Yazarlar

Amerika’da bir Türk tarihçisi

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız hocam? Doğumdan itibaren, nerede doğdunuz, nasıl bir süreç, aile… Dobruca’da, Babadağ civarında, Armutlu köyünde doğdum. Altı kızdan sonra yedinci çocuk olarak, oğlan olarak dünyaya geldim. Anadolu’dan gelenlerle, Kıpçak’tan, Kırım’dan, sağdan ve soldan gelenlerle birleşmesinden doğmuş bir insanım. Ve bir bakıma da bütün bu yerlerin izini şu veya bu şekilde içimde taşıyorum. […]

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız hocam? Doğumdan itibaren, nerede doğdunuz, nasıl bir süreç, aile…

Dobruca’da, Babadağ civarında, Armutlu köyünde doğdum. Altı kızdan sonra yedinci çocuk olarak, oğlan olarak dünyaya geldim. Anadolu’dan gelenlerle, Kıpçak’tan, Kırım’dan, sağdan ve soldan gelenlerle birleşmesinden doğmuş bir insanım. Ve bir bakıma da bütün bu yerlerin izini şu veya bu şekilde içimde taşıyorum. Benim kişiliğim, garip şekilde, daha beş-altı yaşındayken belirmeye başladı. Çünkü o yaşlarda okumayı öğrendim ve ondan sonra elime düşen her şeyi okudum. Okumaya çok merak ettiğim için babam beni on bir yaşında, daha ilkokulu bitirir bitirmez hatta bitirmemiştim, liseye kaydetti. Tulca lisesi…  Ve koskoca lisede iki Türk’tük. Ben ve kadının oğlu vardı. Tanımadım kendisini. Orada Türk olarak hakaret ediyorlardı. Bize böyle yaptınız…. Artık tahammül edemedim. Zaten dersleri de ihmal ettim bu şeyde.

Eve dönünce babama, “Artık bu liseye gitmeyeceğim.” dedim.

Babam, “Seni okutalım.” dedi.

Mecidiye Medresesi’ne gittik. İkinci sınıfa kaydettiler beni. Yedi sene Mecidiye Medresesi’nde okudum. Ben, medrese mezunuyum. Medreseyi on sekiz – on dokuz yaşımda bitirdim. Ve daha o zaman kendi kendime bazı sorular sordum, “Ne yapacaksın hayatta?”  Bir yere gidip imamlık yapma ve öğretmenlik yapma hakkı vardı. Ama kendimi yetiştirmek istiyordum.

Daha o zaman toplumu incelemek, anlamak, anlatmak, bu sosyal olayların gidişatını izlemek bende bir nevi idefix haline gelmişti daha o zamanlar. “Bana bunları kim öğretecek?”  Siyasi ilimler diye bir şey yoktu. En yakın hukuktu. Hukuka girdim ama benim maksadım rahat bir hayat geçirmektense bir şeyler yapmak, öğrenmek, kendimi tamamlamaktı. Benim için mezuniyet günü hüzündü. Çünkü kendi kendime sordum, “Ne öğrendim?” Hukuk öğrenmişim, dava açmasını… Benim maksadım bu değildi. Benim maksadım, kendimi daha iyi yetiştirmek, tam manasıyla bir insan olmak, iki ayak üzerinde tek başıma durabilecek insan olmak istiyordum. Bunun için aldığım bilgiler kafi değildi.

“Ne yapayım?”

Çok iyi hatırlıyorum, Beyazıt meydanından aşağı doğru, Mahmutpaşa’dan aşağı doğru Eminönü’ne yürüdüm ve gittikçe hüzünüm arttı.

“Çıkar yol nedir?”

Çıkar yol, Türkiye dışına gitmek, daha gelişmiş, bil hassa sosyal ilimlerde ilerlemiş bir yerde kendimi tamamlamak.

“Nereye gidersin?”

Avrupa, savaştan yeni çıkmış.  Orada çalışıp okula gitmek güç. Adeta imkansız…

Tek yer Amerika. Hem çalışıp hem okula gitmek mümkün.

