Yazarlar

Dünyanın Türkiye “Sorunu”

Rüdiger Safranski, Alman romantizmi üzerine kaleme aldığı incelemesine şu alt başlığı koymakta haklıdır: “Romantik: Bir Alman Sorunsalı”. Zira “Alman idealizmi” kadar “Alman romantizmi” de kendileri açısından bir meseleye işaret eder. Çok tekrar edilen ve haliyle de bilinen bir şeydir bu. Nitekim bundan yüz küsur yıl önce Cenap Şehabettin de Alman milletinin itiyatlarının Kant tarafından belirlendiğini […]

Rüdiger Safranski, Alman romantizmi üzerine kaleme aldığı incelemesine şu alt başlığı koymakta haklıdır: “Romantik: Bir Alman Sorunsalı”. Zira “Alman idealizmi” kadar “Alman romantizmi” de kendileri açısından bir meseleye işaret eder. Çok tekrar edilen ve haliyle de bilinen bir şeydir bu. Nitekim bundan yüz küsur yıl önce Cenap Şehabettin de Alman milletinin itiyatlarının Kant tarafından belirlendiğini tespitini yapmıştır. Safranski, buna “romantizm meselesi”ni de ekliyor. Almanların son iki yüz yılına yön veren düşünceleri ve o düşüncelerin sahiplerini birbirleriyle olan bağı açısından ortaya koyuyor.

Rüdiger Safranski

Niyetim Safranski’nin kitabını tanıtmak değil…

Mesele şu: Alman milleti diye bir millet var ise, bunun varlığının, o millete kimliğini veren kişilerden neşet edip süregelen bir sorunun etrafında şekillenmesi. “Herder, denize açılıyor” başlığını açıyor Safranski. Batılılar, bir aydınlanma metaforu olan gemiyle denize açılmaktan asla vazgeçmezler. Bacon’un Novum Organum kitabının kapak resmidir bu. Denize açılan Avrupalı, “Dünya Benimdir” deyip dünyanın her yerini mahvetmiştir. Bunu kendileri de yazarlar ama bunu yapmaktan da geri duramazlar. Durmaları da mümkün değildir.

Rüdiger Safranski -Romantik: Bir Alman Sorunsalı

Çünkü karşılarında bir “Türk Sorunu” yoktur.

Esasen Batılıların o denizlere açılan gemisi, çürümek üzeredir. Bir başka Alman, Hans Blumenberg’in deyişiyle, aydınlanma gemisi batmakta ama insanlar onu seyretmektedir. İtalyan Paola Rossi, ona itiraz eder: Evet, gemi batmaktadır ama seyreden de yoktur. Aydınlanma gemisinin içine binen her millet, dünyanın mahvı pahasına madden refaha kavuşsa da ruhen çürümüştür. Süslü bir çürümedir bu… Batılılar gemilerinin batışının farkındadır ve çözüm aramaktadırlar. Biz bindiğimiz bu geminin kürekçisi olduğumuz için batışın farkında olsak bile terk edeni olamıyoruz.

Bacon -Novum Organum

Dünyanın uzun zamandır bir Türk “sorunu” yok maalesef.

Dünyadaki zulmün birinci nedeni de böyle bir sorunun ortadan kaldırılmış olmasıdır. Dünyada bir Türk sorunu olmuş olsa ne ABD ne AB ne küresel kapitalizmin oyuncağı Çin ne de sosyalizm uğruna milyonlarca insanın ölümüne neden olan Rusya, bu kadar vahşi olabilecektir. ABD, AB, Rusya ve Çin’in son yüzyılda kaç milyon insanın ölümünün müsebbibi olduklarını hesap etmek hayli zaman alır. Ortaya yüz milyonlarla ifade edilebilecek can çıkar.

Dünyamızda bir ABD, AB, Rusya ve Çin sorunu vardır ama bir Türk sorunu yoktur. Onun yokluğu ile dünyanın dengesi altüst olmuştur. Onun varolmasının gereğinden bahsetmek ise, Türkiye içinden başlayarak faşistlik olarak addedilmiştir. Oysa dünyanın bir Türk sorununun varolması, dünya için hayatidir.

Kıbrıs Barış Harekatı

Safranski, Almanların romantizm süreci içinde yaptığı şu tespit bugün tebarüz edecek kadar doğmuş olan Türk sorunu için doğru bir ifade sayılabilir: “Politik güçsüzlük ve şiirsel cesaret”. Türkiye, bugün kimilerine politik bir güçsüzlük içinde imiş gibi geliyor ve onun cesareti de boş bir cesaretten ibaret görülüyor. Olan bunun tam aksinedir. Türkiye ihtiyacı olan şiirsel cesareti yıllar sonra şimdi yine gösterebiliyor. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda da göstermişti. Rahmetli Erbakan’ın ömrü bu cesaretle sürüp gitti. Türkiye’de “milliyetçi” söylem de bu cesaretle tabarüz etti. Lakin hep eksik olan bir şey vardı.

