Yazarlar

Sanal dünyanın “peygamberleri” kim?

İnsanoğlu tarihin en büyük değişiminin arefesinde. Bu değişim ekonomi, siyaset, sosyoloji, kültür, psikoloji, değerler ve düşüncelerimiz dahil her şeyi dumura uğratacak. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çok hızlı ilerleyen ve sınır (hudud) tanımayan bu çağ, her şeyi önüne katıp sürükleyecek. İnanılmaz gelişmelere tanıklık edecek beşeriyet tarihi. Bu yeni dünyayı, 18, 19 ve 20. yüzyılın ekonomik, […]

İnsanoğlu tarihin en büyük değişiminin arefesinde. Bu değişim ekonomi, siyaset, sosyoloji, kültür, psikoloji, değerler ve düşüncelerimiz dahil her şeyi dumura uğratacak. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çok hızlı ilerleyen ve sınır (hudud) tanımayan bu çağ, her şeyi önüne katıp sürükleyecek. İnanılmaz gelişmelere tanıklık edecek beşeriyet tarihi.

Bu yeni dünyayı, 18, 19 ve 20. yüzyılın ekonomik, siyasi, dini ve felsefi kavramlarıyla okumayı terk etmeliyiz. Kısır döngü tartışmalardan bir an önce kurtulmalıyız. Çünkü insanlık tarihi hiç bu tarz meydan okumalar ile karşı karşıya kalmadı. İnsanoğlu yaşama, çalışma ve içtimai hayatının her alanında ve evresinde böyle köklü değişimler yaşatan devrimler ile yüzleşmedi.

Her asırda eski nesiller, yeni nesilleri anlama sıkıntısı yaşamıştır. Bir önceki kuşak, yeni kuşağın değişimlerinden korkmuştur ama nafile kazanan hep yeni nesil olmuştur. Sınır tanımayan ve hızla ilerleyen yeni gelişmeler eski nesle “nerede o eski günler” demeye imkân vermeyeceği gibi kimilerince “Dördüncü Sanayi Devrimi” olarak adlandırılan teknolojideki bu hızlı değişimler, yeni nesilleri bile hayretler içinde bırakacaktır. Onun için yeni dünyada, eski ve yeni kuşak herkes yeni değişimlere uyum sağlamakta zorluk çekecektir.

Biliyoruz ki, Yüce Allah tüm alemlere (dünyalara) elçiler gönderdi. Kaynaklar bize ins ve cin alemine elçiler gönderildiğini haber veriyor. Hemen her dünyada, sahte ve hakiki elçiler arasında mücadeleler yaşandı. Her çağ iki dünyanın mücadelesine tanıklık etti. Geçen yüzyılın da iki dünyası vardı: Biri “modern dünya” diğeri de “geleneksel dünya”. İki dünyanın elçileri kıyasıya mücadele ettiler. O iki dünyanın verdiği mücadelenin etkisini, bugün günlük yaşantı ve ilişkilerimizde iliklerimize kadar halen hissediyoruz. O iki dünyanın kavgasından “modern dünya” galip gelse de “geleneksel dünya” sözlerde bile kalmış olsa yaşam emareleri göstermeye devam ediyor.

Fakat bugün yeni iki dünya ile karşı karşıyayız. Birinin adı “sanal dünya” diğerinin adı ise birilerine göre “gerçek dünya” filhakika bana göre bu dünyanın adı artık her şeyini yitirdiği için “yitik dünya” olarak değiştirilmeli. Çünkü 20. yüzyıl ve öncesi tüm çağlar dahil bugün hayatımızda yaşıyor gibi olsalar da hakikatte birer mevta halindeler bu yüzyılda. Onun için bu yüzyılın sonunda da bu iki dünyanın hangisinin diğerine galebe çalacağını hep beraber müşahede edeceğiz.

Tanrı’nın gönderdiği tüm elçiler, kendi çağlarındaki iki dünyanın çatışmasını yönettiler. Bu bu çatışmayı elçilerin dünyası bazen kazandı, bazen de kaybetti. Elçiler üzerine elçiler gönderildi yeni dünyalara. Hz. Musa’nın (as) geldiği dünyada da iki dünya vardı: Biri Firavunlar ve sihirbazların inşa ettiği “sihirli dünya”, diğeri ise Musa (as) davet ettiği “hakiki dünya”. Bu savaşı ise Musa kazandı sihirbazların sihirli dünyasına karşı.

