bu dün de böyleydi bugün de böyle olacaktır. Bu körü körüne bir batı düşmanlığı da değildir. Mevcut anlayışı tespittir sadece. Öyleyse İstiklâl marşında ifadesini bulan değerlerle yeniden millet olup siyasi, askeri, ilmi, ekonomik, kültürel her sahada güçlü bir devlet olmamız en hayati meselemizdir. Aksi takdirde yaşama hakkımız olan “İstiklâl” Allah korusun elimizden çıkar, ezan susar, bayrak yere iner ve yeni bir Millî Mücadele şartlarıyla sıcak çatışma anlamında da karşı karşıya kalabiliriz. Nitekim bunun provalarının yapıldığını da görüyoruz. Öyleyse birleştirici değerlerimizi etrafında yeniden kenetlenmek bunun için de birleştirici bir dil kurmak ve kullanmak gibi bir meseleyi görmezden gelemeyiz. Âkif, vefatına yakın yıllarda “Yeni bir İstiklâl marşı yazılabilir mi?” sorusuna “Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!” şeklinde bir cevap vermişti. Bu dua mahiyetindeki sözün gereğini bugün de hem kalbi, hem kavli hem de fiili bir dua olarak tekrarlamak ve gereklerini yerine getirmek gerekiyor.