Yazarlar

Bütün sürgünlerimiz hangi sürgünün bir süreği?

Dilimiz delilimizdi zira… Marşlar, sloganlar ve sembollerle yürüyorduk. Gözlerimizi ufuk çizgisinde birazdan belirecek zafer muştusundan ayırmadan. Çoğu zaman anlamlandıramıyorduk yürüyüşümüzü ama yürüyorduk. Abilerimiz yürüyordu az ilerimizde çünkü, ellerinde belli belirsiz haritalarla. Onlar mihver biz onları kavice saran kuşaktık. Yolun bir yerinde her birimizin aynı zamanda birer mihver olduğunu ayrımsadık. Mihverden kuşağa muhabbet halesi idik. Hayallerimizin […]

Dilimiz delilimizdi zira…

Marşlar, sloganlar ve sembollerle yürüyorduk. Gözlerimizi ufuk çizgisinde birazdan belirecek zafer muştusundan ayırmadan.

Çoğu zaman anlamlandıramıyorduk yürüyüşümüzü ama yürüyorduk. Abilerimiz yürüyordu az ilerimizde çünkü, ellerinde belli belirsiz haritalarla.

Onlar mihver biz onları kavice saran kuşaktık. Yolun bir yerinde her birimizin aynı zamanda birer mihver olduğunu ayrımsadık. Mihverden kuşağa muhabbet halesi idik. Hayallerimizin rüya-ı sadıkasını görüyorduk dem be dem. Kuşatıyorduk Moro’dan Keşmir’e tüm mazlum coğrafyaları çelimsiz ama kararlı kollarımızla.

Henüz test edilmese de kavramlarımızın tohumladığı dünya tasarımımızın kusursuzluğundan, işlevselliğinden kuşkumuz yoktu. Saatlerce konuşurduk da bıkmazdık. Her hafta aynı kitapçılara gidip yeni çıkan kitapları büyük bir hevesle temaşa eder, alabilmek için para biriktirirdik.

Aynı soruyu defalarca aynı kişiye sorardık, aynı kişi defalarca aynı cevapları verirdi de kimse bu durumda bir gariplik aramazdı. Öznel mecramızda çağlayan delişmen damlalardık. Dilimizden özge dil tanımazdık. Dilimizi dillendirirdik sadece. Dilimiz delilimizdi zira…

Afgan dağlarında Bahattin Yıldız abimiz ‘biraderan-ı azizan’ ile birlikte öz ülkemizin evrensel direnişini resmederken, Akif Emre abimiz gönül coğrafyamızın izlerini sürüyordu.

Mute destanıyla, Mekke’nin fethiyle her gün yeniden coşuyor, göz yaşlarımızla yarının çorak toprağını diriltmeye çalışıyorduk…

“Hayat, iman ve cihad” idi. Sakarya’nın kulağına ayağa kaldıracak ezgiler fısıldıyorduk biteviye. Dünyayı bir sürgün yeri olarak değerlendiriyor, celladımıza müstehzi gülücükler fırlatıyorduk.

Yaklaşıyordu yaklaşmakta olan, belki yarından da yakındı, “dünyanın göbeğine hak yol İslam” yazacaktık. Neyin nasıl olacağını bilmezsek de İslam gelecekti ve zulüm bitecekti.

Abilerimizin, duygusallığın kucağında beslediği duyarlılıklarından damlayan metinleri satır, satır yudumlardık. Metinler muhayyilemizde somut ülkelere dönüşüyordu, hükümran olduğumuz, asr-ı saadetti güncellediğimiz.

Boyumuzu aşan konularda korkusuzca kulaç atıyorduk. Delişmen taylar gibi seğirtiyorduk fikir steplerinde. Bazen evimizi kaybetsek de hayallerimizle beraber olmanın itminanını duyuyorduk.

Yaman tartışmalara tutuşurduk, gelmesi mukadder zaferin hangi metodun yedeğinde geleceğine dair. ‘Bu iş ne ile olur?’ üzerine söylevler verirdi her birimiz sırası geldiğinde. Kelimeler ezberlerdik abilerimizden ve ilk fırsatta serpiştirirdik esrik cümlelerimize.