Peki, bu yüzyılda yaşadığımız “sanal dünya” ile “yitik dünya” arasındaki savaşı hangi dünya kazanacak. Önümüzdeki yıllarda bunu daha berrak bir şekilde göreceğiz. Teknoloji ve robotlar dünyasının daha da gelişmesiyle önümüzdeki yıllarda daha bir gark olacak insanlık sanal dünyanın içine. Bu dünyanın hızını ve sınırlarını halen kavrayamıyoruz. Ancak bilinen bir hakikat var ki, o da fiziksel, dijital ve biyolojik dünyalarda teknolojiler iç içe geçip büyük bir sıçrama oluşturacak.

Her dünyanın kendine ait ticari, siyasi, içtimai, ahlaki ve nefsi bir mefkuresi var ve adım attığınız her dünya sizi hem maddi hem de manevi olarak dönüştürür. Tıpkı geçen yüzyılda modern dünyanın dönüştürdüğü ve yuttuğu geleneksel dünya gibi… Bugün ise insanlık geçen yüzyıllardan daha büyük vaatler ve potansiyel tehlikeler içeren bir döneme girmişken, ülkemin ve coğrafyamın insanlarının hala klasik güncel meseleler etrafında dönüp durması beni derin bir endişeye gark ediyor.

İktidarları ve muhalefetleri bir yana koyarsak, peki bugün düşünürlerimiz ve siyasilerimiz bu iki dünya arasındaki gerçek ayırımın hakikaten farkında mı? Bunlardan bihaber olduklarına size yemin edebilirim. Kendilerini hep haklı gören muhafazakâr düşünürler, “ahlak gidiyor, eyvahlar olsun, aile çöktü…” gibi naralar ve sloganlar atıyorken aslında geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da hiçbir şeyi bilmediklerini ortaya koyuyorlar.

Laik, solcu, liberal ve demokrat geçinen aydınlarımız da geçen yüzyılın dünyasına ağlayıp, geçen yüzyılın teranelerini okumaya devam ediyor. Kısacası gelinen noktada her kesimdeki yaşlı bunakları bir yana koyarsak bugün modernistler ve gelenekçiler yeni dünyada aynı tarafta duran iki yaramaz çocuk gibi davranış sergiliyorlar. Bundandır ki, sadece muhafazakarların değil solcuların, laiklerin, liberallerin vb. bilumum tüm geçen yüzyıl ideolojilerinin çocukları, babalarının onlara enjekte ettiği buhranların altında eziliyor ve bunalım içinde her yerde “mutluluk” arıyor.

Bu boşluktan ise yeni bir nesil doğuyor. Bunlar başka bir dünyadan geliyorlar. Adı “sanal dünya”. Yitik dünyanın kavramlarına ve yaşantısına alışık değiller. Her şeyi “hız ve sınırsızlık” kavramı içinde okuyorlar. Geçen yüzyılın tartışmalarından kısmen haberdar olsalar bile anlamakta güçlük çekiyorlar. Modernistlerin ve gelenekçilerin anlattıkları hikayeler, aslında onlara çok gülünç geliyor. Çünkü sanal dünyanın çocuklarına göre modern ve gelenekçi her iki dünyanın insanları bugün yobaz ve gerici. Çünkü yavaş ilerliyorlar ve her şeyleri bir sınır içinde devam ediyor.

Türkiye’deki ve dünyadaki bazı sözde tasavvufçu ve modernist hocaların tartışmalarını birde bu yönüyle okuyun. Hatta iktidarlar ile muhalefet arasındaki tartışmalar dahil. Sanal ve yitik dünya arasında sıkışmış olan yeni neslin, acilen geçen yüzyılın kafası ile dünyayı yorumlayan ve anlamaya çalışan bu modernist ve gelenekçi boş tenekelerden kurtulması lazım. Ve bu yüzyılın en büyük sorusu yeniden “biz kimiz” olacak insanlık için.

Yapay zekadan robotlara, nesnelerin internetinden 3D yazıcılara, nano-teknolojiden biyoteknolojiye vb. tüm alanlarda yaşanan büyük değişimler toplumsal hayatı olduğu gibi tüm sektörleri de derin değişimlere itecek. Ortaya çıkacak yeni iş modelleri, yerleşik kuruluşları bozacak, üretim, tüketim ve ulaşım dahil her alanı yeniden biçimlendirecek. İçtimai alanda, iletişim tarzlarımız, çalışma yöntemlerimiz, kendimizi ifade şekilleri, bilgilendirme, eğlendirme ve eğitimde paradigmalar altüst olacak. Hükümetler ve kurumlar yeniden şekillenecek.

