Yazarlar

İstanbul İslamcılığının Varlık Evi: İstanbul

İstanbul İslamcılığı, Osmanlı modernleşmesi ile beraber ortaya çıkar. İstanbul’u mesken tutan bir entelektüel ve aksiyon hareketidir. Payitahtın politik gündemi, matbuat dünyası ve İslam dünyası ile süren ilişkilerine göre pozisyon almaktadır. Varoluşunun temelinde,  “devleti kurtarmak” vardır. Bunun yolunu İslam üzerinden giderek bulmaya çalışır. Bunun için de varlık evi olan İstanbul ruhundan beslenmektedir. İstanbul İslamcılığının entelektüel varlık […]

İstanbul İslamcılığı, Osmanlı modernleşmesi ile beraber ortaya çıkar. İstanbul’u mesken tutan bir entelektüel ve aksiyon hareketidir. Payitahtın politik gündemi, matbuat dünyası ve İslam dünyası ile süren ilişkilerine göre pozisyon almaktadır. Varoluşunun temelinde,  “devleti kurtarmak” vardır. Bunun yolunu İslam üzerinden giderek bulmaya çalışır. Bunun için de varlık evi olan İstanbul ruhundan beslenmektedir. İstanbul İslamcılığının entelektüel varlık evi İstanbul’dur. Bilincini, dilini ve dünya görüşünü burada inşa eder. İstanbul, bütün İslam coğrafyasının kalbinin atıldığı merkezdir.  Osmanlı başkenti olduğu gibi, Osmanlı İslamcılığının da başkentidir.

Bu hareketin en önemli meselelerin başında siyasal değişim gelir. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, İslam toplumunun ve siyasal otoritenin merkezini temsil eden hilafete bağlı kurumların değişimi gündemdedir. İkincisi, Batıdan çeşitli tazyikler ve müdahaleler altında İslam düşüncesi ve kurumları büyük tehditlerle karşılaşmaktadır. Üçüncüsü ise İslam’ı yeniden canlandırarak modernliğe karşı meydan okuma, cevap verme ve onunla uzlaşma arayışları bulunmaktadır. Sonuçta yaşanan sorunları çözmek için değişim talebi gündeme gelir. Genel değişim talebi karşısında İslam’dan ilham alarak bir siyaset geliştirilir İstanbul’da.  Hem nesnel gerçekliğiyle hem de öznel bilinciyle İstanbul ruhunu içinde taşıyan bir siyasettir bu.

Devletin ıslahatçı modernleşmesi

Değişim devletin klasik coğrafyasında çekilmesi, çeşitli yenilgiler yaşaması ve buhranlar geçirmesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı idarecileri bunlardan kurtulmak ve aynı zamanda yaşanan ekonomik buhranları gidermek için değişim amacıyla başlangıçta ıslahat ve tecdit çabalarında bulunuyorlar. Nitekim 1856 yapılında yapılan köklü değişimin adı Islahat Fermanıdır. Arkasından gelen meşrutiyet arayışı büyük oranda ıslahat nitelikli değişimleri temsil etmektedir. Elbette 1826 yılında yeniçerilerin kaldırılması gibi II. Mahmut tarafından gerçekleştirilen radikal değişimler de bulunmaktadır. Ama bunların adı da çoklukla “cedid” diye adlandırılır.  II. Abdülhamit ise modernlikle beraber yürüttüğü değişimler de daha uzlaşmacı ve tecditçi politikalar yürütmektedir. Örneğin Milli Mimari bu açıdan oldukça dikkat çekicidir. İstanbul Eminönü’nde Posta ve Telgraf Nezarethanesi olarak II. Abdülhamit tarafından temeli atılan bina, milli mimarinin en önemli örneklerinden biridir. Modernlik ve geleneğin sentezini içerir. Gelenekten tamamen kopmaz ve onu radikal bir biçimde değiştirmez. Eserin sağ ve sol uçlarındaki iki kubbenin birisine alafranga saat diğerinde ise alaturka saat yerleştirirler. Bunlar değişim ve modernlikle kurulan ilişkiyi oldukça dikkat çekici biçimde sembolize etmektedir. Saatler zamanı haber verir. Zaman aletleridir. Zaman iki kültürel dünyayı beraber taşır. Modern zaman ve gelenek zamanı. Yan yana ve beraber durmaktadırlar. Modern zaman,  alafrangadır. Yeni bir kültürü, bilinci ve kurumları getirmekte. Geleneğin zamanı ise Alaturkadır. Modern zamanlarda varlığını farklılaştırarak devam eder. Klasik zaman modernliğin içinde hem farklılaşır hem de farklılaştırır. Modernleştiği gibi modernliği de kendine benzetir. Bundan dolayı değiştiği kadar değiştirir de. Pür modernlerin hoşuna gitmeyen bu olgu alaturka denerek küçümsenir. Modernliğe çarpılan ve biçimsizleşen zaman algısını anlarlar. Oysa milli mimari hiç de böyle değil. İslam düşüncesinin modernlikle yaşadığı uzlaşma ve modern zamanlarda kendisini yeniden yorumlayarak varlığını sürdürme çabasıdır.