O macera nasıl başladı, nasıl adım attınız? Amerika’ya gelmek için nasıl bir girişimde bulundunuz?

İngilizce öğrenmem lazımdı. Beyazıt’a döndüm, kitapçılara gittim. Fransızlara İngilizce öğreten bir kitap buldum, onu aldım. İkinci günü başladım. Sabah kalkar kalmaz dört saat İngilizce çalıştım.

Kitaplardan öğrendim. Çünkü hoca tutmaya, okula gitmeye vaktim ve param yoktu. Böyle çok daha iyiydi. O kitapları bitirdikten sonra rahat İngilizce okuyordum, anlıyordum, yazıyordum. O zaman, “Müracaat edeyim.” dedim. Birkaç üniversiteye yazdım. Nihayet Washington Üniversitesi’nde ve Rewington Üniversitesi’nde bana burs verdiler. “Eğer İngilizce bildiğini ispat edersen seni kabul ederiz” dediler. Bu da hayatımın tatlı bir tarafı. Düşününüz, kabul edilmişim, bir İngilizce… Ben de İngilizceyi kendim öğrenmişim. Emin değilim ama kendime güveniyorum. Amerikan Kültür Heyeti’nin bir bürosu vardı. Washington Üniversitesi’nden gelen mektubu gösterdim ve dedim,

“Benim İngilizce bildiğimi ispat edecek bir şey lazım. Bunu nasıl ede edebilirim?” dedim.

“Tamam, imtihanı geçtin.” dediler.

Hemen orada yazdı. “İmtihan ettim. Kemal Karpat, İngilizce biliyor.” Ve böylece Amerika yolu açıldı.

Ama bu esnada Avukatlık stajımı görüyorum. Staj bitti, baroya kaydoldum. Bazen ben de hayret ediyorum ama da inatlık varmış. Karar…. Ben bir şeye karar verdim mi yerine getiririm. Kendi kendime bunu bir onur sayarım, şeref meselesi. Böylece pasaportumu aldım. Vapurla Marsilya’ya, Marsilya’dan Paris’e… Hala Amerika’ya nasıl geleceğimi bilmiyorum. Paris’te baktım ki Amerika için bilet…

Bu yaşadıklarınız kaç yılındaydı?

1949. Sıradan, büyük ne kadar kumpanya varsa hepsine başvurdum. Tek bilet kalmış. O bileti ben aldım. New York’a geldik, indik. Gemide tanıdığım birkaç kişiyle beraber gittik. New York’a yerleştim, sonra çıktım New York Times’ a doğru. Orada beni bir ağlama tuttu ama nasıl… Hüngür hüngür ağlıyorum. “Ne oldu?” Hayatımın bir bölümü bitti, ulaştım. Maksada ulaştım. Okul, yalnız taksitleri ödedi. Geçimim için çalışmam gerekti. Ama mesele değildi. Bir talebe yurduna yerleştim ve derslere devam ediyorum. Fakat orada ilanlar vardı, “ Üç saatlik bahçe işim var.” Bahçede çalışmayı zaten severim. Hemen oralara telefon ettim. Bahçelerde gidip saati bir dolara çalıştım.

En yüksek not alan kişiler arasına girdim. Başarılı oldum ve oradan mastırımı aldım. İşin garibi Amerika’ya alışamadım. “Buraya kadar geldik, doktora da yapmak lazım.” Doktora için New York Üniversitesine müracaat ettim. Oradan da kabulü gördük. Oradan da bir burs aldık. Çünkü derecem çok yüksekti. Böylece New York üniversitesine doktora yapmaya geldik.

Üniversitede hangi bölümde okudunuz?

Siyasi İlimler ve Tarih… Oranın başında bulunan Arnold, “Sen çok akıllı, çok zeki, parlak insansın” dedi. “Sana yardım etmek borcumuzdur” işitmek bir hoş. Ama ben alışamıyordum. Türkiye’ye dönmek istiyordum artık.

 

Türkiye’den döndükten sonra iş sıkıntısı yaşandığına dair ilişkin düşüncelerinizi aktarmıştınız, o günlere geri döndüğümüzde, Türkiye’de iş bulamadıktan sonra tekrar Amerika’ya mı dönmeye karar verdiniz?

