Portre

ABD haritası için Almanca’yı en iyi o konuşuyordu: Henry Kissinger

ABD siyasetine ve uluslararası ilişkilere aşina olan isimlerin çok sık duyduğu bir isim Heinz Alfred Kissinger, bir başka ismiyle Henry Kissinger. 1970’lerden günümüze ABD dış politikasında öne çıkan, Washington’un karar verme süreçlerine etki eden, günümüzün en etkili diplomat ve teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen Kissinger, siyah ile beyaz arasında bir karakter olarak bilinmektedir. Vietnam Savaşı’nın karanlık günlerinde Washington için tercih edilebilir bir çıkış sunması ve “barış sürecine katkısı” nedeniyle Nobel Barış Ödülü alan Kissinger, öte yandan farklı ülke ve bölgelerde yaşanan savaş ve çatışmalardaki masalarda “gizli özne “ rolü nedeniyle Washington’un dünya politikasındaki “stratejik yüzü” olarak da bilinmektedir.


Ulusal Güvenlik Danışmanı, Dışişleri Bakanlığı gibi resmi görevlerinin yanı sıra siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler kürsülerinin enönemli figürlerinden biri, eserleri ve fikirleri ile uluslararası ilişkiler akademisinin, öğrencilerinin, düşünce kuruluşlarının, medya organlarının ve politika yapıcıların, adımlarını yakından takip ettikleri bir isim Kissinger. Vietnam Savaşı sürecinde çatışmanın yoğunlaştırılmasında da “barışa giden sürecin inşasında” da dünya en çok onun ismini duydu. Ortadoğu ülkelerindeki her bağlamda onun da ismi var. İsrail onun için her zaman ayrı bir konu olageldi. Tarih sahnesinde Kissinger denince ilk akla gelen şey olan “mekik diplomasisi”, onun Kahire ile Tel Aviv ekseninde yaptığı üst düzey ziyaretler sonucunda İsrail ile Arap ülkeleri arasında barış sürecinin tesis edilmesine giden sürecin mihenk taşı olmuştur. Afganistan ve Irak savaşları sürecinde birçok realist isim savaşın ucu açık bir çatışma sürecine yol açacağı kaygısı ile karşı çıkarken, Kissinger söz konusu savaşı destekleyen birkaç realist isimden biri oldu.

Kendisini ABD’ye ve ABD’nin küresel hegemonyasının nasıl sürdürülebileceğine adayan Kissinger’ın hikayesi ise 1923’te Almanya’nın Fuerth şehrinde başlıyor. 27 Mayıs 1923’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kissinger’ın babası Louis Kissinger bir kimya profesörüdür. Annesi ev hanımı olan Kissinger’ın bir de Walter isimli bir kardeşi vardı. Kissinger’ın çocukluğu Versay Barış Antlaşmasının Avrupa’yı diken üstünde tutan ve Adolf Hitler’in giderek güçlendiği bu döneme denk gelmektedir. Nitekim Hitler Almanya’sında Yahudilerin Nazilerce hedef alınması Kissinger ailesini de göç etmeye zorlamıştır. Henüz 15 yaşındayken ailesiyle birlikte ABD’ye yerleşen Kissinger, George Washington Lisesi’nde eğitim almıştır. Bu dönemde fabrikada çalışan Kissinger, daha sonra New York Şehir Koleji’ne devam etmiştir. Burada muhasebe eğitimi alan Kissinger, Japonların Pearl Harbor saldırısından sonra orduya çağrılır.

Ordu hizmeti sırasında çalışkanlığı, Almanca dil becerisi, çözümlemeleri nedeniyle dikkati çeken Kissinger, Nazi Almanya’sının saldırganlığı ve Yahudilere yönelik politikalar nedeniyle ABD’yi bir savunucu olarak görmüştür. Nitekim, Nazilerin saldırısı nedeniyle Almanya’dan göç eden Yahudiler için ABD temel rotalardan biri olmuştur. Buraya yerleşen Yahudiler zamanla ABD toplumunda önemli rol oynamaya başlarken, bilim, siyaset, ticaret, lobicilik ve güvenlik gibi alanlarda da öne çıkmaya başlamıştır. ABD’nin en prestijli okullarında eğitim alan, önemli şirketlerinde öne çıkan Yahudiler, lobicilik faaliyetlerini de yoğunlaştırmıştır.

