Yazarlar

Slavların Türeneği

Avrupa’nın en kalabalık etnik topluluğu hakkında ne biliyoruz? Karadeniz’in kuzey kıyılarından Sibirya’nın güneyine, Baltık kıyılarından Adriyatik sahillerine yayılmış 350 milyon civarındaki bir nüfusun türeneği neresiydi, nereden gelip buralara yerleşmişlerdi, bu sergüzeştin bizimle ilgisi neydi?

Slavlar, hâlihazırda üç ana kola ayrılmış durumdalar: Beyaz Ruslar, Ukraynalılar, 150 milyon nüfusla ağırlık merkezini oluşturan Ruslar, Doğu Slavlarını teşkil etmektedir. Çekler, Slovaklar ve Polonyalılar Batı Slavları; Slovenler, Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Makedonlar, – aslen Türk olsalar da sonradan Slavlaşmış olan- Bulgarlar da Güney Slavları olarak kabul edilmektedir.

Aralarında onca ayrışmaya rağmen ortak bir kültürel devamlılık ve akraba bir dil kullanıyor olmaları bu farklı kavimlerin aynı ırk hanesine yazılmasının başlıca sebebi. Ortak kökenlerinin sorgulanması tarihte hayret ve heyecan uyandırıcı bir yolculuğun da ilk adımını temsil etmekte.

Antik çağlardaki ataları

Slav kabilesi zamanla serpilip büyük kütlelere ulaştığında dahi haklarında yazılı kayıtlar bulunmamaktaydı. Altıncı asırdaki Bizans kayıtlarına kadar kavmin hikâyesine dilbilim çalışmaları ve arkeolojinin verileriyle ulaşılmaktadır. Tüm modern ulusların antik çağlarda ataları olduğu şeklindeki ortak yargıdan hareket etseler de araştırmacılar çelişkili sonuçlara varabilmektedir.

Slavlığı belli bir merkez etrafında şekillenen siyasî bir yapı olarak görmek şeklinde bir yanılgıya düşülmez de geniş bir coğrafyada ortak bir kültürü paylaşan, çok merkezli ve bağımsız oluşumlar olarak okunursa gerçeklerle daha barışık bir resme ulaşılabilir. Her hâlükârda Proto-Slav kavimlerle ilgili ortaya konan tasavvurların kesinlikten uzak olduğunu akılda tutmak gerekir.

Ön-Slavların ana yurdunun tam olarak neresi olduğu hassaten 19. asırdaki tarihçi ve arkeologlar arasındaki ihtilaf konularının başında gelmekteydi. Kimisi anayurt olarak Polonya’nın en uzun nehri olan Vistül’ün havzasını görmekteyken kimisi de Ukrayna’yı işaret etmekteydi. Genel kabul gören görüşe göre ise anayurt Karpatların kuzey yamaçlarıdır.

M.Ö. 1500’lerden itibaren Baltık Denizi’nden -Rusya ve Ukrayna’yı sulayan- Dinyeper ırmağına uzanan topraklarda nüfusça başat unsur olarak Slavlar hep vardı. Bu “baskın” olma hâli, sonraki devirlerde bölgenin tarihçilerce Slavonia olarak adlandırılmasına sebep olmuştur.

Bataklıkların oğulları

Arkeolojik verilerin zayıflığından ötürü dilbilimciler vaziyetten vazife çıkararak farklı lehçeler ve kelime dağarcıkları arasında birtakım mukayese ve mülâhazalardan hareketle kendi yayılım haritalarını çıkarmaktalar. “Karanlık” çağları aydınlatarak “köklere” ulaşmak için başka da pek fazla seçenek bulunmamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaygınlaşan bu yöntem etrafında sert tartışmalar dönse de vaziyet bu şekilde.

Bazı dilbilimciler Slavcanın batı lehçelerinin en arkaik, doğu lehçelerinin nispeten yeni, güneydekilerin ise en yeni formu olduğu görüşündeler. Bundan hareketle göçün batıdan doğuya, sonra da güneye olduğu çıkarımına varmaktalar. Bazı dilbilimciler de Slavcanın Baltık dilleri ve Fince ile irtibatı üstüne kafa yormuştur. Buna göre Baltık dilleriyle aynı aileye mensuptur, Fince ile de yakından alışveriş içinde olmuştur.

Coğrafi terimler, dağ ve nehir isimleri, hayvan ve ağaç adlarından hareketle kapsamlı yargılara ulaşan dilbilimciler de vardır. Sözgelimi Rus tarihçi Panslavist Mikhail Pogodin, Slavcadaki en eski nehir isimlerinden hareketle Podolia ve Volhynia’yı sıfır noktası saymaktadır. Polonyalı botanikçi Rostafin ise, tüm Slav dillerindeki Kayın, Karaçam, Porsuk Ağacı kelimelerinin aslen Cermen dillerinden geçmiş olduğunu esas alarak Slavların anayurdunun bu ağaçların yetiştiği bölgeler olmadığı, buralarda önceleri Cermenler varken daha sonra Slavların geldiği sonucunu çıkarmaktadır.