Dönmeye karar verdim. Çünkü doktoramı da almam gerekiyordu. Bazı kurları tamamlamıştım ama tez yazmam lazımdı vs… Döndüm…

İşler çok olumlu gelişti. Çünkü Birleşmiş Milletler’de “İntern” dedikleri iki aylık staja kabul edilmiştim. Orada benden bazı çalışmalar istediler, onları yaptım. “Sosyal ve Ekonomik Konsey ile bir yer açıldı. Ve biz seni bu yer için namzet göstermek istiyoruz. Çünkü bizimle çalıştın ve çok memnun kaldık. Buna ne dersin?” dediler. Birleşmiş Milletler’de bir vazife. O zamanki ölçülere göre bir gencin arzu edebileceği mevkilerden bir tanesi. Böylece Birleşmiş Milletler’e girdim. Geceleri üniversitede doktora kurlarına devam ediyorum. Ağır bir çalışmaydı. Sabah sekizde başlayıp akşam altıya kadar… Altıdan sonra da üniversite kurslarına…

Bir tek tez kaldı yazılacak. Ben de o zamanlar başka bir bölümde çalışan bir kızla, Utahlı bir kızla tanıştım ve dost olduk. Belki şahsidir, söylemek doğru değildir fakat bu benim ilk ve son sevdiğim kadın olmuştur. Gayet sakin, fevkalade güzel, bana aşık ve ben ona aşık… Hatta evlenmeye bile karar vermiş gibiydik. Bunları söylüyorum çünkü bende derin izler bıraktı. İşte o zaman inanılmayacak olaylar cereyan etmeye başladı.

Birleşmiş Milletler sefiri, beni dairesine çağırdı, “Sen askerliğini yaptın mı?”

“Yapmadım. Çünkü ben tahsilde bulunanlar için bir yaş haddi var, henüz o yaş haddine gelmedim. Daha üç senem var” dedim.

Sefir, “Sen, askerliğini yapmak istemiyormuşsun.”

“Nasıl olur böyle bir şey, kim söyledi?” dedim.

Sefir, “Biz, Birleşmiş Milletler’e bildireceğiz. Bu adam askerliğini yapmadı, askerliğini yapmak için Türkiye dönmesi lazım.”

“Sefir bey, ben aynı zamanda doktora yapıyorum.” dedim.

Sefir, “Ne doktora yapıyorsun ya! Şişirme sen bunu”

Bir adım daha ileri giderek, “Sen istersen burada kal, Amerikan ol.”

“Öyle bir niyetim yok.” dedim

Milli Savunma Bakanlığı’ndan mektup, “Kemal Karpat, askerlik vazifesini yapmak istemiyormuş. Bunu resmen bildirsin bize?”

Düşünün bir sebep yok, bir şey yok…

Ben de altına yazdım,” Böyle bir şey yoktur. Ben ilk fırsatta gelip askerliğimi yapacağım.”

Ve nihayet benim arkadaşımla görüştüm ve o, “Sakın gitme.” dedi.

O da Birleşmiş Milletler’de çalışıyor, ”Ben bakarım.” dedi.

Sözde evleneceğiz…

Bütün bunlar, benim herhangi bir hareketim olmadığı halde aleyhime tertip edilmiş şeyler. Belli bunlar. Birleşmiş Milletler, benim kontratı yenilemedi. Nitekim her şeyi bıraktım, gittim ve yedek subay okuluna girdim.

Bu esnada kızdan mektup aldım, “Ben artık bekleyemem. Bu ne kadar sürecek, senin askerliğin ne zaman bitecek? Zaman geçiyor” dedi.

O da haklıydı.

