Yazarlar

İran’dan Gelen Göç Tsunamisi

Savaş ve ekonomik zorluklar başta olmak üzere insanların farklı gerekçelerle göçe başvurmaları günümüzde tartışmalı bir durum yaratmaktadır. Göç konusu gün geçtikçe daha fazla küresel bir yaklaşım ile eşgüdümlü müdahale gerektiren bir mesele olarak kabul edilmektedir. ABD’nin güney sınırlarından girmeye çalışan binlerce Meksikalı göçmenin görüntüleri, Afrika’nın Sina Çölünün ateşini göze alıp canı pahasına Avrupa’ya gitmeye çalışan […]

Savaş ve ekonomik zorluklar başta olmak üzere insanların farklı gerekçelerle göçe başvurmaları günümüzde tartışmalı bir durum yaratmaktadır. Göç konusu gün geçtikçe daha fazla küresel bir yaklaşım ile eşgüdümlü müdahale gerektiren bir mesele olarak kabul edilmektedir. ABD’nin güney sınırlarından girmeye çalışan binlerce Meksikalı göçmenin görüntüleri, Afrika’nın Sina Çölünün ateşini göze alıp canı pahasına Avrupa’ya gitmeye çalışan on binlerce insan, göçün tam anlamıyla bir insanlık dramı olarak karşımıza çıkartmaktadır. Birkaç gün önce Avrupa’nın göbeği Britanya’da öğrencilerin Suriyeli bir mülteciye ırkçı saldırıda bulunmaları batının insan hakları maskesini bir kez daha yere düşürdü. Avustralya ve Yunanistan gibi ülkelerdeki mülteci kamplarındaki çaresiz kalan sefil insanların sadece bu kamplara münhasır olmadığı da aşikar. Suriye savaşı mağdurlarının akın akın Türkiye topraklarına gelmesiyle birlikte maddi ve manevi faturalarının gittikçe ağırlaşması göç meselesinin hayati öneme sahip olduğu gerçeğini kamuoyu nezdinde de göstermiştir. Göç ve mülteci deyince Türkiye’de ilk akla gelen Suriye olsa da görünen o ki diğer komşumuz İran, Suriye’yi ardında bırakacak. Tahran yönetimini tüm dünyada farklı kılan özellik nedir? sorusunu soracak olursak sanırım ilk cevabı soruda aramalıyız, evet farklı olması. Yani normal dünya şartlarına uygun bir ülkeden bahsetmiyoruz. Batıyla sürtüşmeleri ülke kimliğinin ayrılmaz parçası olsa da son zamanlarda Trump hükümetinin uyguladığı rejim karşıtı politikalar özellikle bölge ülkeleri derinden düşündürmeye başlamıştır. 1979 devriminden günümüze dek Avrupa ve Amerika’daki fosilleşen muhaliflerin “Rejim bugün yarın, gitti gidecek; devrilecek” sözleri her zamandan daha çok dikkate alınıyor. Tarihe not düşecek devasa yolsuzluklar, her gün artan baskıcı siyasetler ve en önemlisi de ekonomik başarısızlıklar İran halkının hükümete olan güvenini iyice bitirmiş, toplumun tüm kesimlerini içine alan geniş bir memnuniyetsizliğe neden olmuştur. İran’dan gelen haberlerde ardı arkası kesilmeyen grevler ve protestoları da bu tabloya eklersek “Acaba bu ses devrimin sesi mi” sorusu tekrarlanmaya başlandı. Hal böyle olunca da ilk akla gelen güney doğumuzdaki 560 kilometrelik İran sınırı oluyor ve olası rejim değişikliği veya otorite düşüşünde İran Suriye olur mu sorusunun ne kadar yerli olup olmadığından ziyade, İran tarafından yeni bir göç dalgası başlar mı sorusu ortaya konuluyor. Bu endişe ve sorunun cevabına gelecek olursak söyleyecek tek şey var oda şu ki “İran’dan bir göç dalgası başladı bile” dahası şu ki ileride bizi bekleyen bir göç tsunamisi var!

İranlıların göç tarihçesi

Çağdaş tarihimizde İranlıların ülkeden göçüp terk-i vatan etmelerini böyle kategorize edip değerlendire biliriz:

-1979 Devriminden önce ve Şah rejiminin muhalifleri; Bu listenin en bilindik figürü tabi ki Humeyni ve daha sonra rejim değişikliğiyle iş başına gelen diğer aktivistler. Rejimin değişmesi ve yeni siyasi atmosferin oluşmasıyla dışarıdan içeriye dönük de bir göç dalgası yaşandı.