Gümüşhanevi tekkesi

Devletin çoğunlukla ıslahat ve tecdit temelinde yürüttüğü modernleşme değişimi karşısında garpçılar radikal bir tutum içindedirler. Devrimcidirler. En azından çoğunluk böyledir. Ancak İttihadı İslam düşüncesini benimseyen entelektüellerin değişme talebi devrimcilik teziyle ne örtüşür ne de birleşir. İttihad-ı İslamcılar ıslah, ihya ve tecdit kavramlarından oluşan bir değişim epistemolojisi inşa ederler. Osmanlı devletinin siyasal değişimini talep ederler. Ancak bunu inkılapçı bir tarz da istemezler. İslam düşünce geleneğinde yer alan değişimin tecdit yöntemine başvururlar. Özellikle Gazali ile beraber başlayan İhya düşüncesi ve daha sonra İmam-ı Rabbani ile Nakşi Müceddidiye olarak devam eden tecdit değişim yöntemi önemli bir tarihsel beslenme kaynağıdır. Nitekim 19. Yüzyıl Osmanlı devletinde ve Payitaht da Nakşi Müceddiye ekolü öne çıkmaktadır. II. Mahmut bile şeyhülislamlığa bu ekolden bir şeyhi göreve getirir. Abdülmecit ve özellikle annesi bu akımın önemli bir destekleyenidir. Gümüşhanevi tekkesi İstanbul’da bunun en önemli ocaklarından biridir. Bu İslam meşrebinde modernite ile beraber yaşanan sorunları aşmak için İslamiyet tecdit çerçevesinde yorumlanarak yenileme yöntemi pratize ediliyor.

İttihad-ı İslam entelektüelleri de İstanbul’da bu tekke başta olmak üzere mevcut dalganın etkili olduğu ortamda ve insanlarla beraber fikri mesailerde bulunuyorlar. Filibeli Ahmet Hilmi tecdit fikrini ortaya koyarken tasavvufi kurumların ıslahını da gündeme getirecektir. Sufi düşünce ile önemli etkileşimler içinde bulunacaktır.

İhtilalci değişimin reddi ve tecdidin savunusu

İttihad-ı İslamcıların Osmanlı siyasal düzeninin radikal bir biçimde saltanatı ve hilafeti terk ederek yapılanma gibi bir talepleri yoktur. Silahla ve darbe yaparak şiddet yoluyla değişim yöntemi de kabul görmemektedir.  Bunun yerine tecdidi benimserler. Aşama aşama ıslahatları yaparak değişimi savunmaktadırlar. Örneğin Mehmet Akif Ersoy, Asımın Nesli adlı şiirinde bir baba figürü olarak oğlu Asım’ın “inzibati” tutumlardan uzak durmasını söyler. Mısırlı Abduh gibi ıslahat yolunu benimsemesini söyler. Akif, böylece her çeşit inzibat değişim yöntemlerinden uzak durarak ıslah ile değişmeyi savunur.