Yani, onu da kaybettik. Ben askerim hatırlıyorum, iki gün kendime gelemedim. Hatırladığım zaman ağrılar giriyor her tarafıma. Çünkü tek sevdiğim kadın…

Tahsilini bırakmış, Birleşmiş milletler’ de vazifeden çıkarılmış, parası yok, pulsuz askerlik yapıyorum. Vatan için. Çünkü bu memlekete, bu millete hürmet ediyorum. Bu vatana hizmet için geldim. Romanya’yı ve her şeyi bıraktım. O feci halimi kimse anlayamaz…  Gündüzleri yedek subay okulunda çalışıyorum, geceleri milli kütüphanede tez araştırmaları yapıyorum. Ama tezim sıradan bir tez olmayacak. Türkiye’nin halini gösteren, gerçeklere uygun, ilmi ölçüler içinde bir eser olacak. Öyle karar verdim. Yani bir nevi intikam alıyorum, alacağım. Ama kimden intikam alacağım? Türkiye’den değil… Bir miktar para biriktirdim. Maksadım, gelip doktoramı almak.

 

Birleşmiş Milletler’deki arkadaşınızı döndüğünüzde tekrar aradınız mı?

Aramadım. Çünkü bir şey kırılmıştı, bitmişti. Ama içimde o acı vardı. Nihayet tez imzamı geçtim, doktoramı aldım. Ve o zaman üniversite bizzat bana iş teklifi etti. New York Üniversitesi’nde dekan, “Bu fevkalade bir tezmiş. Bu başlı başına büyük bir eser, bunu yapan adamı biz buraya alı koyalım.” demiş. Orada, imtihandayken hemen teklif ettiler.

 

Orada daha sonra kaldınız mı efendim?

Kabul ettim. Birkaç hafta sonra Princeton Üniversitesi’nden duymuşlar. Benden tezimin kopyasını istediler. Princeton Üniversitesi tezi bastı. New York Üniversitesinde artık kitabım çıkıyor. New York Üniversitesi’nde vazifem hazır, daha ne beklersin. Yani bütün çektiklerim…. Ama bu tez, bildiğiniz bir tez değildi. Bu Türkiye’yi içinden gören, Türkiye’nin siyasi ve sosyal durumunu bütün incelikleriyle gösteren, halk arasındaki mücadeleyi dile getiren, halkın daha iyi bir hayat yaşamak istediğini ve buna layık olduğunu anlatan bir çalışmaydı. Bir bakıma intikamdı. Yani ilmi bir taraf tenkitti. Ve bu kitap hala basılmaktadır Türkiye’ de. Ders kitabı olarak okutulmaktadır. İnsan inanamıyor. New York Üniversitesi’nde son iki sene çeşitli dersler verdim. Afrika’ daki devlet oluşumları vs… Çok başarılı ve yeni yeni fikirler… Bu arada Osmanlı Türk Tarihi “dersi soktum. Sonra düşünmeye başladım, “Ben ne yapıyorum ya?” Burada, Afrika’da millet oluşumunu inceleyip ders veriyorum. Halbuki tüm bu meseleler Türkiye içinde varit. Osmanlı tarihi, hiçbir zaman doğru dürüst incelenmemiş.

Türkiye’ye, şu millete yardımcı olabilmek için yola çıktın. Romanya’dan ayrılırken öyle demiştim. Bu memleket benim, bu millet benim. Şimdi ne yapacaksın? Ben bunları düşünürken, içimden arzu ederken burada mucize postadan bir mektup çıkıyor. Winsconsin Üniversitesi tarih bölümünün başkanı bana bir mektup yazıyor, “Bizim bölüm bir Türk – Osmanlı programı kurmak istiyor. Ve biz sizi uygun gördük. Kabul eder misiniz?” Düşününüz iki sene benim içimde özlediğim, kendimi tamamıyla Türkiye – Osmanlı etüdüne vermek istedim. Adeta sipariş gibi geliyor bu üniversiteden. Ama buraya gelmekten memnunum. Çünkü programı kurdum.

Sayın hocam ayrıca Türkiye’de de birçok ders verdiniz. Onları da özellikle belirtelim. Hangileriydi?

Yıldız Üniversite’sinde, Boğaziçi’nde, Orta Doğu Üniversite’sinde, Bilkent Üniversite’sinde… Türkiye’nin en ileri gelen üniversitelerinde ders verdim.