-Devrimden sonra İslam Cumhuriyeti ilk başta şah ve onun geniş etrafındaki kitleyi hedef aldı ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan bu kitle genelde eski sistemin en yakın müttefiki ABD’yi seçti. Bu grup göçmenler İslamcı devrimcilerin yönetimde tecrübesizliklerine güvenerek tekrar gücü ele geçirecekleri hayaliyle valizlerini hiç açmadılar.

-1988 göç dalgası siyasi suçlu idamları ile başlandı. Devrim kendi evlatlarını beklenenlerden çok daha önce ve daha doğrusu ilk kuruluş günden itibaren yemeye başladı. Canını kurtaranlar bir göç dalgası daha tarihe yazdırdı ama ilginç noktalarda yaşandı. Bugün Halkın Mücahitleri Örgütü o zamanlar İran’ın siyasi semasında yıldızının sönmesi de bu idamlarla başladı ve toplumdaki tabanı da savaş halinde olan Irak’ta bitti. Örgüt üyelerini ölümden kurtarmak için ülkeden çıkarıp özgürlüğü için mücadele ettiğini iddia ettiği topraklarına saldıran Irak’a yerleştirdi, bu sebepten ciddi anlamda meşruiyet kaybına uğradı ve böylelikle hem muhalefetin izlediği yanlış politika hem göç konusunda tarihe geçti.

Humeyni

Savaşın bitmesi ve Humeyni’nin ölmesiyle birlikte Rafsancani hükümetinin kalkınma ve liberal ekonomi sloganları ortaya çıkıp İslami burjuvaziyi oluşturmaya başladı. İşte bu dönemde siyasi olmayan göçler meydana geldi ve daha iyi ve genelde ekonomik motivasyonlarla başta Kanada ve Avustralya’ya göç dalgası başladı. Bu İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulduğundan sonra yaşanan ilk gayri siyasi göç dalgasıydı ve bu durum sonraki senelerde iyice artarak sele dönüşmüş oldu…

Ahmedinejad

Ciddi sayısıyla bugünkü ülke dışındaki aktif pozisyonun büyük kısmı oluşturan bir sonraki göç dalgası 2009dan sonra yaşandı. Şaibeli Cumhurbaşkanı seçimine itiraz edenlerin mağdurlarına artık ülke dar gelmeye başladı, reform umanların geleceğe dair umudu Ahmedinejad’ın tekrar iş başına getirilmesiyle yerle bir oldu. Muhalefet gibi yazma gayretinde bulunan gazeteciler ülkeyi terk etti, çıkamayanlar ise uzun hapis cezalarına çarptırıldı. Yönetimin en ufak muhalefete karşı tahammülsüzlüğü kitlelerde sistem içi reform umudunu bitirdi, bu duruma karşı ılımlı muhalifler bile tamamen iplerini kopardı ve rejim değişikliği isteyenlerin arasına katıldı. Bu dönemde ülkeden çıkan siyasi statüdeki göçmenler daha önce siyasi gerekçelerle çıkanlar gibi gittikleri ülkelerde entegre olamadılar ve her zaman yaptıkları faaliyetlerle İran politikasında aktif rol alma gayretinde bulunup, etkili olmaya çalıştılar. Sayıları toplamda 5 milyondan aşkın düşünülen bu kitle(siyasi sebeplerden göç edenler) bölgemizde çoğu ülke nüfusundan daha fazla olduğunu göz önünde bulundurursak bu camianın ehemmiyetini daha da derinden idrak edebiliriz.

Hasan Ruhani

Yurt dışındaki muhalefet unsurlar ve Tahran yönetimindeki reform günümüzde daha çok hatta tek ağızdan değişime götürebilir olması ciddi bir endişe olsa da okunması için bol zaman gerektiren bir mevzu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak asıl konudan çok fazla sapmadan “sebebi ne olursa olsun,  olası bir geniş iç çatışmada İran’dan çıkan ve batıya yüz koyan mülteci dalgasının etkileri ne?” sorusuna cevap arayalım.

