Yazarlar

Şirin’in Şahitliği

Haydut bir kez daha haydutluğunu yaptı ve masum bir cana kast etti. Bu, onun tabiatından neşet eden, olağan bir hâletti. Bir yurdu gasp edip ahalisinin geçmişini ve geleceğini çalmış bir haydut için haydutluğunu gün be gün dünyaya duyuran bir şahidin hayatını gasp etmek hiç de olağandışı bir hâlet değildi.

Hristiyanmış meğer. Filistinli gazetecilerin en tanınmış siması Hristiyanmış; haber değeri var mıymış ki bunun? 25 yıllık muhabirlik sicilinde belki de hiç duyurmadığı gerçek buydu. Müslüman veya Hristiyan; o bir Filistinliydi.

 Halka yakın olmak için

Şirin Ebu Akile, 1971 Ocak’ında Batı Şeria’nın Beytüllahim şehrinden göç etmiş bir Katolik ailenin çocuğu olarak Kudüs’te dünyaya geldi. Annesinin akrabaları vasıtasıyla bir dönem ABD’de yaşadı, vatandaşlık bile elde etti. Anne babasını erken yaşlarda kaybettiğinde küçük ailesinden geriye sadece bir erkek kardeşi kaldı.

Doğu Kudüs’te Beyt Hanina’da liseden mezun olduktan sonra Ürdün’de Bilim Teknik Üniversitesi’nde mimarlık bölümüne kaydoldu fakat bu tercihinden vazgeçip  Yermuk Üniversitesi’nde gazetecilik okumakta karar kıldı. Bunun sebebini izah ederken şöyle diyecekti: “Gazeteciliği halka yakın olmak için seçtim. Gerçekliği değiştirmek kolay olmayabilirdi ama hiç değilse halkın sesini dünyaya duyurabilirdim.” Filistin’in sesini dünyaya duyurma emeli, Şirin’in infazının sebeplerini de izah ediyordu.

Okulu bitirdikten sonra vatanı Filistin’e döndü. Gazetecilik kariyerine Filistin’in Sesi radyosunda başlaması, gayesine uygun, hoş bir tevafuktu. Daha sonra UNRWA, Amman Satelite ve MİFTAH gibi kurumlarda çalıştı. Derken 1997’de ayrılmamacasına El-Cezire kanalındaki işine başladı. 

Şirin, Katar televizyonunun ilk muhabirlerindendi. Kanalın sembol isimlerinden olması İkinci İntifada’yla birlikte gerçekleşti. İntifadanın odaklarından biri Batı Şeria’daki Cenin’di. Şirin, 2002’de direniş tarihi yeniden yazılırken oradaydı. 2005 yılında Şikma Hapishanesi’ne girmesine izin verilen ilk Arap gazeteciydi. Filistinli mahkûmlarla uzun soluklu röportajlar yaparak esaret vakıasını dünya gündemine getirmeye muvaffak olmuştu.

Bu büyük bir hikâye değil

Mülteci kampları kapılarını ona açarken, o da kampları dünyaya açıyordu. Ölüm istatistiklerini dolduran rakamların, birer canlı, birer insan olduğunu olanca hikâyeleri ve hakikatleriyle insanlığın önüne koyuyordu.  Yüzü ve sesi, yirmi yıl boyunca çatışma haberlerinden çok şehit cenazelerinin haberleriyle özdeşleşmişti. 

Bu durumu Hanin Majadli, Haaretz’deki yazısında şöyle ifade ediyordu: “Ne vakit bir askeri harekât veya bir savaş veya da İsrail ordusu tarafından Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne bir saldırı olsa onun sesi bizim film müziğimiz oluyordu. İletişim devrimi ve akıllı telefonlardan önceki günlerde 0, ikinci intifadanın ortaya çıkışını gördüğümüz objektifti. Pek çok açıdan, o zor zamanlarda tüm dünyanın her gün duyduğu, gördüğü ve işgalin adaletsizliklerine kendisi aracılığıyla maruz kaldığı en önemli Filistinli şahsiyetti. Benim işgalin ne anlama geldiğini anlamamdan önce bile o oradaydı.”

