Yazarlar

15 Temmuz’u doğru okumak

Darbeler, genel ve görünen şekliyle bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile yahut başka yöntemlerle ülke yönetimine el koyması demektir. Bu kalkışmada yönetimde bulunan hükümetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları öne çıkarılan bir iddia olarak karşımıza çıkar ve bu durum darbenin asıl sebebi olarak gösterilir. Şayet darbeleri anlamak için sadece bu açıklamayı dikkate alırsak darbelerin arka planını, öteki yüzünü görmüyoruz demektir. Zira; meseleye tarihsel perspektif ve darbe öncesi ve sonrası yapılanlar çerçevesinde baktığımızda ekonomik, sosyal sorunların işin dış sebebi olduğu rahatlıkla görülecektir. Bizce asıl mesele zihniyet ve ideoloji meselesidir. Yani darbeler, bir zihniyete karşı olmak ve onu bertaraf etmek için belli bir zihniyetin gerçekleştirdiği bir eylemdir.

Bunu nereden anlıyoruz? Mesela; darbe sözcüleri darbe öncesinde yahut darbe gerçekleştirildiğinde hükümetlerin siyasi ve ekonomik anlamda başarısız olduklarını ve bu yüzden ülkeyi ve milleti düze çıkarmak için darbeyi yaptıklarını ifade ederler. Ama diğer taraftan mesela kılık kıyafete müdahale edildiğini, tutuklamaların, idamların yapıldığını, kitap vs.’nin yasaklandığını görürüz. Mesela son postmodern darbe olarak tarihe geçen 28 Şubat hadisesinde ilk işlerden biri olarak eğitime müdahale edilmiş ve sekiz yıllık eğitime geçilmiştir. Bütün bunlardan çıkacak sonuç şudur: Darbe, millet temsilcilerinin şahsında millete karşı, onun değerlerine karşı yapılmaktadır. Diğer yandan darbe ve müdahaleyi sadece askerlerin yapmadığını, kurum ve kuruluşların, basın organlarının ve üniversitelerin de bu işte rol aldığını görürüz.

Burada bir konuya daha açıklık getirmek gerekir. Bu süreçlerin hemen hepsi, Tanzimat’tan bu yana karşı karşıya kaldığımız  batılı/laik/seküler mi olacağız yoksa yerli/milli/muhafazakar ve dindar mı olacağız şeklindeki temel sorularla da yakından ilgilidir. Diğer yandan bu gerekçelere asırlardır bu vatanda gözü olan dahası bu yatanda yaşayan milletle fikir/inanç uyuşmazlığı olan dış güçlerin de darbelerin tetikleyicisi olduğu ve iç darbecilerle doğrudan iş birliği içinde oldukları gerçeği de eklenmelidir.

Meseleye böyle bakarsak hem tarihimizdeki diğer darbeleri hem de bu darbelerin son halkası olan 15 Temmuz’u daha iyi anlamış ve anlamlandırmış oluruz. Şimdi de 15 Temmuz’daki olaya bakalım. En son 28 Şubat darbesini yaşamış bir toplum ne oldu da 15 Temmuz sürecine geldi? Olanlar, aslında gayet açıktır. 28 Şubat’ta başaramadılar. Daha sonra ise yönetime geçen kadrolar, bu ülkeyi hem maddi hem de manevi anlamda daha güçlü kıldılar. Türkiye hem iç hem de dış düşmanların arzu etmedikleri bir noktaya geldi. Bu durum, onların hedefleri açısından tehlikeli ve bir an önce durdurulması gereken bir gelişmeydi. Ama onları asıl endişelendiren maddi manadaki kalkınma hamlelerinden çok zihniyet anlamında meydana gelen değişme ve gelişmelerdi. Türkiye, kendine geliyor, tarihiyle, kültürüyle barışıyor, bu gelişmelerle kalınan, güçlenen bir ülke haline geliyordu. Üstelik bunu önceki siyasi kadrolara göre dindar, muhafazakar bir siyasi kadro gerçekleştiriyordu.