1.5 milyon kişi Kanada ve Avustralya göç sırasında

Yol ve Şehircilik bakan danışmanı İranlı ekonomist Hüseyin Ebde 2017’de bir konuşmasında sırf Kanada ve Avustralya ülkelerine göç etmek için açık dosyası bulunan 1.5 Milyon kişinin sıra beklediğini açıklamıştı. Ebde bu sayının ülkenin 30 yaş altı gençlerinin 4% lük bir dilimi kapsadığına dikkat çekerek geçmiş 40 yıllık göç edenlerin dörtte birinden daha fazla bir rakama tekabül ettiğinin altını çizmişti. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus şu ki bu sayı iki ülkenin tüm dünyadan aldığı yıllık göçmen sayısının üç katından daha fazla! İranlılar bu gerçeği bile bile hala göç başvurusunda bulunmakta bu kadar ısrarcıysalar eğer durum çok vahimdir demek!  Göç etmek isteyenlerin net sayısına ulaşmak zor ancak kesin olan şu ki özellikle genç nesil daha iyi bir hayat şartlarına ulaşmak için adeta ülkeden çıkıp kaçmanın yollarını arıyor. Bu iddianın bariz bir örneği Sırbistan’dır. Şöyle ki İranlı turist çekmek umuduyla vizeyi kaldıran Sırp yetkililer kısa sürede gelen binlerce İranlı’nın geldikten sonra kaçak yollarla Avrupa’ya geçmeye çalıştıklarına veya orada kalıp iltica talebinde bulunmalarına şahit oldu. Ve Sırplar en sonunda bu durum için “İranlılar suiistimal etti” diyerek vize muafiyetini kaldırdı. Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ulaşamayanlar da BAE, Türkiye ve hatta Gürcistan’a yüz tutup daha iyi çalışma fırsatları peşinden gitmekte. Batıya göç Suriye krizi patlak verdikten sonra zorlaşınca on binlerce İranlı da Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak seçip gerek Birleşmiş Milletler’in aracılığıyla iltica talebinde bulunuyor yada kaçak yollardan cennet sandığı batıya gitme hayaliyle yanıp kavruluyor.

Göç sevdası mı yaşam mücadelesi mi?

Devrimden sonraki ilk yıllarda ülkeyi terk edenlerin büyük çoğunluğu ilk fırsatta İran’a geri dönmeyi hayal ediyorlar. Ancak 2009’dan sonra göç edenlere baktığımızda bir siyasi yenilgi ve rekabetten ziyade umutları tamamen yok olduğu için ve ülkelerinde kendilerine bir gelecek düşünemediklerinden dolayı İran’dan göç ettiklerini görüyoruz. Öte yandan İran’da her geçen gün zorlaşan ekonomik şartlar insanların minimum şartlarda bile hayatlarını sürdürülmelerini çok zorlaştırıyor, kısacası çalışacak bir iş bulunsa bile ödenen ücretle kişi karın doyurmakta bile zorlanıyor. İşin özüne baktığımızda bir kişi iş bulsa bile geçim sıkıntısı hızla imkansız bir hal almaya başlıyor. Bir başka sorun ise ülkenin dört tarafını saran çevre sıkıntıları. Bu duruma  Azerbaycan gibi yeşil bir bölgede Urmiye gölünün yanlış çevre siyasetleriyle kurutulması ülkeyi çölleşme tehlikesiyle yüz yüze getirmiş durumda olduğunu örnek vermek doğru olacaktır. Kuraklık ve ülkenin hayati olan su krizini de göz önünde bulundurursak aslında göç etmeye neden çok…

Türkiye’yi ne bekliyor?

İranlı göçmenlerin çoğu Türkiye’yi bir üçüncü ülkeye gidene kadar geçiş süreci gördükleri için toplumla kaynaşmakta zorlanıyorlar, özellikle Suriye krizinden sonra artan mülteci sayesinde bu süreç yıpratıcı olabiliyor. Değil Türkiye’yi benimseyip topluma karışmak bazen kontrolden çıkabilecek sonuçlara da fail olabiliyorlar. Buna ardı arkası kesilmeyen İranlı mültecilerinin uyuşturucu ticaretinden gözaltına alınma haberleri örnek olabilir.