Ordudaki hizmetiyle birlikte kariyerinde yükselişi başlayan Kissinger için, ABD çıkarlarını dünya haritasının kırmızı çizgili tüm alanlarında savunan ve modellendiren önemli bir isim haline geldiği süreç başlamıştır. Ordu hizmetinin ardından eğitim hayatına devam eden Kissinger, 1950’de Rockefeller bursuyla Harvard’dan mezun olur. Yüksek Lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede yapar, mutlak çıkarları ahlaki değerlerin üstünde gören, ABD’nin küresel hegemonyasının sürdürülmesinin sadık bir destekçisi olarak öne çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde dış politika konularında da öne çıkmaya başlayan Kissinger, Soğuk Savaş döneminin koşulları içerisinde Moskova karşıtı mücadeleye büyük destek verir. Bu dönemde ABD politika karar vericilerinin ve nizamının Sovyetler karşıtı politikalara katkı amacıyla açtığı araştırma ve projelerde öne çıkar.

Harvard Üniversitesinde profesör olarak görev yaparken, Ulusal Güvenlik Konseyi’ne danışmanlık yapmaya başlayan Kissinger, Sovyetler Birliği’ne karşı alınacak önlemlerin belirlenmesinde kilit rol oynar. ABD Başkanları John F. Kennedy ve Richard Nixon için danışman olarak görev yaptığı süreçte reel-politiğin mutlak savunucusu olarak öne çıksa da özellikle Nixon’ın Asya politikasında öne çıkmıştır. Danışmanlık döneminden itibaren dış politika konularındaki etkisini artırmaya başlayan Almanya doğumlu genç adam, 1969’da Nixon tarafından Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanması ile bu gücünü pekiştirmiştir.  1969’dan 1975’e kadar aynı zamanda Ulusal Güvenlik İşleri Başkan Yardımcısı olarak da görev yapar ve ABD’nin küresel politikadaki önemli sac ayaklarından olan Ortadoğu ve Asya’da zihinsel değişime de öncülük eder. Burada en fazla dikkati çeken nokta Kissinger’ın Mao’nun liderliğindeki Çin ile ilişkileri tesis etmesi olmuştur. Sovyetler Birliği ile rekabet sürecinde ideolojik ayrımlara rağmen Çin gibi büyük bir ülkenin gerçekliğinin göz ardı edilemeyeceğinin farkında olan Kissinger’ın 1971’deki Pekin ziyareti ve devamında Başkan Nixon’ın 1972’de Çin’i ziyaret etmesi Washington-Pekin ilişkilerinde yumuşamayı beraberinde getirmiştir.

Bu dönemde Kissinger’ın önemli rol oynadığı bir diğer çatışma alanı ise Vietnam’dır. Soğuk Savaş dönemi şartlarında yaşanan büyük güç rekabetinde ABD yönetimi Asya’da yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmamıştır. 1955’te Vietnam’da başlayan çatışma sürecinde komünist bloğu ülkeleri Kuzey Vietnam, Sovyetler Birliği ve Çin’e karşı anti-komünistleri destekleyen Washington yönetimi 1963 yılında doğrudan savaşa dahil olmuştur. Washington’un buradaki en önemli denklemi domino teorisinde olduğu gibi Vietnam’ın kaybının komünizmin yayılmasına yol açacağı varsayımı olmuştur. Bu nedenle Truman yönetiminden itibaren Washington yönetimi komünizme karşı Güney Vietnam’ı desteklemiştir. Kissinger, ABD’nin Vietnam’daki varlığını desteklemiş ve Demokrat Parti’nin barış girişimlerine karşı çıkmıştır. 1968 seçimlerinde Başkan adayı Nixon’ın savaş yanlısı programını destekleyen isimlerden biri olan Kissinger, 1969’da danışmanlık görevine başlaması sürecinde de bu politikaları desteklemiştir. Ancak, savaşın ABD için bir travmaya dönüşmesi ve ABD kamuoyunda artan savaş karşıtlığı Nixon ve Kissinger’ın yaklaşımını da etkilemiştir. ABD’nin Vietnam’da artan kayıpları karşısında iki farklı politikaya yönelmiştir. Bir taraftan barış müzakerecisi olarak öne çıkarken, diğer taraftan Vietnam ve Kamboçya’daki çatışmanın şiddetini arttıran isim olmuştur. 