Planı, yeniden kurgulamak gerekiyordu. Öyle de oldu. Daha önceki darbelerde darbecilerin zihniyet anlamında duruşları belliydi. Din karşıtlığı en belirgin özellikleriydi.  Şimdi madem farklı bir siyasal iktidar vardı. Öyleyse ağacı kurt yemeliydi. Dindar görünümlü ihanet şebekesi, bu defa zahirdeki bu ortak paydadan istifade ederek devletin kılcal damarlarına kadar yerleştiler. Hayatın her alanında var olmayı başardılar. Özellikle gençlik, eğitim, bürokrasi ve iş dünyası üzerinde güçlü bir hakimiyet kurdular. Bunu da daha önceki Ergenekon, balyoz operasyonlarıyla hükümeti kendilerine bir anlamda mahkum kılarak yaptılar. Ergenekoncu zihniyete karşı hükümet, bu çevrelerle ister istemez bir şekilde birlikte olmak durumunda kaldı. Oysa gerçek böyle değildi. Bu hainler, kendilerine bu yolla alan açıyorlardı. Dolayısıyla bütün bunlar bir proje idi. Görünenle arka plan kesinlikle aynı değildi. Güce güvenmenin gururuyla başaracaklarını sandılar.  Bu süreçte ise hükümet, bu sinsi planı anlamakta gecikmedi. Karşı tavır alamaya başladı. Bu gelişmenin doğurduğu panikle kendilerince uygun zamanın geldiğini düşünerek saldırdılar. Ama hiç beklemedikleri bir direnişle geri püskürtüldüler ve başarısız oldular. Hesap tersine döndü.

Darbenin bize gösterdiği bir hakikat de bu çerçevede hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Biz, darbeyi toplara, tanklara, kurşunlara karşı çıplak elle kazandık. Ama bu bedenin içindeki yürek….İşte onu unuttular. Bu millet, bir asırdır İstiklal marşının manasını içselleştirmiş bir milletti. Ezelden beri hür yaşamayı şiar edinmişti. Gücünü maddeye değil manaya bağlamış, hiçbir gücün imanını boğamayacağına inanmıştı. Öyle de oldu. Ezanlar, salalar, İstiklal marşı, bayrak, vatan sevgisi ve büyük bir ferasetle darbenin planlayıcılarını ve niyetlerini fark etme..İşte bütün bu kavramlar açıklayabilir neden darbe teşebbüsünde bulunuldu ve neden bu darbe başarısız oldu?

Madem zihniyettir asıl olan dedik. O zaman şöyle de demeliyiz ki bir daha böyle durumlarla karşılaşmayalım. Son darbenin hainleri dindar bir milleti din ile değiştirmek, dönüştürmek ve ardından yok etmek istediler. Öyleyse dinimizi öğrenme/öğretme konusunda çok hassas olmamız gerekir. Din, sağlam ve sahih kaynaklardan ve kişilerden öğrenilmeli ve bir hayat anlayışı olarak her alanda varlığını görünür kılmalıdır. Din, bizim en büyük gücümüzdür. Diğer taraftan ancak dini muhteva ile anlamlandırdığımızda bir değer ifade edecek olan bayrak, ezan, İstiklal marşı, vatan kavramlarının bir milleti ne kadar diri tutan kavramlar ve semboller olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Yine kendi olma ve hürriyet kavramı bu toplumda çok öncelenmeli ve önemsenmelidir. Bu da siyasi, ekonomik, askeri uygulamalarla birlikte hatta onlardan daha çok ilim, kültür, sanat, eğitim konusunda yapılacak ve yapılması gereken çabalarla gerçekleştirilebilir. Zira sadece duyguda kalan bir hareketin gücü bir süre sonra zafiyet içine girer. Duygunun düşünceyle, ilmin irfanla, gönlün akılla birleştirilmesi gerekir. Aksi takdirde yeni darbelerle her an karşı karşıya kalmak söz konusu olabilir. Bunun için tarihini, ülkesini, dünyası iyi okuyup anlayan ve ona uygun stratejiler geliştiren münevverler sökün etmelidir. Olanların değeri bilinmeli ve sayısı artırılmalıdır. Onların yapacağı çalışmalarla bu ülkede yeniden kardeşliğin dili haklim olmalıdır. Anadolu, yeniden bir kardeşlik ve sevgi yurdu haline gelmelidir.

Şimdi bu anlamda ülke olarak bir yandan derlenip toparlanmaya çalışırken bir yandan da darbenin artçı sarsıntılarıyla karşılaşmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin iç meselesi olan bir halk oylaması olayında Batı’nın aldığı tavır bunu açıkça göstermektedir. Hesapları tutmamıştır ve yeni stratejiler denemektedirler. Bunun farkında olmalıyız. Şüphesiz, bilinçli gayretlerle bunları da aşacağız. Zira bu bir beka meselesidir. İyileşip ayağa kalkmak hem kendi milletimiz hem bütün insanlık adına çok hayırlı gelişmelerin kapısını aralayacaktır.