Yazarlar

Prens, köle ve Şeyh

Güney Afrika’nın maki ormanları diğer Afrika bölgelerinden oldukça farklıdır. İklim ve yerleşim bakımından Afrika’nın en yaşanacak bölgesidir. Sahra çölündeki sıcaklıklar ve kum fırtınalarına rastlanmaz, Ekvator kuşağında görülen düzensiz yağmurlar da görülmez, hayatı çekilmez hale getiren tropikal hastalıklara da rastlanmaz. Toprak oldukça verimlidir, Akdeniz bölgesinde yetişen her ürünü burada yetiştirmek mümkündür. Afrika’nın birçok bölgesinde yetişen mango, […]

Güney Afrika’nın maki ormanları diğer Afrika bölgelerinden oldukça farklıdır. İklim ve yerleşim bakımından Afrika’nın en yaşanacak bölgesidir. Sahra çölündeki sıcaklıklar ve kum fırtınalarına rastlanmaz, Ekvator kuşağında görülen düzensiz yağmurlar da görülmez, hayatı çekilmez hale getiren tropikal hastalıklara da rastlanmaz. Toprak oldukça verimlidir, Akdeniz bölgesinde yetişen her ürünü burada yetiştirmek mümkündür. Afrika’nın birçok bölgesinde yetişen mango, papaya, hindistan cevizi sadece belirli bir kısımda büyür. Daha çok üzüm, elma, turunçgiller, buğday gibi ürünler yetişir.

Sömürgeci Avrupalılar, Afrika’nın güneyine ilk ayak bastıklarında, Ümit Burnu dedikleri bu bölgede göçebe hayat yaşayan Koi Koi yerlileri vardı. Koi Koi yerlileri tabiatın en özgür insanlarıydı. Yalnız yemek için avlanırlar, Allah’ın kendilerine armağan ettiği tabiatın zenginliklerinden, onu yıkmadan parçalamadan, kargaşaya sokmadan faydalanırlardı. Portekizliler kıtaya ayak bastıklarında zayıf ve çelimsiz çalı insanı dedikleri Koi Koi’den faydalanamayacaklarını, tarımda işçi olarak kullanamayacaklarını anlamışlardı. Çünkü onlar bir kartal gibi özgür şekilde yolculuk eden insanlardı.


Portekizlilerden sonra Hollandalılar Güney Afrika sahillerine geldiler ve Hindistan ile uzak doğu bağlantıları için Jan Van Riebeck öncülüğünde Cape Town garnizon şehrini kurdular. Cape Town’u bir liman şehri olarak görüyorlar ve uzun seyahatlerinde kullanacakları tahıl ve kuru gıdayı buradan karşılayacaklarını düşünüyorlardı. Fakat Koi Koi’ler avcı insanlardı, tarımla toprağa bağımlı olmayla ilgilenmiyorlardı. Hollandalıların tarımda çalışacak kölelere ihtiyacı vardı ve bu köleler zorla işgal edecekleri Müslümanların yaşadığı Malay adalarından getirilebilirdi.

Güney Doğu Asya’nın 17. Ve 18 yüzyılları Malay adalarında Müslüman kanının aktığı yüzyıllardır. Birçok Malay adası Hollandalıların işgaline uğramış, Müslümanlar katliama uğratılmış, esir edilenler de köle olarak Cape Town’a getirilmişti.

Cape Town’a ilk Malay adalarından Müslümanlar elleri ve ayakları zincirlerle bağlanmış halde 6 Nisan 1652’de getirildi. Köle gemisinin içinde 40 kadar Malay Müslümanı vardı. Amboya adasından 870 zincirlere vurulmuş Müslümanla yola çıkan köle gemisinin ambarında hastalıklardan ve sıcaktan çoğu hayatını kaybetmiş yalnız 40 kadarı hayatta kalabilmişti. Gemiden ilk indirilen elleri ve ayakları zincire bağlı Molukkanlı İbrahim’di. İbrahim Molukkan adasının Müslüman kralının oğluydu. Yaşı henüz 20’lerin ortasında görünmesine rağmen 40 yaşlarında görünüyor ve ayağını yere çok sağlam bir şekilde basıyordu.

1795’e kadar binlerce zincirlenmiş Müslüman getirildi Malay adalarından. Bu köle olarak getirilmiş Müslümanlara Cape Malay ismini verdiler. Cape Malay Müslümanlarının birbirleriyle evlenmeleri, kendi dillerini konuşmaları ve İslam dininin pratiklerini yerine getirmeleri yasaklanmıştı.

Kendi topraklarından koparılmış, özgürlükleri engellenmiş Müslümanca yaşamalarına izin verilmeyen Cape Malay Müslümanları, Hollandalılara karşı direndiler, gizli gizli evlendiler, kendi dillerini ve geleneklerini unutmamaya özen gösterdiler. Hollandalılar, imamları prensleri toplumdan uzaklaştırmak için ayrı yerlere sürgün ediyorlardı. Bu sürgün yerlerinden biri de Mandela’nın hayatının bir bölümünü geçirdiği açık hava hapishanesi Robben Adası idi.