Kendisi de bir sonraki kuşağın gazetecilerinden olan Hanin Majadli, onun ilham vericiliğini anlatma sadedinde şunları söylüyordu: “Kendimi ikinci intifadadan sonra bir aynanın önünde saç fırçası veya uzaktan kumanda tutarak haberini bitirirken kullandığı o derin, sakin sesi taklit eden bir kız çocuğu olarak hatırlıyorum: “Şirin Ebu Akile, El Cezire, Filistin.”

Bu etkinin mahiyetini irdelerken ise şunları kaydediyordu: “Akile, sadece çok profesyonel bir gazeteci ya da harika bir muhabir değildi; benim kuşağımın sesiydi. Siyasî bilincimizi büyük ölçüde şekillendirdi ve yirmi yıl boyunca profesyonellik, dürüstlük, insanlık ve kalite için dikkate değer bir model oldu. Bir idol hâline gelmesi hiç de şaşırtıcı değil.”

Şirin’i halk nezdinde bu kadar cazibedar ve muteber kılan şey halkına olan sadakati ve hürmetiydi. El-Cezire’den arkadaşı Vessam Hammad, onun en çok ilgisini cezp eden şeyin büyük veya politik hikâyeler değil insanların neler yaşadığını sergileyen küçük hikâyeler olduğunu söylüyordu. O derinlemesine bakıyor ve başkalarının göremediği hikâyeler görmesini biliyordu. Hammad bazen “Hayır Şirin, unut gitsin, bu büyük bir hikâye değil” dese de Şirin onu “oldukça insanî ve dokunaklı bir hikâyeye dönüştürebilme” istidadını gösterecek düşünme biçimine doğuştan sahipti.

Ezberleriyle yetinen biri olmak ona göre değildi. Kendini geliştirme adına dijital medya üstüne akademik çalışmalar yapıyordu. Düşmanı daha iyi anlama ve analiz etme adına İbranice okuması ve gelişmeleri analiz için gösterdiği düşünsel çaba da yabana atılamazdı. Temmuz 2021’de Mısır-Katar ilişkilerindeki normalleşme havasına binaen kanal temsilcilerinin dönmesine izin verildiğinde Kahire’den canlı yayın yapan ilk El-Cezire muhabiri olması elbette meslekî vasıflarıyla ilintiliydi.

Şirin tecrübeli bir saha muhabiri olarak defalarca gözaltına alınmıştı. İsrail makamlarının standart suçlaması “askerî bölgeleri görüntülemek” şeklindeydi. Şirin defalarca gözaltına alınmıştı ve kendisine yönelik tehditkâr tutumlar pek çok kez kameralara yansımıştı. Haydutlar tehditlerini nihai surette hayata geçirmek için onun Cenin’e dönmesini beklemişlerdi. 

Hiçbir uyarıda bulunulmaksızın

Şirin bu defa bir İsrail hapishanesinden kaşık marifetiyle kazdıkları tünelden kaçan tutsakların eski hikâyelerini çekmek için şehre gelmişti. O kadar çok insanla yolları kesişmişti ki gittiği her yerde onu dostça çevirip “Beni tanıdın mı?” diye soruyorlardı. Gelgelelim bu gezi İsrail ordusu tarafından zamansız biçimde sona erdirildi. “Bazı terör şüphelilerini yakalamak” için işgal güçleri 11 Mayıs’ta harekete geçtiğinde gelişmeleri takip etmek elbette ki onun işiydi. Üstüne kocaman harflerle “PRESS” yazan çelik yeleği ve kaskını giyerek meslektaşlarıyla birlikte olay yerindeydi. Bu onun son haberiydi. En büyük haberi.

Haaretz dahil İsrail medyası hadisenin “Filistinli militanların” açtığı ateşe İsrail Savunma Kuvvetleri’nin karşılık vermesi sonucu yaşandığını ve Şirin Ebu Akile’nin kafasına 150 metreden isabet eden kurşunun hangi tarafın namlusundan çıktığının “henüz tespit edilemediğini” savunsa da Filistin kaynakları bambaşka bir manzara aktarıyor. Filistin tarafından hiçbir ateş açılmadığını, nitekim İsrail askerleri arasında hiçbir yaralı olmadığını belirtiyorlar. İşgal ordusu hiçbir uyarıda bulunmadan ve yakın mesafeden Şirin ve arkadaşlarını hedef almıştı.