Büyük devlet adamı ve İslamlaşma fikriyatının önemli teorisyeni Said Halim Paşa, Batıda her daim rastlanan siyasi ve içtimai ihtilallere gerek kalmadığını belirtir. İhtilalci değişimin İslam düşünce geleneğinde yeri olmadığına dikkat çekerek bugün de bu arayış içinde olanları eleştirir. Said Halim Paşa, önemli bir siyaset bilimcidir. İsviçre’de siyaset bilimleri okumuştur. Aynı zamanda bir sosyologdur. Değişmeleri toplumsal yapıya dikkat çekerek savunur. Bu çerçevede siyasi müdahaleler yaparak ve çeşitli kanunlar zoruyla toplumsal yapının değişemeyeceğini vurgular. Ona göre bir toplumun adet ve geleneklerini bir günde değiştirmeye kalkışmak “içtimai kanunları” bilmemek demektir. Sonuçta Osmanlı siyasal ve toplumsal düzeninin inkılapçı yöntemlerle değişimini ret eder.

Said Halim Paşa

Islahat, Said Halim Paşaya göre yenilenme ile beraber koruma ve muhafazayı beraberinde getirmektedir. Çünkü İslamlaşma akımının düşünürlerine göre modernleşme ile beraber tamamen değişmemeliyiz. İnkılapçılığa veya devrimciliğe gerek yok. Belli değerlerimizi ve kurumlarımızı muhafaza etmeliyiz. Her değişme de iyi anlama gelmemektedir. Bu açıdan İslamcılar hem muhafazakardır hem de değişimcidirler. Bu muhafaza etme tutumları nedeniyle bütün değişim savunularına  karşın oryantalistler tarafından gerici damgasını yemekten kurtulamamışlardır.  Paşa, Osmanlı modernleşmesi ile yaşanan değişmelerin,  toplumsal yapımızı dikkate almayan, batıdan bire bir aktarılan ve yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen siyasal müdahalelere dayandığı için başarısız olduğunu söyler. İstibdat eleştirisinden bulunmasına ve alternatif olarak hakimiyeti milliye tezini savunmasına rağmen inkılapçı bir değişim önermemektedir. Politik ıslahat fikriyatını önde tutmaktadır.

Filibeli Ahmet Hilmi

Tecdit teorisi, elbette geniş bir alanı kapsamaktadır. Toplumsal, kültürel ve dini kurumları da içermektedir. Genel bir ilke olarak benimsenmektedir. Filibeli Ahmet Hilmi’nin aşağıdaki pasajı, bu açıdan geniş bir tecdit perspektifini yansıtır:

“Terakki, esas cihetiyle değilse de, nazahirat ve eşkali cihetiyle teceddüd demektir.   Unutmayalım ki bu köhne alemin sermayesi, gayri mütebeddil bir madde ve bir mayedır. Bütün teceddüdler, bu mayenin istihalatı ve tahavvülat-ı mütemadiyesinden başka bir şey değildir. Laikin bir heyet-i içtimaiyyede terakki nedir? Teceddüd nedir?…. Teceddüdün , müstevceb(layık, gereken EY) terakki olabilmesi için icra-i faaliyet ettiği muhit vesair avamil-i tabiiyye ile  mütenasib olması şarttır. Böyle olmayan teceddüd, kafil terakki değil, ba’s-ı  inhitat( çöküşün doğuşu EY) ve mahi-i  mevcudiyettir( varlığın yok olması EY). Her hadise-i tabiiyye, diğer hadisatın yani muhitin tesirine tabiiyyet etmekle beraber kendinde dahi diğer hadisata ika’a(çıkarma, yaptırma EY) tesir edecek ve gelen tesiri kabul eyleyecek kuvvet vardır”. ( Ahmet Hilmi, 1910)

Yeniliklerin, yani teceddütlerin tekâmül ve terakkiye yol açabilmesi için mutlaka belli sosyolojik dinamiklerle buluşması, onlarla beraber var olması ve yine onlarla bütünleşmesi gerekir. Terakki ve tekâmülün yeniliğe yol açabilmesi ve toplumu yenilikçi yapabilmesi için bunlar şarttır. Yani terakki ve tekâmül toplumsal varlığın özellikleriyle beraber gerçekleşirse ve onlarla bütünleşirse toplumsal yeniliğe neden olurlar. Metinde dikkat edilirse terakki ve tekamül gibi değişme kavramları da teceddüt ile beraber anılmaktadır. Bu özellikleri ile İslamcılar pozitivistlerden de ayrışırlar. Terakki ve tekamül kavramlarını İslam düşüncesinin önemli bir değişme yöntemi olan tecdit içine yerleştiriyorlar.