Başkan Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Kissinger’ın sert tutumunun en büyük yansıması ise Vietnam’daki saldırıların yoğunlaşması olmuştur. Washington’daki karar vericilere göre, işlerin ters gitmeye başladığı Vietnam’da barış masası kurulmadan önce komünizm yanlılarına karşı saldırıların yoğunlaştırılması gerekiyordu. Nitekim bu dönemde Vietnam’da artmaya başlayan ABD kayıpları ve özellikle Amerikan askerlerin esir düştüğü görüntülerin yayınlanması karşısında Amerikan halkının tepkisini giderek artırıyordu. Bu durum barış görüşmeleri için müzakere masasına oturan Kissinger açısından da işleri zorlaştırıyordu. 

Bu durum karşısında daha sert bir tutum benimsemeye başlayan Washington yönetimi 18 Aralık’ta tonlarca patlayıcı dolu 129 adet B-52 bombardıman uçağı ile Hanoi’yi hedef almaya başlamıştır. ABD saldırılarında yüzlerce kişi hayatını kaybederken, Hanoi şehri harabeye dönmüştür. Bu saldırıların arka plandaki şahin yüz ise aynı zamanda barış sürecinin müzakerecisi Kissinger’dı. Kissinger’a göre bu saldırılar sayesinde komünistler diz çökmüştü. Gerçekten de Kissinger’ın iddia ettiği gibi Hanoi saldırısı savaş sürecinde bir kırılma noktası olacaktı. 29 Aralık’ta sona eren bombardımanlardan kısa süre sonra taraflar 8 Ocak 1973’te yeniden Paris’te bir araya geldi. Nixon ile birlikte ağır bombardımanı Vietnamlılara karşı bir sopa olarak kullanmayı tercih eden Kissinger, barış masasına oturduğunda elinin daha güçlü olacağı inancını taşıyordu. Nihayetinde Kissinger’ın isteği gerçeklemiş ve Amerikalı savaş esirleri serbest bırakılmış ve aynı zamanda ABD için kayıplarla dolu savaştan çıkışın yolu da açılmıştı. 27 Ocak 1973’te imzalanan Paris Barış Anlaşması ile savaş sona ermiştir.

(Henry Kissinger ABD eski başkanı Richard Nixon ile beraber)

Tarih metinlerinin yazarları, Kissinger’ı Vietnam ve Kamboçya’daki kanlı saldırılar, bu dönemle eş zamanlı olarak Bangladeş, Endonezya gibi Asya ülkelerinde yaşanan kanlı çatışmalar, Şili gibi Latin Amerikan ülkelerindeki kanlı darbelerin arkasındaki isim olarak yazmanın ötesinde daha çok Vietnam’a barışı getiren diplomat olarak yazmayı tercih etmektedir. Nitekim Vietnam’daki savaşın sona ermesinde oynadığı rol, Kissinger’ın Nobel Barış Ödülü’ne uzanmasındaki en önemli basamak olacaktı. Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak dış politika ve güvenlik konularında önemli rol oynayan ve Nobel alan Kissinger, Eylül 1973’e gelindiğinde ise ABD Dışişleri Bakanı olarak göreve başlayacaktı.


Kissinger’ın Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasını takiben, Ortadoğu’da süregelen İsrail-Arap savaşlarının pimi yeniden patladı. 1967 savaşında ağır bir yenilgi alan Mısır ve Suriye bu defa İsrail’e karşı yeni bir saldırı başlatmıştı. 6 Ekim savaşının başladığı gün Başkan Nixon’a bir mesaj gönderen Nixon, “ABD, bugün Ortadoğu’da bir savaşa tanık olacak” ifadelerini kullanacaktı. Kuruluşundan itibaren İsrail’in ulusal güvenliğini Ortadoğu’daki en önemli kırmızı çizgisi olarak gören Washington yönetimi, söz konusu savaşa da doğrudan etki etmeye çalışmıştır. Ancak Nixon, önceki ABD Başkanları gibi İsrail’e sınırsız bir destek sunmaktan ziyade Arap ülkeleriyle de ilişkileri geliştirme arzusunda olmuştur. Nitekim hem Nixon hem de Kissinger için en önemli unsur Moskova’nın Ortadoğu’daki etkisini artıracak girişimlerden uzak durmak olmuştur. Bu nedenle Arap-İsrail çatışmalarında Washington Arapları kendisinden uzaklaştırmamaya da dikkat etmiştir. Özellikle Moskova’nın Mısır ve Suriye üzerinden Ortadoğu’daki varlığını artırması olasılığı Washington yönetimini zaman zaman dengeli hareket etmeye zorlamıştır. 