Sözün yürek hizasında dolaşımda olduğu, imkansızlıklar içre zenginliğin yaşandığı, aşk ve ölümün yeniden yorumlandığı darasıyla birlikte yaşanan zamanlardaydık hasılı…

Yenilgiden korkmayan adamlar, yüreklerimizi ulayarak birbirine ulu bir gayenin eşiğinde bekliyorduk güneşi…

Bulvarlara vaziyet eden çağcıl paganizm ayaklarımızın altında tevbeye fırsat dahi bulamadan kölemen bir yakarışla zail olacaktı.

Cılız bedenlerimiz devasa yürekleri sırtlamış, zaferden emin adımlarla ilerliyordu marşlar eşliğinde…

Nereye?

Kuşaktan kursağa…

Ellisine merdiven dayamışlar olarak çocuklarımızla birlikte bir haziran günü düzenlenen piknikte bir araya gelmeseydik de ayrımındaydık ayağımızın altında farklılaşan zeminin. Darası düşülmüş sözcüklerimizle reel ifadeler harmanlıyorduk artık. Dünya o bildiğimiz dünya değilmiş zahir…

Bedenlerimizdeki farklılaşma sadece minik bir parçasıydı yaşadığımız değişimin. İsimlerimizin yalın halini yitirdiğini fark ettik. Kardeşlik kümesini eciş bücüş hale döndüren sosyal katmanların türediğini dahası yadırganmaz hale geldiğini ayrımsadık.

Konularımızın değiştiğini gördük. Bakışlarımızı sıklıkla kaçırıyorduk bir birimizden. Varlıklarımızdan bahseder olduk. Biriktirdiklerimizin övgüsü dökülüverir oldu dudaklarımızdan.

Değişmez gündem maddelerimizden biri de çocuklarımızın değerlerimizi yaşatma noktasındaki heyecansızlığı. Biz öyle miydik ya? Biz onların yaşındayken neler yapardık. Her türlü imkanı önlerine sürüyorduk ama zibidilerin tek derdi oyundu…

Adil bir talep miydi çocuklarımızdan beklediğimiz? İlm-i halimiz, ayniyle ilm-i halleri midir acep? Bizi besleyen ‘delikanlı’ zemin miydi hala onları da besleyen zemin? Dahası bizler aynı bizleri mi görüyoruz gözlerimize baktığımızda?

Önce model olarak kendimizi sorgulamamız gerekmiyor muydu?

İmkansızlık ortamından imkanlar dünyasına evrilişimizi hakkıyla yönetebilmiş miydik? İmkansızlığın münzevi ortamından imkanlar ve güç dünyasına intikalimiz sırasında yedeğimizde getirdiğimiz kavramlarımıza hakkıyla sahip çıkabilmiş miydik?

Mekke’deki heyecanımızı, değerlerimizi Medine’ye de taşıyabilmiş, yeni ortamımızın merkezi kılabilmiş miydik? Tevhidi tavır ortaya koyabilmiş miydik?

Tevhid; varlığın her anlamdaki farklı katmanları arasında adil bir denge düzeneğidir. Her şeyi tekleştirme değil, farklılıkların merkezlerini aynı yüce ilkelerle teker teker inşa etme keyfiyetidir. Toplumsal, siyasal, ekonomik farklılıkların davranışsal anlamda tektipleştirilmesi değil, her bir durumun yaşanmasına ilişkin temel kavramların değişmezliğine işaret eden bir şiardır tevhid.

Belki de tevhidi değişimi hakkıyla gerçekleştiremediğimiz için, farklı bir ortamda yalnız hisseder olduk kendimizi. Abilerimizden devşirdiğimiz delişmen ruhu aktaramadık çocuklarımıza.

Demem o ki, vardığımız imkanlar düzeyinde, hayranlıkla temaşa aşamasını aşarak bir model ortaya koyma keyfiyetini gerçekleştiremediğimizden dolayı çocuklarımızın bakışlarını üzerimize çekemiyoruz. Çocuklarımız dijital illüzyon batağında çırpınıyor maalesef.

Bir nesil önünde heyecanla yürüyecek abilerini arıyor.

Toplumların seyr-ü seferini belirleyen model şahsiyetlerdir.