 

ODTÜ’ deki bölümü siz mi kurmuştunuz?

Evet, ben kurmuştum. Üniversitenin binası dahi yoktu. Büyük Millet Meclis’inin barakaları vardı. Orada ders verdik.

Genç arkadaşlarımıza mesajınız var mı?

Genç arkadaşlara karşı çok çok ümitvarım. Çünkü Türkiye’deki son iki kuşak kalite bakımından çok yüksek. Onların bir kısmı benim öğrencim oldu. Onlarla temasımdan biliyorum. Düşünce tarzları, düşünce kabiliyetleri, dünya anlayışları eskiye nazaran kat kat daha ileri. Türkiye, bu bakımdan ümit verici. Yeni neslin işleri eline alması gerek. Birçok şeyde eskiler ve eski kafalar hakim. Onların yerine yapıcı, yaratıcı insanları getirmek lazım. Bunların bir kısmı Türkiye’de var, bir kısmı burada. Asıl Türkiye’ye hizmet verecekler Türkiye’de yetişen kişiler, Türkiye’de tahsil görmüş ve oranın havasını bilenlerdir. Bunun için de üniversitedeki hocalığı çekici hale getirmek gerekir.

 

Türkiye’de en çok neleri özlüyorsunuz?

İnsanları. Onlarla oturup konuşmayı, dertleşmeyi… Bana özel bir zevk veriyor. Türkiye’de sıkılmam, hiçbir zaman sıkılmadım. Bir köye gittiğim zaman kendimi çok rahat hissediyorum. Hemen köylü gelir, etrafımda toplanır, konuşur. Hiç kimse, “Bu adam Amerika’da profesördür, hocadır.” demez. Çünkü özümü korudum.

Kendinizi 5 kelimeyle özetlemeniz gerekirse?

Öğrenmeye ve öğretmeye düşkün,

malda ve mevkide gözü olmayan,

daima bir şeyler yapmak isteyen,

bütün hayatı boyunca bir şeyler başarmak isteyen,

iyi kalpli ve babacan bir insan.

 

Rahatlamak için müzik dinler misiniz?

Tabi tabi. Son senelerde yetiştiremiyorum ama eskiden evim müziklerle doluydu. Bir kere operayı severim her şeyden evvel. Bende birçok meşhur operalar vardır. Bir, iki tane Rus operası vardır ki harikadır. Boris Godunov gibi…  Hangi dilde olursa olsun halk türkülerini çok severim. Çok acayiptir, iki extreme… Opera, çok incedir. Halk, çok tabidir. Bazen koyardım, oynardım kendi kendime.

 

Keyif aldığınız bir şey var mı? Sizi güldüren bir anınız var mı?

Öğrencilerim var. Hasan isminde İranlı var. Her sene başında mektup yazıyor. Beni sevindiriyor. Otuz, kırk seneden beri unutmadı. Benle doktora yaptı.

Vereceğiniz son mesajlar nedir?

Herkesin kişiliğini bulması, kişiliğine hürmet etmesi. Geldiği milleti küçük görmemesi. Dürüst olması kendisine karşı, başka insanlara, devlete karşı. Bu siyasetçiler için de vakidir. Hislerine hakim olarak biraz aklı selim kafaya yer vermeli. Çünkü bir zamanlar büyük bir imparatorluk kurmuş bir ülke, millet bu vasıflara sahip olduğu için başarılı olmuştur. İlerisi için de yine insan gibi ahlak sahibi, makul ve kendine güven sahibi olarak hareket ettikçe millet büyür, güçlenir, ayakta kalır. İyimserim, daima iyimser oldum. Gençliğimde güçlükler içinde, “Bunlar atlatılır ve geçer.” dedim. Türkiye de öyledir. Sağlam bir topluma sahip olduğumuzu unutmamamız lazım. Sağlam temeller üzerine kurulmuş bir toplum. O toplumu anlamamız lazım. Benim ömür boyu yaptığım da o. Onu anlamak ve anlatmak… Daima bu var; makul olmak, milletin iyi taraflarını görmek. Ve yeni nesillere güvendiğim için iyimserim.