Bu durum hem Başkan Nixon’ın hem de kendisi de Yahudi olan Dışişleri Bakanı Kissinger’ın Yahudi lobisinin oklarının hedefi olmasına yol açmıştır. Özellikle İsrail’in 6 Ekim Savaşından (Yom-Kippur) yenilgi ile ayrılması ve bunun Yahudiler açısından yarattığı travma Yahudi Lobisinin Washington yönetimine tepkisini artırmıştır. 6 Gün Savaşında Arap devletlerini yenilgiye uğratan İsrail’in bu defa yenilgiye uğramasının faturasını Washington’a çıkaran Yahudi lobisine göre Nixon ve Kissinger’ın tutumu İsrail’in yenilgisinde önemli bir rol oynamıştır. Şimdiye kadar masaya kazanan taraf olarak oturan İsrail, 6 Ekim Savaşına kadar barış sürecini de göz ardı edebilmiştir. 6 Ekim yenilgisi sonrası Nixon ve Kissinger’ın Tel Aviv yönetiminin barış girişimleri de Yahudi lobisinin tepkisi ile karşılanmıştır. Öte yandan Martin Indyk’in “Oyunun Efendisi” başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Nixon’ın bölge politikası sadece Moskova’yı dengeleme amacını gütmemektedir. Bunun dışında Nixon’ın anti-semitist söylemleri ve silah yardımına rağmen görece mesafeli tutumu da önemli bir fark olarak öne çıkmaktadır. Kitapta yer alan bilgilere göre Nixon, özel görüşmelerinde Kissinger’ın Yahudi olmasını anti-semitist bir şekilde dalga konusu haline getiriyordu. 

İsrail’in nükleer programı konusunda taahhüt vermekten kaçınması da 1969’dan itibaren ABD Başkanı Nixon ile İsrail Başbakanı Golda Meir arasındaki önemli sorunlardan bir diğeri olmuştur. Nixon ve Kissinger, İsrail’in nükleer programının Mısır ve Suriye’yi nükleer silah geliştirmeye ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri giderek daha da güçlendirmeye yöneltebileceğinden endişeleniyordu. Bu nedenle Tel Aviv ile yoğun bir diplomasi yürüten Kissinger, İsrail Başbakanı Meir’den nükleer programla ilgili taahhüt almayı başarmıştır. Bu durum nükleer program bağlamındaki gerilimi düşürse de 1973’teki savaş bölgedeki dinamikleri derinden sarsmaya devam etmiştir. Bu noktada Kissinger bir kez daha öne çıkan isim olmuştur. Mısırlı yetkililerle bir araya gelen Kissinger’ın İsrail’in güvenliği ve Sina Yarımadasının geleceğini görüşmüştür. 1973 savaşını takip eden süreçte ateşkes girişimlerinde başı çeken Kissinger, barış süreci öncesinde Mısır ve Suriye’nin en önemli müttefiki olan Moskova’yı da ziyaret ederek işbirliği seçeneğini masaya getirmiştir. Kissinger yürüttüğü yoğun diplomatik ziyaretler sayesinde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile de dostane bir ilişki geliştirmiştir. Bu ziyaretlerin en önemli sonucu ise 1974’te Kahire ile Tel Aviv arasında imzalanan ateşkes anlaşması müzakerelerinin başlaması olmuştur. Mısır ile diplomasi alanında yakalanılan pozitif ivmenin bir benzerini Suriye ile de yürüten Kissinger’ın girişimleri sayesinde Suriye ile İsrail de Mayıs 1974’te benzer bir anlaşma imzalamıştır.