 İlk kurşun El-Kuds muhabiri Ali Samodi’yi sırtından vurmuş, ikincisi Şirin’in kaskının tam altından, kulağının dibindeki korunmasız bölgeden vurmuştu. Fail veya failler çatılara konuşlanmış İsrail keskin nişancılarıydı. Filistinli bir başka gazeteci Shatha Hanaysha da kurşunların hedeflerinden biriydi ve anlatımları tıpatıp Samodi’yi doğruluyordu. “Hiçbir uyarıda bulunulmaksızın” İsrailli keskin nişancıların kurbanı olmuşlardı. Samodi ve iki Filistinli, kaldırıldıkları hastanede hayatî tehlikeyi atlatırken Şirin ise İbn Sina hastanesine kaldırıldıktan sonra hayatını kaybedecekti.

Şeffaf bir soruşturma

El-Cezire’nin meşum hadiseyle alâkalı yayınladığı açıklamada belirttiği gibi cinayet “soğukkanlılıkla” işlenmişti. İsrail, “uluslararası yasaları ve normları hiçe sayarak olaylarda gerçek mermi kullan”mıştı. İsrail yönetimi derhal “şeffaf bir soruşturma başlatmalı”ydı. Kanal yetkilileri bunun ihtimali dahilinde olduğunu düşünüyorlar mıydı acaba? Ehlince malumdur ki İsrail’in tüm beyanları zaman kazanmaya ve kafa karıştırmaya dönük olmayı sürdürecek boş lafazanlıktan öteye geçmeyecektir.

Bunun en büyük delili Şirin’in cenazesine reva gördükleri gayriinsanî muamelede tebarüz etmekteydi. 13 Mayıs’ta Şirin son yolculuğuna Cenin’deki mülteci kamplarından birinden “PRESS” yazan çelik yeleği, Filistin bayrağı ve millî marşla çıkartılıp Doğu Kudüs’teki Bakire Meryem Katedrali’ne götürülürken İsrail polisi tabutu taşıyan kalabalığa plastik mermi, ses bombası, biber gazı, cop ve atlarla müdahale etti. Şirin’in tabutu devrilip yere düşeyazdı. Görüntüler bir haydut devlet için bile yüz kızartıcıydı. Müdahale esnasında 33 kişi yaralandı, 6 kişi de gözaltına alındı.

Avrupa Birliği, “İsrail polisinin cenaze törenine katılanlara karşı orantısız güç kullanımını ve saygısız davranışlarını” kınayan bir beyanat yayınladı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, cenazede yaşanan müdahaleden “son derece rahatsız olduğunu” duyurdu.   ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bile “İsrail polisinin Ebu Akile’nin cenaze törenine izinsiz girdiği görüntüleri görmekten derin rahatsızlık duyduk. Her bir aile, sevdiklerini onurlu ve engelsiz şekilde gömebilmeyi hak ediyor” deme lüzumu duydu. Gelgelelim bunların tümünün sade suya tirit mesajlar olduğunu en iyi bilen ise şüphesiz ki haydut rejimin kendisiydi. 

Hakikatin Şehidi

Şirin’in tabutunu bir özgürlük ve şeref sembolü gibi cansiperane koruyan Filistinliler onu uğurlamak için Eski Şehir semtindeki Hristiyan mezarlığına akın etti. El-Cezire kanalının yayın yönetmeni Ahmed El-Yafii ve diğer yetkililer de cenazede hazır bulundu.

Törendeki konuşmacılardan biri olan Barış İçin Dinler Vakfı Fahri Başkanı Piskopos Munib Younan, “Birçok insan, Şirin Ebu Akile’nin Hristiyan olduğunu bilmiyordu” gerçeğine işaret ettikten sonra şöyle devam etti: “Filistin’de Müslümanlar ile Hristiyanların birlikte yaşamı tartışmaya açılmayacak bir konudur. Bizler Müslümanlar ile Hristiyanları ayırmadan bir halk olduğumuza bakarız. Acımız ve kaderimiz bir olduğu gibi hepimizin olacak bir devletin kurulması hedefimiz de birdir.”

İşgal altındaki topraklarda bir duvara ise Şirin Ebu Akile gülümserken resmedilmiş ve adının önüne “Hakikatin Şahidi” ibaresi yazılmıştı. Şahitle şehit aynı manaya geliyordu ve bir insan için belki daha yüce mertebeler olsa da bir gazeteci için bundan daha yüce bir mertebe olabilir miydi?