Sadece Malay adalarından değil Hint adalarından getirilen Müslümanlar da vardı. Bu Müslümanlardan biri Goa hükümdarı Yusuf’tu. Hollandalılara karşı mücadeleyi kaybedince bir süre Seylan Adası’na sürgüne gönderilmiş daha sonra da Cape Town’a getirilmişti. Makassarlı Yusuf olarak bilinen Şeyh Yusuf daha öncekilerden farklıydı. O bir prens, özgürlük savaşçısı ve dindar bir liderdi. Halvetiye tarikatının Cape Town’daki şeyhi olan Makkasarlı Yusuf’u ne zincirler ne prangalar durdurmuş, onun sohbetler yapmasına izin verilmek zorunda kalınmıştı.

Şeyh Yusuf bir hükümdar oğlu olarak doğduğu topraklardan binlerce kilometre uzaklıktaki Cape Town’da elleri ve ayakları zincirlenmiş bir köle olarak getirilmişti. Beyaz sömürgecilere karşı ilk direnişi başlatan Şeyh Yusuf, Güney Afrika tarihine “köleliği kabul etmeyen kral, sufi şeyh” olarak geçecektir. Vefat ettiği 1699’a kadar köleleştirmek istenilen Cape Malay Müslümanlar arasında irşad vazifesini yerine getirirken, beyazlara köleliğin kabul edilmeyeceğini Müslümanların yalnız Allah’a kul olabileceğini hatırlatmak istemiştir.

Şeyh Yusuf’un yaktığı özgürlük meşalesi Cape Malay Müslümanlar arasında hiç sönmeyecektir. Şeyh Mudara, Javalı Tuang Sayyid devam ettireceklerdir.

Tuan Guru’yu ders verirken temsil eden çizim

 

Bugün, Osmanlı alimi Ebubekir Efendi’nin mezarının bulunduğu Signal tepesinde Cape Malay Müslümanları için ayrı bir önemi olan Tuan Guru’nun da mezarı vardır. Tuan Guru, bir Malay adalı prenstir, bir direniş lideridir, Siyah Afrikalılara İslami tebliği eden ve ilk defa Güney Afrikalı siyahlar arasında İslam dinini yayan kimsedir. Tuan Guru, ilk defa Müslümanların serbest bir şekilde ibadet yapmaları için şu anki Dorp caddesinde Cape Town’un ilk camisi ‘Evvel Mescidi’ni kuran kişidir.

Tuan Guru, evini siyah ve Cape Malay Müslümanlarına açmış, ilk defa 1772’de bayram namazı kıldırmıştır. Hollandalılar Tuan Guru’yu Robben adasına sürgüne göndermişler, hapse atmışlar, fiziksel işkencelere maruz bırakmışlarsa da O, İslam davasından ayrılmamıştır. Tuan guru, ilk defa Cape Town’daki Müslümanları birleştirmiş, sömürgeciliğe, kölelik rejimine karşı tek yürek olmalarını sağlamıştır. Hollandalılar, Tuan Guru’nun faaliyetleri karşısında çaresiz kalacaklar ve Müslümanlar arasında evliliğe, serbest bir şekilde dini ibadetlerini yerine getirmeye izin vereceklerdir.

Tuan Guru’nun daha önceki Cape Malay Müslüman liderleri Tuan Şappi ve Taun Alevi’den bir farkı da şafi mezhebinin Cape Townlu Müslümanlar arasında yayılmasına öncülük etmesidir. Cape Town’da ilk medreseyi kurarak şafi fıkhını Müslümanlar arasında yaygınlaşmasını sağlamıştır. Okuluna sadece Malayları değil siyahları da kabul etmesi, Hollandalıların tepkisine neden olmuş, siyahların yalnız Hıristiyan olabileceği kuralı getirilmiş ve zorla kiliselere gönderilmişlerdi.

1807’de vefat ettiğinde Tuan Guru, bir camii ve iki okulu Müslümanlara kazandırmış 16 yıl boyunca 372 civarında öğrenci yetiştirmişti. Tuan Guru İslam’ın Cape Town’daki kurumlaşmasını sağlayan bir kişi olduğunu söyleyebiliriz. Artık ne Hollandalılar ne İngilizler ne de Apartheid rejim Şey Yusuf’un yaktığı meşaleyi onun sayesinde söndürememişti. Cape Malay Müslümanları kimliklerini onu sayesinde koruyabilmişler, sömürgeci Avrupalılara köleliği kabul etmediklerini yalnız Allah’ın kulları olduğunu haykırabilmişlerdir.

Tuan Guru aynı zamanda uzun yıllar, Cape Malay Müslümanlarının baş ucu kaynaklarından biri olan Marifetül İslam ve İman kitabını bırakmıştır.

Etiket /