(Henry Kissinger – Beyaz Saray ofis)

Kissinger’ın bu dönemde karşı karşıya kaldığı en önemli zorluk ise petrol kartını elinde bulunduran OPEC üyesi Arap ülkelerinin petrol fiyatlarını yükseltme politikası olmuştur. Özellikle Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın Filistin politikası ve Arap ülkelerine verdiği destek Kissinger için aşılması gereken önemli bir soruna dönüşmüştür. Bu dönemde Kissinger’ın pozisyonunu olumsuz etkileyen unsurlardan bir diğeri ise Nixon’ın iç politikada karşı karşıya kaldığı zorluklardı. Başkan Nixon’ın Demokrat Parti’nin genel merkezini dinletmek istediğinin ortaya çıkması ile bilinen Watergate skandalı, Nixon’a yönelik tepkileri artırırken aynı zamanda Kissinger’ın konumunu da olumsuz etkilemiştir. Nixon’ın istifası ile sonuçlanan skandalın ardından yeni Başkan Gerald Ford ile çalışmaya devam eden Kissinger’ın en önemli hedefi Ortadoğu barış süreciydi. Kissinger, Arap ülkeleri ile İsrail arasında görüşmeleri sürdürürken, Yahudi lobisi Kissinger’ın Araplara çok fazla taviz verdiği iddiası ile Kissinger’ı eleştirmiştir.

Bu eleştirilere karşılık Mısır ile İsrail arasındaki görüşmelere aracılık etmeye devam eden Kissinger’a önemli bir destek de Fas Kralı II. Hasan’dan gelmiştir. Kral Hasan, Mısır Cumhurbaşkanı Sedat’a görüşmeler konusunda Kissinger’a güvenmesi gerektiğini telkin edecekti. Nihayetinde uyguladığı mekik diplomasisi sayesinde Mısır ile İsrail’i barış masasında buluşturma konusunda başarılı olmuştur. Öte yandan Suriye ve Filistin politikası konusunda benzer bir başarıdan bahsetmek mümkün değildir. Kissinger’ın Kahire ile kurduğu yakın ilişkiler ve Mısır ile İsrail arasında yürüttüğü mekik diplomasisi sayesinde tarafların arasındaki ilişkiler yumuşamaya başlamıştır.  Kissinger’ın öncüsü olduğu bu diplomasi, Başkan Jimmy Carter döneminde Camp David anlaşmasının imzalanması ile sonuçlanmıştır. Kissinger’ın uğraşları sonucu Enver Sedat ve İsrail Başkanı Menahem Begin, Camp David’de anlaşırken, iki komşu ülke arasında uzun yıllar boyunca devam eden çatışma dönemi de işbirliği dönemine girmiştir.

Pragmatist bir isim olan Kissinger’ın bu dönemde Çin ve Sovyetler Birliği ile de yumuşama politikasına yöneldiği görülmektedir. ABD’nin küresel hegemonyasının sürdürülmesi amacını en önemli öncelik olarak gören Kissinger, bir yandan Pekin’i Moskova’dan uzaklaştırmayı amaçlarken, diğer taraftan da Moskova ile ilişkilerin doğasını dönüştürmek istemiştir. Bu çerçevede Nixon döneminde (26 Mayıs 1972) Moskova ile imzalanan SALT-I anlaşması ile iki süper güç arasındaki silahlanma yarışının kontrol edilebilir hale gelmesi öngörülmüştür. Başkan Ford döneminde ise Moskova ile SALT-II anlaşmasını imzalayan ABD ile Sovyetler Birliği nükleer silahların sayısını sınırlandırmayı öngörüyordu. ABD Dışişleri Bakanı Kissinger bu dönemde yaptığı açıklamada iki süper gücün nükleer silahları azaltma yoluna gideceğini ifade etmiştir. Bu anlaşmalar “detent dönemi” olarak bilinen yumuşama döneminin de başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Böylece Kissinger’ın öncülüğünde Soğuk Savaş döneminin en korkulan senaryosu olan olası bir nükleer çatışma riski giderek azalmıştır.