Neydi bu eksik olan şey?

Safranski bunun cevabını Almanlar için şöyle vermiş: “Mürekkep saçan devir”. Evet, Alman romantizmi Alman romantiklerinden ibaret değil ama onlar bir nesildir ve Almanların kendilerini bir sorun halinde görmelerini hep canlı tutmuşlardır. Yüksekten uçmuş ve yere çakılmışlardır. Alman romantizmi sanıldığı gibi Schiller, Goethe, Schgell’den ibaret bir dönem değildir. Wagner’e, Nietzsche’ye Hoffmannsthal’e ve Heidegger’e dek uzanır. Çünkü görünen şeylerin gerisinde Almanlığa has bir özgül sorun vardır. Tıpkı Rusluğun Herzen’den Dostoyevski’ye, Soljenitsin’e uzanan Rus sorunu gibi. Gerçi Almanlar İkinci Paylaşım Savaşı sonrası, bu sorunu kaybederler. Bu nedenle bugün için bir Alman sorunu yoktur. Nitekim Safranki, bu sorunu sadece resmeder ama kendisinin duymadığı açıktır.

Meselenin bize ait olan yanı yakıcı: Mürekkep saçan bir devir açabilecek miyiz?

Salvatore de Madariaga

“Türkler, bir daha İslami tefekküre dönemez” diyen Salvatore de Madariaga, yanıldı. Türkler bugün İslami tefekküre dönmek zorunda kalarak kendilerine ait sorunları keşfetmekle yüz yüze. Olağanüstü güç bir mesele bu. Kendi kaderini bir mesele olarak üstlenmek, bir kader sevgisidir. Türkler yıllardır kaçtıkları kaderlerini sevebilecek mi?

“Mürekkep saçmak”, çok yazmak anlamına geldiği gibi yazmakla oluşan bir karmaşaya da işaret eder. Bu, entelektüelleri olan bir milletin onları kendi ruhunun mayasıyla bir entelijansiya haline getirmesidir. Alman ve Rus entelijansiyası böyle oluşmuştur. Maalesef biz sahip olduğumuz entelektüellerimizden bir entelijansiya oluşturamadık. Bu nedenle de dünyanın bir Türk sorunu olamadı. Bu sorun şimdilerde tebarüz ediyor ama tebellür edebilmesi için devletin bizatihi kendisinin bunun üzerinden kendini tanımlaması gerekiyor. Rus devleti de ABD de AB de bunu böyle tanımlamıştır. İsrail için de bu böyledir. Devlet, vatandaşlarının işlerini organize eden bir oluşumdan ibaret değildir. Devlet, milletinin ruhundan kendine tarihi roller biçer. Türkiye, en güçsüz olduğu zamanlarda bile bu niteliğini kaybetmedi. Gazi Mustafa Kemal de bunu yaptı. Menderes de bunu yaptı. Onlar, güçlü bir Türkiye’nin dünyanın dengesi olduğunun elbette bilincinde idiler. Yaşadıkları zamanda olabilecek olan için gayret sarf ettiler. Türk devlet felsefesinde tarihi dönemleri ve kişilikleri birbirleriyle kavga ettirmek yoktur. Dünyanın Türk sorununun olmasının dünyadaki adalet için elzem olduğunu kuşkusuz bizden çok bilmekteydiler.

Dünyanın bir Türk sorunu olduğunu idrak edebilmesi için bizlerin kendi sorunumuzu idrak etmemiz ve bunu bir kader olarak benimsememiz gerek. Bunun hatırlatıcıları olanlar ile bunu gerçekleştirecek olanlar ayrı ayrı kişilerdir.

Entelektüeller, akademisyenler, teknokratlar, mühendisler, doktorlar… Saçılan mürekkeplerle üstleri başları lekelenmiş olanlar… Yüksekten uçup yere çakılanlar… Ve hatta en çok ellerinden bırakmadıkları cep telefonlarından ötürü kızdığımız zamane gençleri… Ve dahi niceleri…

Dünyaya, bir Türk sorununun olduğunu göstermekle mükellefiz.

Türk sorunu, dünyaya adalet getirmenin politikasıdır.

Türk sorunu, dünyayı aslına irca ettirecek sanatın poetikasıdır.

Türk sorunu, insanları avamlaştırıp ömürlerini tuvalet ile mutfak arasında geçirmeleri üzerine bir gündelik hayat inşa etmez.

Türk sorunu, her milletin tarihten getirdiği kimliğini yaşayarak Allah’ın onlara verdiği yaradılış güzelliklerini sergilemesini garanti eder.

Dünya, Türk sorununa maruz kaldıkça zalime karşı o şiirsel cesarete de kavuşacaktır.

Bugün değilse yarın, belki yarından da yakın, “Türk sorunu” kendini tebellür ettirecektir.

Azıcık tebarüz ettirmesi dünyaya bir dengedir.

Billurlaştığında neler olduğuna tarih şahittir…