Yazarlar

Türkiye unutmaz, Türkiye uyutmaz

 

5 yıl, sadece 5 yıl geriye gidelim. Yaygın, popüler, kolaycı, rahat, sade, bir çocuğa anlatır gibi, analiz ve strateji kasmadan, makul bir şekilde izah edilebilir tablo şu idi.
Türkiye, İhvancı. İhvan, Hamasçı.
Türkiye, İhvan’la ve Hamas’la bir kuşak inşa ediyor, hatta bir bölge oluşturuyor.
Daha büyük bir blok cümle kurmak gerekirse, Türkiye, artık iktidarda olan İhvan’la birlikte, Mısır, Tunus, Libya hatta Suriye’yi de yanına alarak, “Türkiye benzeri”, demokratik, hatta laik bir Ortadoğu hattını birlikte imar etme çabasında. Bu süreçte, İsrail’i, karşısına, her anlamıyla karşısına alan, nerdeyse tek ülke var. Türkiye. İsrail’in “uluslararası hukuk retoriğinde” meşruiyetini sağlayan tek ülke olan İran’ın “dostu” da Türkiye, İran’ı, yine “uluslararası hukuk retoriğinde” meşru kılmak için bedel ödeyen, bir çok yüksek riskli ihtimali “karşısına” alan ülkenin adı da TÜRKİYE.

Bu mudur? Evet, kabaca bu mudur, yaklaşık olarak budur.

 

Peki, ya 5 yıl sonra.
Yine, “yaygın, popüler, kolaycı, rahat, bir çocuğa anlatır gibi, analiz ve strateji kasmadan, makul bir şekilde izah edilebilir tabloya” bir daha bakalım mı?

İhvan, nerdeyse yok oldu, yok edildi. Hamas, nerdeyse yok edilmek isteniyor. Mısır’ın geldiği yer, Türkiye’nin tam karşısı. Hamas’ın geldiği, gelmek zorunda kaldığı, bırakıldığı yer, nerdeyse Mısır’ın yanı. Gezi kalkışmasında da 17/25 Aralık’ta da parmak izleri kalan, ayak izleri hala silinmeyen Birleşik Arap Emirlikleri, yani Muhammed Dahlan, Hamas’la Mısır arasında bir hat kurmuş durumda.
“Filistin davası”, “Kudüs davası” için, nerdeyse Hamas’tan bile fazla bedel ödemiş, “Filistin davasını siyasal olarak da küreselleştirmiş” ülke olan TÜRKİYE ise, kuşatılma kavramının dünyanın bütün dillerindeki anlam yoğunlukları ile söyleyelim. KU-ŞA-TIL-MIŞ durumda.
Aktörlerin, faktörlerin, elementlerin, bileşenlerin, ara ve ana unsurların bu denli ürkütücü bir şekilde, yeni baştan değiştiği, dönüştüğü, sıfırlandığı, yeniden, adeta, başka bir alfabe, dil ve kuralsızlıklar hiyerarşisi ile yazıldığı, kurgulandığı bu coğrafyada, binbir geceye, binbir masala, binbir karaktere, binbir senaryoya, binbir tuzağa karşı, coğrafyası, haritası, çevresi, kardeşleri için, adeta “içi içini yiyen”, “içi içine sığmayan” ülkenin adı olan TÜRKİYE, işte bu SIĞMAMANIN ENERJİSİ ile bölgede esen bütün rüzgarı, kendi sınırlarına, kendi şehirlerine de taşıdı.
Taşıyor da.
Kendisi taşımakta zorlansa da, tarihin omuzlarına bıraktığı yüzlerce yılı, içinde bulunduğu muhataralı günlere pay ederek yaşıyor. Yaşatıyor.

 

“Daha büyük bir blok cümle kurmak gerekirse”, Türkiye’nin 900 küsür kilometrelik sınırının yarısından fazlasını, yani Türkiye’nin CANINI, DAMARINI, CAN DAMARINI, sırasıyla önce DEAŞ, sonra PKK/PYD’ye, “servis edilmesi sürecinde” ana aktörler kimdi?
Elbette müttefikimiz, müttefiklerimiz. Elbette komşumuz.
Amerika Birleşik Devletleri ve İran elbette.. Rusya ve Suriye rejimi elbette…
Bütün bu elbette’ler yaşanırken; siyaset yoruldu, bürokrasi tavsadı, güvenlik yıprandı, kurumlar meselesizleşti, öncelikler değişti, karakterler dönüştü, medya önce kendini, sonra sahayı, dönüştürdü, sığlaştırdı, daralttı, ufuksuzlaştırdı, hatta hadi daha açık söyleyelim, kimliksizleştirdi…
Onlarca, yüzlerce, binlerce cümle ile anlatılabilir.
Haklısınız, haklılar, haklıyım.

 

Lakin, mesele şu değil midir?
5 yılın bütün günleri, hançeremizi yırta yırta, şehirlerimizi, sınırlarımızı, hayatlarımızı, algılarımızı, önceliklerimizi.. SAVUNMAKLA geçmiştir.
Fakat Türkiye, bütün coğrafyanın ve tarihin biriktirdiklerini omuzlarına alan, direnen, taşıyan, savunan Türkiye, hiç bu kadar savunmasız da kalmamıştır.
Savunmasız. Çünkü, savunmadan hızlıca, bir anda hücuma çıkan eski Fenerbahçe futbolcusu Uche’nin çıkışı gibi tam ortadan söylemek gerekirse, adı Barzani, adı Kuzey Irak, adı “Kürdistan” olan ve devletin “kalpgâhı” Milli Güvenlik Kurulu ile de bir SABİTE olarak karşımızda duran VAROLUŞSAL RİSKE rağmen, Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve bu tarihsel refleksi, bir ironi malzemesi yapan, bunu da büyük bir haz duyarak kitleselleştiren öbeklerin, çevrelerin, katmanların yaygınlık kazandığı, tuhaf bir iklimin içinden geçiyoruz.
Biliyoruz ki, içinden geçtiğimiz iklimler, bir süre sonra sınırımızı da geçiyor.

Daha köşesiz söylemeyi deneyelim.
Kobani’yi “IŞİD’den kurtarmak için” açılan Türkiye sınırlarının içinden geçen Peşmerge ile, Türkiye sınırında, Türk gazetelerine manşet fotoğrafı veren PKK militanları, bugün, aynı yerde, TÜRKİYE’NİN SINIRLARINI “referanduma” açıyor.
“Kobani düşerken” açılan sınırlardan geçen silahlarla, sınırımızda bir ordu kurulduğunu unutmamız mı isteniyor?
Unutun bunu.
Türkiye unutmaz.
Türkiye uyutmaz.
Unutmayın bunu.