(Henry Kissinger ,ABD eski başkanlarından Gerald Ford ile beraber)

1977 yılında Ford’un seçimleri kaybetmesi ile Dışişleri Bakanlığı koltuğundan ayrılan Kissinger’ın bıraktığı miras ise çokça tartışıldı. Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemde Latin Amerika’dan Asya’ya Washington’ın çıkarlarını korumayı önceleyen Kissinger, kendisini Washington’ın küresel liderliğini perçinlemeye adadı. Etik değerlerden ziyade çıkarı merkeze alan Kissinger’ın ismi Vietnam, Kamboçya gibi kanlı çatışmaların yanı sıra, Kahire-Tel Aviv ilişkilerinin normalleşmesi sürecine yaptığı katkı, Pekin ve Moskova siyasetinde attığı dönüştürücü adımlarla anıldı.

Dışişleri Bakanlığı’nı bıraktıktan sonra Georgetown Üniversitesinde görev yapmaya başlayan Kissinger, akademisyenlik kimliğinin yanına diplomaside oynadığı önemli “başarıları” da ekledi. Üniversiteye devam ettiği dönemde de ABD dış politikasını yönlendirmeye devam eden Kissinger, kitapları ve fikirleri ile ABD Başkanları ve dış politika karar vericileri üzerinde etkili olmaya devam etti. Çalışmaları ile uluslararası ilişkiler literatürüne de önemli katkılar sunan Kissinger, günümüzde dahi etkisi kabul edilen bir isim ve akademisyendir. Diplomasi kitabı birçokları için başucu kitabı olarak kabul edilen Kissinger, realist bir isim olarak bilinmektedir. Uluslararası ilişkiler alanında en fazla mekik diplomasisi ve realist görüşleri ile tanınan Kissinger, yayınladığı kitapları, makaleleri, panel ve çalıştaylarda ortaya koyduğu fikirleri ile de küresel siyaseti etkilemeyi başarmıştır. ABD Başkanları Nixon ve Ford döneminde dış politikanın merkezinde olan Kissinger, Başkan Carter, Reagon ve Bush dönemlerinin politika yapım süreçlerinde de etkin bir rol üstlenmiştir. 1984 yılında Başkan Reagon tarafından Başkanın Dış İstihbarat Danışma Kuruluna atanan Kissinger, 2001 yılında ise Bush tarafından Savunma Politikaları Kuruluna atanmıştır.

1982 yılında Kissinger Associates Inc’i kuran Kissinger, uluslararası ilişkiler, siyaset, jeopolitik, yatırım ve hükümetlere danışmanlık gibi alanlarda aktif çalışmalar yürütmeye devam etmiştir. Akademik alanda güçlü bir isim olarak kabul edilen Kissinger, uluslararası düzen, güç rekabeti, Çin ile ilişkiler gibi alanlarda çalışmalar hazırlamıştır. Uluslararası ilişkiler alanında realist ekolün günümüzde yaşayan en önemli temsilcilerinden biri olan Kissinger, Irak ve Afganistan savaşını savunan sınırlı realist isimlerden biri olmuştur. Kissinger literatürü, son yıllarda, özellikle Çin’in yükselişi ve Rusya’nın son dönemdeki saldırganlıklar serisi üzerine yaptığı açıklamalarla küresel ölçekte yer bulmaya devam ediyor. Diplomasi, Dünya Düzeni, Çin Üzerine, Beyaz Saray Yıllarım gibi kitapları Türkçeye çevrilen kült kitapların yanında Kissinger’ın bazı eserleri şöyledir. 

A World Restored: Castlereagh, Metternich and the Restoration of Peace, 1812-1822 (1957)

Nuclear Weapons and Foreign Policy (1957)

The Necessity for Choice: Prospects of American Foreign Policy (1961)

The Troubled Partnership: A Reappraisal of the Atlantic Alliance (1965)

Problems of National Strategy: A Book of Readings (1965)

American Foreign Policy, Three Essays (1969)

White House Years (1979)

For the Record: Selected Statements, 1977-1980 (1981)

Years of Upheaval (1982)

Observations: Selected Speeches and Essays, 1982-1984 (1985)

Years of Renewal (1999)

Does America Need a Foreign Policy? (2001)

Ending the Vietnam War: A History of America’s Involvement in and Extrication from the Vietnam War(2003)

Anatomy of Two Major Foreign Policy Crises (2003)

White House Years (2011)

Years of Upheaval (2011)

Years of Renewal (2011)

China (2011)

The Age of A.I. and Our Human Future (2021)