Yazarlar

Düşmanlar hep oradaydı, artık dost da düşman!

ABD Başkanı Trump, petrol ve kaya gazı üretimi konusunda ülkesinin kendi kendine yeter duruma gelmesiyle Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Ticaret Örgütü başta olmak üzere uluslararası kuruluşları küçümsemeye hatta bu tür kuruluşlara yönelik fonları keserek veya serbest ticarete kısıtlamalar getirerek ve Avrupalıları NATO’ya yaptıkları askeri katkıları artırmaya çağırdı. Trump başkanlık koltuğuna oturduğundan beri ABD’nin dünya meseleleriyle ilgili sorumluluğunu azaltmaya çalıştı.

Trump Ortadoğu’da, Asya’da risklerle karşılaşmak/yüzleşmek yerine kendinden önceki dönemlerin sorunlarıyla sıkışıp, kalmış, zorluklarıyla karşı karşıyaymış ve bunları çözmek zorundaymış gibi davranıyor.

Washington’un aynı zamanda Trump’ın yarattığı günümüzde şahit olduğumuz çelişkili davranışlar yumağının arka planında içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşanan yapısal bir dönüşüm yatıyor. ABD’nin kabul etmekte ve ayak uydurmakta zorlandığı bu dönüşüm sürecinde görünen, çıkarlarının ön saflarında artık Ortadoğu’nun yer almaması.

ABD yönetimi, Ortadoğu’daki küçük petrol çıkarları nedeniyle İsrail’in güvenliğine öncelik vermişti. Fakat İsrail’in artık bir “beka sorunuyla” karşı karşıya olmaması ve kendini ABD’nin doğrudan müdahalesinden kurtaracak “savunma yetenekleri elde etmesi” ile bu planı açıkladı.

Trump’ın ilan ettiği tek taraflı planın töreninde İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ın burada elçilerini görmek çok güzel, ne kadar önemli bir anda olduğumuzu gösteriyor” diyerek söze başlaması Ortadoğu’da düşmanların dost, dostların da düşman olacağı yeni bir döneminde şifrelerini barındırıyor.

Plana yönelik eleştiriler her ne kadar Kudüs yada Filistin toprakları üzerinde odaklansa dahi hayati ama bir o kadar sessiz gelişmeler de yaşandı.

BAE, Umman, Bahreyn, törende görünerek desteklerini açıklasa da örneğin bir Amman’ın ABD Başkanı Trump’ın ilân ettiği Yüzyılın Anlaşması’nın ayrıntılarına uzun bir süredir hakim olduğu biliniyor.

Ürdün’ün Filistin meselesindeki tutumu herkesin malumu fakat Amman önceki tutumundan farklı olarak bu plana esneklik gösterdi. Ürdünlü diplomatlar önümüzdeki dönemde “cesur” kararlar almaya hazırlanıyor.

Kısa bir süre önce Fransa 24 kanalına konuşan Kralı 2. Abdullah “Ürdün; bardağın dolu tarafına, planın nasıl gerçekleştirileceğine ve Filistinliler ile İsraillilerin nasıl bir araya getirileceğine odaklanıyor” dedi.

“Kudüs’teki Haşimi vesayetine” dokunulmaması kaydıyla Ürdün’ün de bu plana destek verdiği sessiz sedasız dillendiriliyor.

Ürdün’de yönetim yaklaşan İsrail seçimlerinin sonuçlarına dair yaptıkları tahminlerde/analizlerde Netanyahu’nun hükümeti yeniden kuracağını düşünüyor.
Bu tarihi gelişmelerle beraber bu plan dahilinde Ürdün, merhum Ürdün Kralı Hüseyin’in 1988’de aldığı “bağları koparma” kararını iptal etmeye hazırlanıyor. Bu karar, Ürdün ile Batı Şeria arasındaki idari ve hukuki bağların koparılmasını içeriyordu.Böylece Batı Şeria ve Kudüs’teki tüm Filistinliler Ürdün vatandaşlığı alabilecek. Gene Amman’ın sessiz sedasız aldığı kararlar Ürdün basınında şöyle yer aldı:
– Kudüs’teki Ürdün sivil işleri bürosu vasıtasıyla buradaki Kudüslü Ürdünlülerin pasaportlarının ve belgeleri yenilenmesi

– Filistin asıllı Ürdünlülerin vatandaşlıklarının alınmaması

– Şehir ve çevre geliştirme, planlamada, kentsel genişlemede ekonomik kararlar alınması

– İtiraz ve protestolara rağmen İsrail ile imzalanan doğal gaz anlaşması kararının uygulanması.

Ürdün Başbakanı Ömer Rezaz da daha önce yaptığı bir açıklamada Amman’ın rengini belli etmişti belki de:
“Ülke, hızlı olayların yaşandığı bölgede kendisini soyutlayamaz. Bu yüzden bölgesel düzeydeki farklı senaryolara hazırlıklı olmalıyız.”

Planın sahada uygulanması açıkçası hayli uzak bir ihtimal. Planın açıklanmasının zaman ve içeriği düşünüldüğünde zamanlamanın ABD ve İsrail iç siyasetiyle bağlantısı olduğu da aşikar.

İsrail, Başbakan Netanyahu ve rakibi lideri Benny Gantz’ın hükümeti kurmak için çoğunluk oyu alamaması nedeniyle bir yıl içinde üçüncü kez seçimlere girmeye hazırlanıyor. Trump ise son günlerde iç siyasette azil soruşturmasıyla gündemde. İkisi içinde iyi fırsat. Çünkü bu anlaşmanın teolojik olarak da bir anlamı var:
Yahudi-Evanjelik ittifakı!