Gelgelelim Gürgen, tüm Slav dillerinde kesin biçimde var. Şu hâlde gürgenin Dinyeper ırmağı boyunca yaygın olduğuna bakarak anayurda dair yeni bir tez geliştirmek mümkün. Bazılarıysa Avrupa’da ağacın olmadığı bölge olarak günümüz Ukrayna’sındaki Pripet nehrinin kıyısındaki bataklıkları keşfetmekte ve tezi en uç noktaya taşıyarak “Slavlar bataklıkların ürünü ve oğludur” demektedir.

Ne var ki bataklıklarda böylesine kalabalık bir halkın asırlar boyu yaşamış olması pek ikna edici bulunmamaktadır. Bundan ötürü bilim adamlarının çoğu, dilbilimin ne dediğine çok da aldırış etmeyerek, anayurt tezini daha güneye ve batıya çekmiş, dolayısıyla Karpatlar ile Vistül vadisi arasına konumlandırmıştır.

Kadim mayada Türkçe etkisi

Slavlık üstüne çalışmalar bilhassa dilbilim etrafında gelişti ve Slavca 1833 gibi erken bir tarihte Hint-Avrupa dili olarak tescillendi. Aynı aileden Baltık dilleriyle olan sözcüksel, sessel ve biçimsel benzerlikler bu iki dilin aslında Slav olmayanlar için de bir pota işlevi gördüğü fikrini güçlendirdi. Bölgeye gelen farklı göçmen kitleleri zamanla bu dil ailesine katıldı, harca karıştılar.

Kuzeydeki akarsu isimlerinde Baltık orijinli kelimeler, batıdakilerde Ön-Slavca kelimeler belirginken, doğu ve güneydeki bazı akarsu adlandırmalarında ise İranî bir etkiden söz edilmektedir. Dinyester, Dinyeper ve Don gibi en büyük nehirler dahi bu kategoride ele alınmaktadır. İranî etki bununla da kalmayıp kadim Slavcanın en dip katmanlarında varlığını hissettirmektedir.

İranî etki denen şey aslında İskit ve Sarmat etkisidir. Tanrı (Bog), Şeytan (Div), Köpek (Sobaka), Ev (Xata), Balta (Topon)  gibi kelimeler İskitlerden alınmadır. İskit ve Sarmatların İranî mi Turanî mi olduğu tartışması doğrusu oldukça ideolojik bir zeminde cereyan ettiği için Slavcanın en kadim mayasında Türkçenin etkisinden söz etmek hiç de zorlama bir yorum olmayacaktır.

Nitekim Tanrı manasındaki Bog, Türkçede Bog ve Bogat, Bay ve Bayat olarak mevcuttur, Farsçada böyle bir geçişkenlik bulunmamaktadır. Şeytan manasındaki Div, Zerdüşt sonrası bir mefhum ama muhtemeldir ki Doğu Avrupa’ya Türkler tarafından taşındı. Köpek manasıdaki Sopako Sümerce ve Medcede geçmektedir, eski Türkçede de Sepek biçimindedir. Ev manasındaki Xata ile Türkçe Otağ; Balta manasındaki Topon’la Tırpan arasında da bir bağ kurulması mümkündür… Bu hamur çok su kaldırır, başka başlıklarda bu bahse dönmemiz gerekecek.

Talihsiz bir adlandırma

Slav kelimesi yazılı metinlerde Latin kaynaklarda Sklavani, Sclavi, Sclavenia tarzında geçmekteydi. Kelimenin kökenini irdeleyen araştırmacılardan biri Omelijan Pritsak Türkçedeki saklamak, denetlemek manasındaki Saklagu’nun zamanla Saklaw  hâlini aldığı kanaatindedir. Türklerin Slavlarla girdiği hâkimiyet ve ortaklık ilişkisinin dildeki yansımalarından biri olarak da gayet uygun bir adlandırma gibi gözükmektedir.

Başka çözümlemelere göre “sözcük” ve “aynı dili konuşan topluluk” anlamlarına gelen Slowo, göçmen ve çiftçi Slav kitlelerin köleleştirilmesi sebebiyle köle manasındaki Slave ile özdeşlemiştir. Bir kavim için en talihsiz adlandırmalardan biri olarak kayıtlara geçmiştir bu da.

Köleleştirilmeleri, Türklerle, Roma’yla, Bizans’la, Araplarla, Endülüs’le münasebetleri itibarıyla Slavlar mühim ve kapsamlı bir bahis. Kadim komşularımız, müttefik ve hasımlarımız olarak. Coğrafyada tuttukları yeri konuşabildik anca; tarihte tuttukları yeri bakalım konuşabilecek miyiz?

Bir Macar tarihçi, “Slavlar coğrafyada bir yer tutar, tarihte değil” demişken, tam da bunu anlamak için hem de.

Etiket /