Beşeriyet tarihinin daha önce yaşadıklarının hiçbirine benzemeyen değişim karşısında insanoğlunun yeni söylemlere ve metaforlara ihtiyacı var. Akıllarımız, kalplerimizi ve ruhlarımızı etkileyen bu yeni değişim karşısında yeni bir bilgeliğe ihtiyaç duyuyor insanlık. Birileri bunu bir bozulma ve yıkım olarak görebilir ancak; bilinmeli ki, bu yeni meydan okumalar da insanoğlunun ürünüdür.

O halde sormak lazım, her dünyaya elçiler gönderen Tanrı’nın sanal dünyadaki elçileri kimler olacak. Hız ve sınırsızlığın hükmettiği “sanal dünya” elçilerini bekliyor. Fakat bir farkla; bu dünyayı Tanrı inşa etmedi. Batılı bir filozofun söylediği gibi bu dünya “hayvan ve tanrı” arasında bir varlık gösteriyor. Mecrasından çıkan bir dünya, etrafını yıkıp, döker. Arapça’da “decl” mastarı mecrasından çıkmaya, etrafını yıkıp dökmeye, bir şeyi örtmeye, gizlemeye, yaldızlamaya ve boyamaya deniyor. Aynı kökten gelen “Dicle” aynı manayı taşıdığı için dünyaca bilenen bir nehre “Dicle” adı verilmiştir. Yine aynı kökten türeyen “Deccal” ismi de hızla giden, sınır tanımayan, yıkıp döken, gizleyen ve bir şeyi örten şeye denmektedir.

Şimdi üzerinde oturup yeniden düşünme vakti. Bu iki dünyanın oluşturduğu yeni sosyoloji, psikoloji, siyaset, ekonomi ve etiği münazaralarında çok geri kalmadık mı? Her ne kadar bizler siyasi kavramlar üzerinden bu çöküşü tartışsak da, Osmanlı modern dünyayı anlamakta geciktiği için çöktü. Bugün sorulması gereken soru ise şu: Sanal dünyanın oluşturduğu yeni dünyayı kabul edecek miyiz?

Sanal dünyadan gelenlere veya yaşayanlara bir bakın. Sizden gibi görünüyorlar ama hakikatte çok yüzlüler. Sanal dünyadaki troller, sahtekârlar, kahramanlar, kılıç kuşanan cengaverler; aslında yitik dünyada bilinmeyen, sinik şahsiyetlerdir hakikatte. Sanal dünyaya gark olan bu insanların yitik dünya ile bağları nasıl olacak? Etrafınıza hiç bakmıyor musunuz? Herkesin değiştiğinin farkında değil misiniz? Akıllar, kalpler ve ruhlar dumura uğramış durumda.

İtiraf etmeliyiz ki, kötü bir huyumuz var. Her şeyi siyasete bağlamayı ve her şeyi siyasi bir nazariye ile okumayı seviyoruz. Bundan dolayı da sosyolojik ve felsefi büyük tartışmaları hep ıskalıyoruz. Sormak lazım şimdi dünya siyasetindeki bu büyük değişimin ana sebebi o ya da bu ideoloji değil de sanal dünya ve yaşadığımız bu büyük devrim olmasın! Çünkü sanal dünyanın bu büyük elçisi yani Deccal herkesi kendi dünyasına çekmeyi başardı. Yitik dünyanın arda kalan yaşlı bunaklarının hali ise malum ortada.

O halde gelin adam gibi meselelerimizi tartışalım. Bu yeni inşa edilmek istenen dünyada hepimiz birer ne- idiğü belirsiz mahluklara dönüşmeyelim. Çünkü bu dünyayı kendi ellerimizle kuruyoruz. Bu yeni devrimi dünya ve tüm insanlık için daha iyi bir yer haline getirmek için kullanmalıyız. Bu değişimi insanlığı bölücü ve zarar verici olmaktan çıkartıp insanı güçlendirici ve insanın hizmetine verici şekilde düzenlemeliyiz. Bunun için de her ideolojiye ait sosyal bilimcilerden siyasetçilere, akademisyenlerden iş adamlarına, filozoflardan din adamlarına kadar herkes insanlık için ortak hareket etmeli.