İran’da özellikle ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilip ambargoları geri getirmesiyle birlikte ekonomi tam anlamıyla çöküşe doğru ilerliyor ve buda coğrafi konumuyla itibaren en elverişli göç maksadı Türkiye’ye gelme talebini daha da çok gündeme getirmekte. 2015’te Göç İdaresinin kuruluşundan sonra özellikle düzensiz göçle ilgili daha ciddi politikalar izlenmeye başlasa da göçün ilk adımı Türkiye dışında atılıyor ve önlemlerin çoğu bu akımı başka yere yönlendirmekte başarısız oluyor. İran sınırından gelen göç dalgasının hızlanmasının bir başka aktörleri Pakistan ve özellikle de Afganistan uyruklu mültecilerdir. Doğu sınırlarında insan kaçakçılığı ve her geçen gün artan taleple birlikte düzensiz göçte rekor rakamlar kaydedilmeye neden olmuştur. Ekonomik durumun ağırlaşması özellikle de dövizde yaşanan krizden sonra İran’da yaşayan ve sayıları 3 milyonun üstünde tahmin edilen Afganistanlı göçmenin ilk hedefi yine Türkiye olmuştur. Zaman zaman Türk yetkililer bu konuda sorumluluklarını yerine getirmeyen Tahran’a şikayetlerini dile getirseler de İran bu ekonomik durumda Afganistan göçmenlerin ülkeden çıkmasına seviniyor. İranlı yetkililerin insan kaçakçılarına göz yummaları şüpheyi güçlendirmesinin yanı sıra Türkiye sınırlarına yeni bir göç dalgasının çoktan başlanması gerçeği değiştirmiyor. Türkiye ve Afganistan arasında yapılan anlaşmalar ne kadar işe yarayacağı ciddi bir şüphe konusu olsa da değişmeyen gerçek şu ki İran’da olası iç çatışma’da ülkeyi Türkiye maksadıyla ilk terk edenler Afganistan uyruklu göçmenler olacak. Sayıları milyonlara ulaşan mültecileri İran’da tutmanın tek yolu olumlu değişime umutlandıracak bir umut yaratıp gerçekçi bir gelecek tersim etmek.

İran’dan gelen göç dalgasını engelleyebilen iç faktörler neler?

Mültecilerin ön görülmesi hatta ona göre siyaset izlendiğinin önemini özellikle Suriye gerçeğinden sonra anlatmaya gerek kalmadığını varsayıp durumu değerlendirmeye çalışılmalı. İran İslam Cumhuriyeti’ne alternatif olarak liste başı gelenlere şöyle bir bakacak olsak tek değişmeyen mağdur azınlıklar olsa gerek. Azınlık sözcüğünü siyasi iktidarda aldığı aktif rol bakımından ele alırsak Fars-Şii sayısal olarak nispi azınlık hariç, geriye kalan etnik ve mezhep [inanç] grupları kabaca şimdiki şemasıyla İran ve vaat edildiği gelecekte yine hak ve hukuk bakımından ötekileştirilmiştir. Coğrafi sınırların değişme ve İran’ın parçalanması benzer sıkıntılarla uğraşan bölgedeki ülkelerin korkulu rüyasına dönüşmüş olsa da ancak değişmeyen bir gerçek var ki İran ne elde oynatılabilecek Kuzey Irak’tır ne de Suriye. Kolay kolay yutulamayacak 80 Milyonluk bir geniş coğrafyadan bahsettiğimiz gerçeği hatırlayınca olası her türlü değişime önceden hazır olmanın önemi de, olunmadığı takdirde bedelinin Suriye’den de çok ağır olabileceği aşikâr. İşte hal böyle olunca beraberinde getirilen fobilere takılmadan, gelecek İran’da herkesi bulunduğu coğrafyanın geleceğine umutlu ve ikna edebilecek bir federal yönetim sisteminin ciddiyetle düşünülüp, incelenme zamanı geldi de geçiyor. Birinci derecede muhtemel görünen sıcak çatışma olmadan ve kontrolden çıkmadan ön görüp kapsayıcı alternatifleri görmek ve hatta desteklemenin belki de tam zamanı. İran ve Türkiye sınırlarına bakıldığında kayda değer bir husus daha var oda şu ki günümüzün demografik ve tarihi gerçekliğinin aksine başta PKK’nın İran kolu PJAK ve diğer silahlı Kürt örgütlerinin çizdikleri hayali Kürdistan haritasında sınır noktaları özenerek gasp edilmiştir. İran’ın Batı Azerbaycan eyaletinde hızla gerçekleşen şüpheli göçlere bakıldığında bölgedeki yerli Türk nüfusunun yerini güneyden getirilen Kürt nüfus almakta ve böylelikle Türkiye ile sınır bölgelerinin doğal nüfus dağılımı değiştirilmekte. Pek de uzak görünmeyen İran’ın olası rejim değişikliği sonrası, kiminle hangi ad altında komşu olmak seçeneklerinin olması başta yıkıcı bir göç tsunamisinin Türkiye’ye gelmesini engellemek adına belki zorunlu bir gerçek olarak değerlendirilmeli ve gereken önlemler alınmalı . . .