İslamcı aydınlar, kendileri gibi İttihad-ı İslam siyasetini savunan II. Abdülhamit’i eleştirerek meşrutiyeti savunmuşlardır. Meşrutiyeti de tecdid içine yerleştirerek siyasi kurumların yaşadığı yozlaşmaları gidermek amacıyla İslam siyaset teorisini yeniden canlandırmaya çalışırlar. Bu açıdan bir siyasal tecdit ile karşılaşırız. Şura, istişare ve biat kavramları modern siyasal katılım ve siyasal yurttaşlıkla uzlaştırılır. Said Halim Paşa’nın İslam’da Siyasi Teşkilat risalesi bu açıdan ufuk açıcıdır. Hakimiyet-i milliyet ile şer’i şerifi sentezlemeye doğru bir adım atar. Adeta erken dönem “İslam demokrasisi” fikrini geliştirir.

“Devleti Kurtarmak”

İslamcılar, devleti kurtarma tutumu içerisindedirler. Devleti yıkmak, radikal bir biçimde değiştirmek ve yeni bir devlet kurmak gibi arayışları yoktur. İttihad-ı İslam siyaseti zaten devletin siyaseti olarak doğmuştur. İslamcılık da bunun bir parçasıdır. Devlete meydan okuyan değil, devleti ıslaha yönelen bir hareket olarak yapılanır. Said Halim Paşa önde gelen bir devlet adamıdır. Sarayda yetişmiştir. Mehmet Akif, yine devlet kurumlarında çalışmıştır. Elmalı, devlet medreselerinde görev almış ve yine üst düzey görevlerde bulunmuştur. İslamcılık bu açıdan Osmanlı devletinin önemli bir siyasetidir.

İslamcı aydınların sosyolojisinde devlet bağlamı önem taşır. Çoğunlukla eğitimli devlet memurlarıdır. Bundan dolayı da devlet aidiyetleri güçlüdür. Devleti şer’i şerifi temsil eden bir yapı olarak görürler. Hilafet otoritesini meşru görürler. Ancak devletin çeşitli zaaflar içine düştüğü, istibdata yöneldiği, batının karşısında geri düştüğü ve iç ayaklanmalarla beraber zayıfladığını düşünmektedirler. Devlet çeşitli zayıflıkları, gerilemeleri ve düşmanların taarruzlarıyla beraber kurtarılması gereken bir konumdadır. Bundan dolayı çeşitli eleştiriler ve önerilerde bulunurlar. Bu eleştiriler yapılırken devleti yıkmak veya tamamen değiştirmek gibi bir çabaları yoktur.

Bu eleştirilerin başında istibdat, yeterince modernize olamamak, istişarede bulunmamak gibi unsurlar gelmektedir. Bu eleştirilerle beraber siyasal çözüm için tecdit yöntemi önerilir. Tecdit önemli bir siyasal yenilenme ve değişme tezi olarak ortaya çıkar.  Payitahtın içinde bulunduğu siyasal bunalımı aşacak yol ıslahtır. Devlet ıslah edilerek ve yenilenerek kurtulabilir. İslam ümmetinin yaşadığı bunalımlar ve emperyalist devletlerin taarruzları karşısında direnecek siyasal otoritenin yeniden tecdit ile tahkim edilmesi gerekir. Bu bağlamda İslamcıların gözünde Osmanlı bir İslam devletidir. Bu devlet büyük taarruzlarla karşı karşıyadır ve ümmetin selameti için onu kurtarmak gerekir. Osmanlıdan bağımsız ve ona karşı bir İslam devleti fikriyatına rastlanmamaktadır.

İttihad-ı İslam fikriyatı, yaşanan siyasal bunalımı gidermek için tecditçi bir değişim stratejisi geliştirir.  Bu açıdan ıslahatçıdır ve İslam siyaset geleneğindeki ihyaya yaslanır. Başka bir ifade ile çağdaş dönemde yaşanan siyasal sorunları siyasal tecdit etrafında geliştirdiği ıslahat yaklaşımlarıyla gidermeye çalışır. Öte yandan ihtilalci, inkılapçı ve devrimci değişim arayışlarına karşı mesafeli bir tutum içindedir. İslam Devleti gibi bir siyaset teorisi peşinde de değildir. Çünkü mevcut Osmanlı devletini bir İslam devleti olarak görür ve onu kurtarmak hedefiyle hareket eder. Tecdidin diğer önemli bir anlamı da budur.