İnsanlık tarihinde benzeri yaşanmamış bu sosyolojik, psikolojik ve kültürel değişimleri, Hindistan’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Japonya’ya tüm dünya iliklerine kadar hissediyor. Hindu’sundan Budist’ine, Hristiyan’ından Müslüman’ına, Yahudi’sinden Ateist’ine hemen herkes aynı konulardan muzdarip. Sanal dünya gündelik iletişimin olduğu kadar siyasi münazaraların, kriz iletişiminin, pazarlamanın ve kültürel katılımın önemli bir enstrümanı haline gelmiş durumda. Sadece akıllı telefonların bankacılığı, parayı ve ticareti nasıl kökten değiştirdiğini; kimliklerin ve mahremiyetin nasıl evirildiğini, müzik, kitap ve televizyona erişim hususunda tüketici davranışlarının nasıl farklılaştığını hepimiz gözlemliyoruz.

Gelin; akıllarımızı, kalplerimizi, ruhlarımızı, değerlerimizi, uykumuzu, beslenmemizi, bedenlerimizi, duygularımızı değiştiren bu çağı inkar etmeden ve onun kölesi olmadan ortak çözümler üretelim. İnsanoğlu arasında güveni inşa edip, fikir paylaşımlarında bulunalım. Beşer arasında merhameti, müsamahayı ve saygıyı yeniden inşa edelim. Beşerin sanal dünyada robotlaşmasını böylece engelleyebiliriz. Yeni çağ konusunda büyük bir farkındalık oluşturup, birlik içinde yeni ve kapsayıcı anlatılar geliştirmeliyiz. Buna İslami literatürde fıkhın bu asra göre yeniden tecdidi diyebiliriz. İktisadi, içtimai ve siyasi sistemlerimizi herkesin yararlanabileceği şekilde yeniden yapılandırmalıyız. Güçlü bir iş birliğine ihtiyacı var beşerin.

İnsanlığın robotlaşmasına karşı yeni bir kültür ve sosyoloji geliştirmeliyiz. Sanal dünyanın ürettiği yeni milliyetçilik, muhafazakarlık ve sekülerizmin hiçbir alt yapısı yok. Sadece insanlık yeni kültür ve sosyoloji inşa etmediği için bu boş fikirler karşılık bulmuş gibi görünüyor. İnsanoğlunda birlik bilinci ve ahlak bilincini diri tutmalıyız. Karamsarlığa kapılmadan yeni yüzyılın büyük meydan okumaları ile yüzleşmeliyiz. “Ey İnsanoğlu” adı altında tüm insanlığa seslenecek güçlü fikirler üretmeliyiz.

Coğrafyamın sözde muhafazakarlarına, laiklerine ve milliyetçilerine çağrım, size yalvarıyorum yeni yüzyılı uçkur ve çukur edebiyatı üzerinden okumayın. Kâh boşanmalar artıyor, kâh gençlik deistleşiyor, kâh ormanlar talan ediliyor, kâh toplum muhafazakarlaşıyor, kâh şeriat geliyor edebiyatlarından kurtulun. Bırakın boşanmalar artsın, gençler deistleşsin. Bırakın geçen yüzyılın diktatörlerinin inşa ettiği suni kutsal devletçikler ile “kutsal aile” kavramları yerle yeksan olsun. Geçen yüzyılın siyasi, içtimai, iktisadi ve ailevi tüm örfleri zaten tuzla buz olmuş durumda değil mi? Etrafınızda bunu görmüyor musunuz Allah aşkına. Unutmayın! Bugün insanlık, her alanda yeni bir nomosa ve ahlaka ihtiyaç duyuyor. Bunun içinde elçilere ve Çiçero gibi filozoflara ihtiyacı var insanlığın. Tanrı yeni elçiler de göndermeyeceğine göre, o elçilerin müceddid temsilcileri kimler olacak? Kutsal metinleri modernist ve gelenekçi veya ilerlemeci ve gerici gibi yorumlar üzerinden okuyanların hepsi tarihin çöplüğünde yerini almaya hazırlansın. İnsanlığın yeni bir paradigmaya ve nomosa ihtiyacı var anlayın. Peki, bunu haykıracak cesur insanlar nerede?