Filistin’in beklenildiği gibi reddettiği bu anlaşma taslağı/planın uygulanması için 4 yıllık hazırlık dönemi konulmuş.

Kurulması öngörülen “yeni” Filistin Devleti’nin ordusu bulunmayan, hava sahası ve sınır kapıları üzerinde kontrolü olmayan, yabancı devletlerle anlaşma imzalama yetkisi bulunmayan bir yapıya sahip olacağı görülüyor.

Ayrıca Filistin tarafının İsrail’in Batı Şeria’daki C Bölgesinin yüzde 30 veya 40’ının ilhakını tanıması gerekiyor.

Filistin ile İsrail arasında 1995’te imzalanan “İkinci Oslo Anlaşması” çerçevesinde işgal altındaki Batı Şeria, A, B ve C bölgelerine ayrılmıştı. Ayrılan bölgelerin yüzde 18’ini kapsayan A bölgesinin yönetimi idari ve güvenlik olarak Filistin’e, yüzde 21’lik B bölgesinin idari yönetimi Filistin’e, güvenliği İsrail’e devredilirken yüzde 61’ini kapsayan C bölgesinin idare ve güvenliği İsrail’e bırakılmıştı. İsrailli yerleşimcilerle gündeme gelen C bölgesinde, İsrail, mevcut yerleşim birimleri içerisindeki inşaat faaliyetlerine devam edebilecek.

Trump’ın artık herkes kutsal mekanları ziyaret edebilecek dediği konunun aslı İsrail ve Filistinliler tarafından ortak idare edilen Harem-i Şerif ile kutsal mekanlar da dahil olmak üzere işgal altındaki Kudüs’ün İsrail’in egemenliği altında kalması.
Trump’ın Filistin’in başkenti doğu Kudüs olacak dediği yer Kudüs’ü çevreleyen Ayrım Duvarı’nın sınırları dışında kalan bölgeler.

Neticede Filistin halkının onayı olmadan uygulanamayacak bir plan bu. Bir anlamda mevcut Filistin yönetiminin ve Filistin davasının tasfiyesine yönelik bir girişim olarak da okunabilir.

Dost musun, düşman mı?

Trump’ın açıkladığı plan ile Ortadoğu’daki düşman ve dost konumları yeniden belirleniyor. “Kardeşlik” dengeleri, kimin yanında kimin karşısında olunacağına dair yeni kurallar oluşturuluyor. Uluslararası medya artık “İsrailli yerleşimci”,İsrail askerlerinin uygulamaları, tutuklamalarını haber yapmıyor, İran’ın Irak’ta yaptıklarına, Lübnan’daki protestolara, Türkiye’nin Libya’daki hareketlerine ve ABD’nin tüm bunlara karşı tutumunu işliyor.

Ortadoğu’da Arap Körfezi’nde daha düne kadar ‘kardeş’ olanlar bugün bir birinin ipini çeken ‘düşmanlara’ dönüştüler.

2011 yılından bu yana, Arap halklarının çoğunluğu endişe içinde ve her gün değişen iç meselelerine dalmış durumda.

Trump’ın planını açıklamasında Bahreyn, BAE, Umman’ın da yer almasıyla görülüyorki Filistin sorunu artık Arap dünyasındaki tek değişken ve en önemli konusu değil.

Arap coğrafyasındaki protestolar idari açıdan basiretsiz, başka ülkelerin başkentlerinin nüfuzuna girmiş bu yönetimleri demokratikleşmeye ve gerileyen kalkınma oranlarını düzeltmeye zorluyor.
Arap coğrafyasında büyük bir genç nüfus var ve bu genç kuşaklar, Ortadoğu’yu etkileyen 1948, 1956, 1967, 1973 savaşlarına tanıklık etmediler, eğitimleri boyunca ders kitaplarında yazılanları okudular. İsrail’in “düşman” olduğunu ders kitaplarında okuyan bu genç kuşaklar İran’ın bölge ülkelerine yönelik tehditlerini, mezhepsel ve siyasi yayılmacılığını, nükleer silah yarışını, ticaret savaşlarını görüyor ve yaşayarak tanıklık ediyorlar, büyüyorlar.


Arap coğrafyasındaki gençler için Filistin’in anlamı ne?

Rusya, Türkiye ve AB arasında ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bıraktığı boşluğu doldurmak için adeta bir yarış yaşanıyor gibi görünüyor. Gene Filistin meselesi bu aktörler arasında çözülecek.

Peki bu rekabette kendi yaralarına merhem olamayan Arap coğrafyası için bu Filistin planı bir başlangıç olabilir mi? Arap coğrafyası Filistin’i kurtarabilir mi? Hiç sanmıyorum.

Filistin meselesi sadece Arap, Müslüman ya da Hıristiyanları değil, bu zamanı geçmiş ırkçılık ve etnik ayrımcılığa karşı olan dünyadaki tüm vicdan sahiplerini bir araya getirmeli.

Örneğin bugün, siyasi ayrılıkların, tezgahların, çatışmaların, yoksulluk ve kıtlığın kıblesi haline gelen izole edilmiş Gazze, aynı zamanda Filistinlilerin, Arapların, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin de sorunu değil midir?

Herkes Gazze için plan yapıyor fakat kimse onu kurtarmıyor.

Gerçek olan geçen yıllar boyunca Filistinliler sembolik bile olsa hiçbir zaman kurumlarda birliğini sağlayamadı. Filistin meselesinin çözümünü başka başkentlere havale ettiler.

Trump’ın bu planı İsrail’in ulusal zaferini değil Arap coğrafyasının maalesef tarihi yenilgisini fakat her birimize düşen uzun ve nitelikli bir mücadele ve mesuliyeti simgelemektedir.